“Kalkın gidiyoruz” diye başlayan bütün cümlelere kapattım ruhumu.
Ne kalkabiliyorum, ne de gidecek cesaretim var.
Olduğum yerde yüzyıllardır dikili duran bir ağaççasına, sabitlemiş gibiyim kendimi.
Bir ağaç gibi ama oraya ait değil.
Başka bir yerden sökülüp getirilmiş bir ağaç gibi garipsiyorum toprağımı.
Oysa bulunduğum yer, kendimi bildim bileli aynı yer.
Ben göçebeliği sevmem.
Ancak, hiç hareket etmeden durduğum noktayı neden bugün garipsiyorum?
Onu hiç bilemiyorum.
Hayatla ilgili hesaplaşmalarımı tamamlayalı çok oldu.
Ben, kaybettiğimi anladım.
Kabul ettim hatta bu gerçeği.
Evet, hayat beni yendi. Artık bu söz utandırmıyor beni.
Evet, hayat beni yendi.
Ben yenilmiş olanım.
Artık bütün kaybedenler gibi bana verilenle yetinmek zorundayım.
Bir şey istemeye hakkım yok.
Ben, bundan önceki zamanlarımın, lükslerinden uzak durmaya mahkûm edilmişim.
Bunu değiştirmeye gücüm yok!
Savaşı kaybettim.
Artık âşık olmak için, içimde inanılmaz bir istek duyamam.
Bir şeyi tutkuyla isteyemem asla.
Onu elde edebilmek için uğraşmak bana göre iş değil.
Ve kıpırdayamam dahi yerimden.
Gidilecek hiçbir yer bana uygun değil.
“Kalkın gidiyoruz” diye başlayan bütün cümlelere kapattım ruhumu.
Ben; yok oldum.
Görülen sadece bir cisim.
Taş gibi!
Ruhsuz ve soğuk.
Güneşin ısıtabildiği, ancak bunu içinde taşıyamayacak kadar kendinden habersiz bir şeyim artık.
Başının etini yiyebileceğim hiç bir şeyim yok.
Üzerinde düşünüp, uğrunda lafla da olsa ölebileceğim, hiçbir şeye sahip değilim.
Ben, bir taşım aslında… Ağaç olmak ruh ister.
Taşım ve bunu kabul edebilecek kadar yorgunum.
İsyan edemeyecek kadar yenilmişim.
Kalkıp gidemeyecek kadar hiçim.
Sokaklarda dolaşmak, cesaret işi değil artık benim için.
En girilmez sokakları dolaşabilecek kadar umursamazım.
Ve girilemeyecek her kavgada, en önde olmak hiçbir şey bana.
Zaten ben bir hiçim.
Yaşamakla ölmek arasında bir yerdeyim aslında.
Nefes alabilen, ancak içi ürperemeyen bir canlı.
Taş gibi!
Beni mutlu eden her şeyi hayatımdan atalı çok zaman olmuş.
Doğrusu, onların beni terk ettiği demek lazım.
Ben göçebeliği sevmem.
Ancak kalkıp gitmeliyim; artık biliyorum.
Gidemezsem şimdi, hep burada olacağım.
Biliyorum.
Taş gibi.
Yerinden oynatılamayan bir taş gibi.
Güneşin ısıttığı, gecenin dondurduğu bir taş gibi.
Gitmeliyim… biliyorum…
Ne var ki, “kalkın gidiyoruz” diye başlayan bütün cümlelere kapattım ruhumu.
Donuyorum.
Ne kalkabiliyorum, ne de gidecek cesaretim var.
Olduğum yerde yüzyıllardır dikili duran bir ağaççasına, sabitlemiş gibiyim kendimi.
Bir ağaç gibi ama oraya ait değil.
Başka bir yerden sökülüp getirilmiş bir ağaç gibi garipsiyorum toprağımı.
Oysa bulunduğum yer, kendimi bildim bileli aynı yer.
Ben göçebeliği sevmem.
Ancak, hiç hareket etmeden durduğum noktayı neden bugün garipsiyorum?
Onu hiç bilemiyorum.
Hayatla ilgili hesaplaşmalarımı tamamlayalı çok oldu.
Ben, kaybettiğimi anladım.
Kabul ettim hatta bu gerçeği.
Evet, hayat beni yendi. Artık bu söz utandırmıyor beni.
Evet, hayat beni yendi.
Ben yenilmiş olanım.
Artık bütün kaybedenler gibi bana verilenle yetinmek zorundayım.
Bir şey istemeye hakkım yok.
Ben, bundan önceki zamanlarımın, lükslerinden uzak durmaya mahkûm edilmişim.
Bunu değiştirmeye gücüm yok!
Savaşı kaybettim.
Artık âşık olmak için, içimde inanılmaz bir istek duyamam.
Bir şeyi tutkuyla isteyemem asla.
Onu elde edebilmek için uğraşmak bana göre iş değil.
Ve kıpırdayamam dahi yerimden.
Gidilecek hiçbir yer bana uygun değil.
“Kalkın gidiyoruz” diye başlayan bütün cümlelere kapattım ruhumu.
Ben; yok oldum.
Görülen sadece bir cisim.
Taş gibi!
Ruhsuz ve soğuk.
Güneşin ısıtabildiği, ancak bunu içinde taşıyamayacak kadar kendinden habersiz bir şeyim artık.
Başının etini yiyebileceğim hiç bir şeyim yok.
Üzerinde düşünüp, uğrunda lafla da olsa ölebileceğim, hiçbir şeye sahip değilim.
Ben, bir taşım aslında… Ağaç olmak ruh ister.
Taşım ve bunu kabul edebilecek kadar yorgunum.
İsyan edemeyecek kadar yenilmişim.
Kalkıp gidemeyecek kadar hiçim.
Sokaklarda dolaşmak, cesaret işi değil artık benim için.
En girilmez sokakları dolaşabilecek kadar umursamazım.
Ve girilemeyecek her kavgada, en önde olmak hiçbir şey bana.
Zaten ben bir hiçim.
Yaşamakla ölmek arasında bir yerdeyim aslında.
Nefes alabilen, ancak içi ürperemeyen bir canlı.
Taş gibi!
Beni mutlu eden her şeyi hayatımdan atalı çok zaman olmuş.
Doğrusu, onların beni terk ettiği demek lazım.
Ben göçebeliği sevmem.
Ancak kalkıp gitmeliyim; artık biliyorum.
Gidemezsem şimdi, hep burada olacağım.
Biliyorum.
Taş gibi.
Yerinden oynatılamayan bir taş gibi.
Güneşin ısıttığı, gecenin dondurduğu bir taş gibi.
Gitmeliyim… biliyorum…
Ne var ki, “kalkın gidiyoruz” diye başlayan bütün cümlelere kapattım ruhumu.
Donuyorum.