Allah Teâla ile yapılan ilk sözleşme-anlaşma ruhlar âleminde gerçekleştirildi: “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye, Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da, ‘Evet, şahidiz dediler.’” (A’râf 172) Yaratanla-yaratılan insan ruhları arasında meydana gelen bu sözleşmeye; ‘misâk, kâlu belâ, rûz-i elest, bezm-i ezel, ahid, belâ ahdi’ gibi çeşitli isimler verilmiştir. Farkında olsunlar olmasınlar, tüm insanlar, bu sözleşmeye bağlı olarak dünyaya gelir ve ahirete dönerler. Allah Teâlâ, indirdiği kitaplar ve gönderdiği peygamberler yoluyla, bu sözleşmenin şartlarını insanlığa her çağda bildirmiş-hatırlatmıştır. Sözleşmenin son metni Kuran-ı Kerim’dir. Allah Teâlâ’ya iman edip emirlerini kabul edenler, iradî olarak sözleşmeyi (Kuran’ı) yüklenmiş durumdadırlar ve bunlar çok değerli insanlardır.
Rab Teâlâ, anlaşmaya bağlı kaldıkları takdirde kullarına sahip çıkacağını, ibadetlerini kabul edeceğini, onları görüp gözeteceğini, tövbe ettiklerinde günahlarını bağışlayacağını, öldükten sonra da onları ebedi hayatın yurdu cennetlerine koyacağını Kuran’da taahhüt etmiştir.
“Anlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin…” (Nahl 91); “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. İyilik; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmaktır. (İnanan kişi) Allah'ın rızasını gözeterek yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Anlaşma yaptığı zaman taahhütlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!” (Bakara 177)
İman akdi (sözleşme-anlaşma) dünü, bugünü ve yarını kapsar, insanın geçmişini ve geleceğini garanti altına alır. İman akdine sadık insanın üç zamanı (geçmişi, hâli ve geleceği) Allah’ın rahmet dairesi altındadır. Bu garantiye sahip olmayan insan hayatları ise, meyvesiz ağaç ve kuru odun mahiyetinedirler. İman akdi nasip olanlar, iman akdini unutmuş insanlara, yükümlülüklerine bağlı bir hayat yaşayarak, örnek olmak zorundadırlar. Bu da ‘iman akdi’ kuralları içinde yer alır.
“Andolsun; Resûlullah, size, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlara ve Allah'ı çok zikredenlere güzel bir örnektir.” (Ahzab 21); “İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.”; “Andolsun, onlar, size, Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenlere güzel bir örnektir…” (Mümtehine 4, 6)
İman akdi yapmış kişilerin ‘dünya işleri’ Kuran’ı (sözleşme kurallarını) hayatlarına uyarlamaktan ibarettir; iman akdi bu görevi inananlara yükler. İnananın yegâne görevi ve yegâne kazancı akde uygun olarak davranmasıdır. Gösterilen dikkat ve farkındalık (diri insan) inanç sahibine ibadet olarak değer kazandırır.
Takva mertebesinde sözleşmeli-anlaşmalı kişi her yaptığını, bir ödüle endeksli olmadan, sadece Allah’ın rızası için yapar. Daha alt mertebedeki sözleşmelilerin-anlaşmalıların Rablerinden cenneti istemeleri (haz) de haklarıdır; çünkü Cenabı Hak bu ödülü (cennet hazzını) onlara taahhüt etmiştir.
‘Bugün çalışmaya hiç keyfim yok, ben eve gidiyorum!’ diyen bir memur düşünülemeyeceğine göre, ibadetlere karşı, manevi hazzımızda bir eksilme olsa bile, -erine erine de olsa-, sözleşme kurallarını yerine getirmek üzere her gün her saat mücadele etmek şarttır.
Allah’ın sözleşme-anlaşma yaptığı kullarına vereceği ödül dünya nimeti değildir, çünkü onlara her varlık fıtri olarak zaten sahiptir. Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) bir hadisinde ikaz etmiştir: ‘Dünya ahiretin tarlasıdır!’ Baharda ekilen hububatın ürünü nasıl bir başka mevsimde elde ediliyorsa dünyadaki amellerin karşılığı da ahirette verilecektir. İlahî ödül, ahiret hayatında verilecek olan cennettir. Bu sözleşmede yazılıdır.
Sözleşme-anlaşma yaptığı halde akdine bağlı kalmayan bazı Müslümanların hayatı laik / seküler bir karakter kazanmıştır. Çevre, eğitim, oluşmuş kültür bu karakteri ortaya çıkaran temel yapılardır. Oysa her varlık Allah’ın huzurunda yaşar. O, kendisine karşı olan samimiyeti, gevşekliği, diğer cehaletleri görüp bilir. Allah Teâlâ ile beraber olanla Allah Teâlâ da beraberdir. Fıtrî olarak zaten her canlı Allah’ı tercih etmişken kimi insanlar iradeleriyle Rabbiyle aralarına mesafe koymuş, sözleşmeden caymışlardır. Allah Teâlâ bunu asla istemez, fakat kulun kararlılığını da kabul eder; çünkü ortada bir sözleşme-anlaşma ve bu akdin cennet ve cehennem gibi değişmez iki sonucu vardır. İnsanlar sözleşmeye bağlı olarak yahut sözleşmeyi reddederek her ikisini de dolduracaklardır. Kurtuluş sözleşmeye bağlı kalanların olacaktır.
Rab Teâlâ, anlaşmaya bağlı kaldıkları takdirde kullarına sahip çıkacağını, ibadetlerini kabul edeceğini, onları görüp gözeteceğini, tövbe ettiklerinde günahlarını bağışlayacağını, öldükten sonra da onları ebedi hayatın yurdu cennetlerine koyacağını Kuran’da taahhüt etmiştir.
“Anlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin…” (Nahl 91); “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. İyilik; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmaktır. (İnanan kişi) Allah'ın rızasını gözeterek yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Anlaşma yaptığı zaman taahhütlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!” (Bakara 177)
İman akdi (sözleşme-anlaşma) dünü, bugünü ve yarını kapsar, insanın geçmişini ve geleceğini garanti altına alır. İman akdine sadık insanın üç zamanı (geçmişi, hâli ve geleceği) Allah’ın rahmet dairesi altındadır. Bu garantiye sahip olmayan insan hayatları ise, meyvesiz ağaç ve kuru odun mahiyetinedirler. İman akdi nasip olanlar, iman akdini unutmuş insanlara, yükümlülüklerine bağlı bir hayat yaşayarak, örnek olmak zorundadırlar. Bu da ‘iman akdi’ kuralları içinde yer alır.
“Andolsun; Resûlullah, size, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlara ve Allah'ı çok zikredenlere güzel bir örnektir.” (Ahzab 21); “İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.”; “Andolsun, onlar, size, Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenlere güzel bir örnektir…” (Mümtehine 4, 6)
İman akdi yapmış kişilerin ‘dünya işleri’ Kuran’ı (sözleşme kurallarını) hayatlarına uyarlamaktan ibarettir; iman akdi bu görevi inananlara yükler. İnananın yegâne görevi ve yegâne kazancı akde uygun olarak davranmasıdır. Gösterilen dikkat ve farkındalık (diri insan) inanç sahibine ibadet olarak değer kazandırır.
Takva mertebesinde sözleşmeli-anlaşmalı kişi her yaptığını, bir ödüle endeksli olmadan, sadece Allah’ın rızası için yapar. Daha alt mertebedeki sözleşmelilerin-anlaşmalıların Rablerinden cenneti istemeleri (haz) de haklarıdır; çünkü Cenabı Hak bu ödülü (cennet hazzını) onlara taahhüt etmiştir.
‘Bugün çalışmaya hiç keyfim yok, ben eve gidiyorum!’ diyen bir memur düşünülemeyeceğine göre, ibadetlere karşı, manevi hazzımızda bir eksilme olsa bile, -erine erine de olsa-, sözleşme kurallarını yerine getirmek üzere her gün her saat mücadele etmek şarttır.
Allah’ın sözleşme-anlaşma yaptığı kullarına vereceği ödül dünya nimeti değildir, çünkü onlara her varlık fıtri olarak zaten sahiptir. Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) bir hadisinde ikaz etmiştir: ‘Dünya ahiretin tarlasıdır!’ Baharda ekilen hububatın ürünü nasıl bir başka mevsimde elde ediliyorsa dünyadaki amellerin karşılığı da ahirette verilecektir. İlahî ödül, ahiret hayatında verilecek olan cennettir. Bu sözleşmede yazılıdır.
Sözleşme-anlaşma yaptığı halde akdine bağlı kalmayan bazı Müslümanların hayatı laik / seküler bir karakter kazanmıştır. Çevre, eğitim, oluşmuş kültür bu karakteri ortaya çıkaran temel yapılardır. Oysa her varlık Allah’ın huzurunda yaşar. O, kendisine karşı olan samimiyeti, gevşekliği, diğer cehaletleri görüp bilir. Allah Teâlâ ile beraber olanla Allah Teâlâ da beraberdir. Fıtrî olarak zaten her canlı Allah’ı tercih etmişken kimi insanlar iradeleriyle Rabbiyle aralarına mesafe koymuş, sözleşmeden caymışlardır. Allah Teâlâ bunu asla istemez, fakat kulun kararlılığını da kabul eder; çünkü ortada bir sözleşme-anlaşma ve bu akdin cennet ve cehennem gibi değişmez iki sonucu vardır. İnsanlar sözleşmeye bağlı olarak yahut sözleşmeyi reddederek her ikisini de dolduracaklardır. Kurtuluş sözleşmeye bağlı kalanların olacaktır.