Cirit Oyunu
Cirit, bir diğer deyimle Çavgan, Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata oyunudur. Yiğitliğin, kahramanlığın yanında centilmenlik ve hüner de cirit meydanında sergilenir. Türkler, Orta Asya'dan Anadolu'ya bu atlı oyunu beraberlerinde getirmişlerdir. Türkler için at, mukaddes ve vazgeçilmez bir unsurdur. At sırtında doğar, at sırtında büyür, at sırtında savaşır, at sırtında ölürlerdi. Cirit oyunu, Türklerin en büyük tören ve sportif oyunu idi. Daha sonra 16. yüzyılda Osmanlı Türkleri tarafından bir savaş oyunu olarak kabul edildi. 19. yüzyılda bütün Osmanlı ülkesi ve saraylarının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu. Cirit Oyunu, daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu'da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece Balıkesir, Söğüt, Konya, Kars, Erzurum ve Bayburt yörelerinde yaşamaya devam etti. Her yıl Ertuğrul Gazi törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci pazar günleri Söğüt'te, çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır.
Cıscıvlak
Çırılçıplak anlamına gelir.
Cistik
Bar oynarken ayağa giyilen ayakkabıdır. Derisinin çok yumuşak olması en büyük özelliğidir. Bu özelliğe istinaden ayak figürleri daha kolay gerçekleştirilir. Yaşlılar tarafından giyilene markop, gençlerin giydiğine yemeni denir.
Culuh
Hindi anlamına gelir.
Cücük
Civciv anlamına gelir.
Çağdarıç Kalesi
Aşkale’nin doğusunda Karasu nehri kuzeyinde bulunan bu kale sarp bir kaya görünümündedir. III. Murat zamanında kalenin oldukça mamur olduğu bilinmektedir. Kale yanında bu dönemde bulunan tarihi köprü Serçeme çayının taşması ile yıkılmıştır. Küçük Geçit köyü bu kalenin güney yamaçlarında kurulmuştur. Yine kale üzerinde kuzey ve güney yönünde bulunan mağaraların kale içine geçmek için kullanıldığı sanılmaktadır.
Çaşır
Çiriş gibi dağlarda yetişen, buruk tadı olan yabani bir bitkidir. Çaşır katıksız yenildiği gibi, patates haşlamasıyla karıştırılıp tereyağında kavrularak da yenir. Bunun dışında çaşır haşlanır, haşlanan çaşır un ve yumurtaya batırılarak yağda kızartılır, buna çaşır kızartması denir. Şifalı olduğuna inanılır.
Çat
Erzurum ilinin güneyinde yer alan, Palandöken dağlarının güney batısındaki 1960 rakıma sahip, etrafı volkanik ve kayalık tepelerle çevrili bir arazi görünümü arz eden yüksek platoların geniş alanlara yayıldığı, fazlaca düzgün arazinin olmadığı kısmen çorak ve tuzlu topraklara sahip bir yapıda olan ilçemizdir. Çat, doğusunda Tekman, batısında Tercan, kuzeyinde Erzurum ve güneyinde Bingöl, Karlıova ve Yedisu ile çevrilidir. 1986 yılında hizmete giren Erzurum - Bingöl karayolu ilçemizden geçmektedir. Erzurum iline 52 Km. uzaklıkta olan ilçemiz Bingöl ilinin Karlıova İlçesine 61 km. mesafededir. Yüzölçümü 1386 olup, Palandöken dağları eteklerinden gelen Tuzluca ve Ağa köyü çayları ilçeyi iki taraftan çevirir. Tipik karasal iklim özelliği taşıyan ilçede kış ayları şiddetli olup, yaz ayları sıcak ve kurak geçer. Yağmur genelde bahar aylarında yağar.
Çeç Pancarı
Şalgamın yeşil saplarına "çeç" denir. İçine bulgur veya pirinç katılarak, ıspanak gibi parça et veya kavurma ile pişirilir. Üzerine sarımsaklı yoğurt dökülüp yenir.
Çifte Göbek Hamamı
Erzurum Yeğen Ağa Mahallesi’nde bulunan Çifte Göbek Hamamı XVIII. yüzyılda yapılmıştır Kitabesi bulunmamaktadır. Bakırcı Camisi’nin vakıfları arasındadır. Değişik dönemlerde yapılan onarım ve değişikliklere rağmen yine de Erzurum’un en ilginç hamamları arasındadır.
Osmanlı Hamam mimarisinin ilginç örnekleri arasında olup soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve halvet bölümlerinden meydana gelmiştir.
Çifte Kardeşler Türbesi
Karskapıya giden yolun kenarında yer alan bir ziyarettir. Halkımızın buraya bu ismi vermesinin sebebi bu iki mezar taşlarının baş ve ayak taşlarının birbirine benzemesindendir. Türbenin içerisinde yer alan kitabeye göre mezarlardan biri H.733 senesi sefer ayının sonlarında M.1332 yılında ölen Melekzade Kadı Fahrettin Davut’a aittir. İkinci mezar birincisinin benzeridir. Aynı hattatın yazısıyla yazılmış birinci kitabeye göre mezar taşı H.711 M. 1311yılında ölen Kadı İbrahim’in kızı devrinin bilginlerinden Zahide Hatun’a aittir.
Çifte Minareli Medrese
Kitabesi olmadığından ne zaman yapıldığı ve gerçek adı bilinmez. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanı'ndan Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesiyle buna Hatuniye Medresesi de denmektedir. Genelde 13. yy. sonlarında yapıldığı kabul edilir. Sultan IV. Murad'ın emriyle tophane haline getirilmiştir. Bir süre de kışla olarak kullanılmıştır. 1971-1972 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce kazı ve restorasyonu yapılan medrese halen Erzurum Yakutiye Belediye Başkanlığı'nca kullanılmaktadır.
Dört eyvanlı, açık avlulu medreselerin Anadolu'daki en büyük örneğini teşkil eder. Çifte minareli taç kapısı, güneyde ana eyvanla bitişen kümbetle değişik düzenlemeye sahiptir. Taçkapıyı kademeli kuşaklar halinde çeviren plastik hacimli bitki süslemeleri ile kalın silmeli panoların içindeki ejder, hayat ağacı, kartal motifleri cephenin en gösterişli bölümleridir. Doğudaki tamamlanmış hayat ağacı ile kartal motiflerinin bir arma olmaktan çok, Orta Asya Türk inanışına kadar uzanan gücü ve ölümsüzlüğü dile getirdiği düşünülür.
Cirit, bir diğer deyimle Çavgan, Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata oyunudur. Yiğitliğin, kahramanlığın yanında centilmenlik ve hüner de cirit meydanında sergilenir. Türkler, Orta Asya'dan Anadolu'ya bu atlı oyunu beraberlerinde getirmişlerdir. Türkler için at, mukaddes ve vazgeçilmez bir unsurdur. At sırtında doğar, at sırtında büyür, at sırtında savaşır, at sırtında ölürlerdi. Cirit oyunu, Türklerin en büyük tören ve sportif oyunu idi. Daha sonra 16. yüzyılda Osmanlı Türkleri tarafından bir savaş oyunu olarak kabul edildi. 19. yüzyılda bütün Osmanlı ülkesi ve saraylarının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu. Cirit Oyunu, daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu'da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece Balıkesir, Söğüt, Konya, Kars, Erzurum ve Bayburt yörelerinde yaşamaya devam etti. Her yıl Ertuğrul Gazi törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci pazar günleri Söğüt'te, çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır.
Cıscıvlak
Çırılçıplak anlamına gelir.
Cistik
Bar oynarken ayağa giyilen ayakkabıdır. Derisinin çok yumuşak olması en büyük özelliğidir. Bu özelliğe istinaden ayak figürleri daha kolay gerçekleştirilir. Yaşlılar tarafından giyilene markop, gençlerin giydiğine yemeni denir.
Culuh
Hindi anlamına gelir.
Cücük
Civciv anlamına gelir.
Çağdarıç Kalesi
Aşkale’nin doğusunda Karasu nehri kuzeyinde bulunan bu kale sarp bir kaya görünümündedir. III. Murat zamanında kalenin oldukça mamur olduğu bilinmektedir. Kale yanında bu dönemde bulunan tarihi köprü Serçeme çayının taşması ile yıkılmıştır. Küçük Geçit köyü bu kalenin güney yamaçlarında kurulmuştur. Yine kale üzerinde kuzey ve güney yönünde bulunan mağaraların kale içine geçmek için kullanıldığı sanılmaktadır.
Çaşır
Çiriş gibi dağlarda yetişen, buruk tadı olan yabani bir bitkidir. Çaşır katıksız yenildiği gibi, patates haşlamasıyla karıştırılıp tereyağında kavrularak da yenir. Bunun dışında çaşır haşlanır, haşlanan çaşır un ve yumurtaya batırılarak yağda kızartılır, buna çaşır kızartması denir. Şifalı olduğuna inanılır.
Çat
Erzurum ilinin güneyinde yer alan, Palandöken dağlarının güney batısındaki 1960 rakıma sahip, etrafı volkanik ve kayalık tepelerle çevrili bir arazi görünümü arz eden yüksek platoların geniş alanlara yayıldığı, fazlaca düzgün arazinin olmadığı kısmen çorak ve tuzlu topraklara sahip bir yapıda olan ilçemizdir. Çat, doğusunda Tekman, batısında Tercan, kuzeyinde Erzurum ve güneyinde Bingöl, Karlıova ve Yedisu ile çevrilidir. 1986 yılında hizmete giren Erzurum - Bingöl karayolu ilçemizden geçmektedir. Erzurum iline 52 Km. uzaklıkta olan ilçemiz Bingöl ilinin Karlıova İlçesine 61 km. mesafededir. Yüzölçümü 1386 olup, Palandöken dağları eteklerinden gelen Tuzluca ve Ağa köyü çayları ilçeyi iki taraftan çevirir. Tipik karasal iklim özelliği taşıyan ilçede kış ayları şiddetli olup, yaz ayları sıcak ve kurak geçer. Yağmur genelde bahar aylarında yağar.
Çeç Pancarı
Şalgamın yeşil saplarına "çeç" denir. İçine bulgur veya pirinç katılarak, ıspanak gibi parça et veya kavurma ile pişirilir. Üzerine sarımsaklı yoğurt dökülüp yenir.
Çifte Göbek Hamamı
Erzurum Yeğen Ağa Mahallesi’nde bulunan Çifte Göbek Hamamı XVIII. yüzyılda yapılmıştır Kitabesi bulunmamaktadır. Bakırcı Camisi’nin vakıfları arasındadır. Değişik dönemlerde yapılan onarım ve değişikliklere rağmen yine de Erzurum’un en ilginç hamamları arasındadır.
Osmanlı Hamam mimarisinin ilginç örnekleri arasında olup soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve halvet bölümlerinden meydana gelmiştir.
Çifte Kardeşler Türbesi
Karskapıya giden yolun kenarında yer alan bir ziyarettir. Halkımızın buraya bu ismi vermesinin sebebi bu iki mezar taşlarının baş ve ayak taşlarının birbirine benzemesindendir. Türbenin içerisinde yer alan kitabeye göre mezarlardan biri H.733 senesi sefer ayının sonlarında M.1332 yılında ölen Melekzade Kadı Fahrettin Davut’a aittir. İkinci mezar birincisinin benzeridir. Aynı hattatın yazısıyla yazılmış birinci kitabeye göre mezar taşı H.711 M. 1311yılında ölen Kadı İbrahim’in kızı devrinin bilginlerinden Zahide Hatun’a aittir.
Çifte Minareli Medrese
Kitabesi olmadığından ne zaman yapıldığı ve gerçek adı bilinmez. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanı'ndan Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesiyle buna Hatuniye Medresesi de denmektedir. Genelde 13. yy. sonlarında yapıldığı kabul edilir. Sultan IV. Murad'ın emriyle tophane haline getirilmiştir. Bir süre de kışla olarak kullanılmıştır. 1971-1972 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce kazı ve restorasyonu yapılan medrese halen Erzurum Yakutiye Belediye Başkanlığı'nca kullanılmaktadır.
Dört eyvanlı, açık avlulu medreselerin Anadolu'daki en büyük örneğini teşkil eder. Çifte minareli taç kapısı, güneyde ana eyvanla bitişen kümbetle değişik düzenlemeye sahiptir. Taçkapıyı kademeli kuşaklar halinde çeviren plastik hacimli bitki süslemeleri ile kalın silmeli panoların içindeki ejder, hayat ağacı, kartal motifleri cephenin en gösterişli bölümleridir. Doğudaki tamamlanmış hayat ağacı ile kartal motiflerinin bir arma olmaktan çok, Orta Asya Türk inanışına kadar uzanan gücü ve ölümsüzlüğü dile getirdiği düşünülür.