Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’i nasıl bilirdiniz?
-Cennetmekân, nûr içinde yatsın. Adı gibi: Bilge Kral…
***
1980’de Mareşal Tito ölüp 1992’de de Yugoslavya Federasyonu dağılınca Balkanlar bir anda yangın ve talan yerine dönmüştü…
Aliya, Avrupa’nın burnunun dibinde Müslümanlara sistematik soykırım yapılan o kaos döneminde Boşnak halkının hayatta kalma mücadelesine liderlik etmişti.
Acının ve vicdanın en güçlü sözcülerinden biriydi Aliya İzzetbegoviç.
Haksızlıklarla, hapis cezalarıyla, zulümle, çaresizlikle, trajedilerle geçen 10 yılın sonunda Aliya, Bosna-Hersek’in Kurucu Cumhurbaşkanı olmuştu.
Ve eski düşmanlarının da hiç gocunmadan kullandığı nitelemeyle o artık ‘Bilge Kral’dı…
Aliya İzzetbegoviç’ 22 yıl önce, 9 Aralık 1997’de Tahran’da toplanan İslam Konferansı üyelerine şöyle sesleniyordu:
‘Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların (bize) yardımı olmaz ama acı gerçekler bir ilaç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil. Kendi kendini kandıran komünizm, ‘çürümüş batı’ propagandası ile bu yanlış inancının bedelini acı bir şekilde ödedi. Batı çürümüş değil. Güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. İslam en iyisi ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz.’
Düşünebiliyor musunuz; yurttaşlarına, evlatlarına gözünün önünde kıyılan duygu dolu bir lider, düşmanca davranışlarına ya da en azından korkunç duyarsızlığına tanık olduğu bir medeniyet hakkında bunları söylüyor.
Objektif olmayı başarabiliyor.
Hem de bunu Müslüman ülkeleri yöneten liderlerin gözlerinin içine baka baka söylüyor. Şu ev sahibiymiş, şunun petrolü varmış, şu Amerika’nın çok yakınındaymış; bunları umursamıyor, konuşabiliyor!
İşte bunun için o ‘Bilge Kral’…
Hani, ‘Biz ölüyoruz ama onlar da kazanmıyorlar’ diyen…
Hani, ‘Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir’ diyen…
Hani, ‘Kur'an ve İslam sadece hocalara bırakılmayacak kadar önemlidir’ diyen…
Hani, ‘İyi insan olmadan iyi Müslüman olamayız’ diyen…
Hani, ‘İlimle din, birbirinden ayrıldığı takdirde, din insanları geri kafalılığa, ilim ise ateizme sürükler’ diyen…
Hani, ‘Müslümanlar, hayatta nasıl uygulanacak sorusundan kaçmak için Kur'an'ın nasıl okunması gerektiği hususunda geniş bir ilim ürettiler’ diyebilen…
Hani, savaş bitince kendisine yöneltilen övgüleri ‘Bir şahsın yüceltilmesi hadisesi, geçmişte ve bugün var ama İslam'a kesinlikle yabancıdır! Çünkü bu bir çeşit putçuluktur!’ diye tevazuyla geri çevirebilen…
Hani, ‘Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Düşmanına benzediğin zaman, savaşmanın anlamı kalmaz’ diye peygamberlerin barış öğretisine atıfta bulunabilen, bu olgunluk makamına erişen…
Ve nihayet ‘Hayvanlar açken tehlikeli olur. İnsanlarsa tokken tehlikeli oluyorlar’ deyip 19 Ekim 2003’te 78 yıllık muazzam hikâyesini noktalayan adam…
‘Bilge Kral’ işte…
Aliya…
O, öyle barış içindeki bir ülkede, fildişi kulesinde tacıyla tahtıyla, dalkavuklarının pohpohlamalarını dinleyip hizmetçilerin pişirdiği dünyanın en pahalı kahvesini yudumlayarak falan değil; tam aksine, cehennemden beter bir ortamda, merhametin ve güzel komşuluk anılarının her şeyden önce öldürüldüğü bir savaşta, doğulu-batılı neredeyse bütün devletlerin ve sivil toplum örgütlerinin görmezden geldiği bir jet-soykırım altında, her an ölümle burun burunayken, üstelik o durumda bile hapiste ya da sığınaklarda kitaplar yazarak; İslam Manifestosu’yla, İslam Deklarasyonu ve İslami Yeniden Doğuşun Sorunları’yla, Doğu ve Batı Arasında İslam’la, Tarihe Tanıklığım’la bilgeliğini ortaya koymuş bir adamdı…
Ordan burdan yarım yamalak Aliya sözleri alıntılamak yerine bu kitaplardan birini baştan sona okumuş olsaydık soykırımların bile geride kin ve öfkeden çok barış ve bilgelik yüklü bir alüvyon bırakabileceğini anlardık.
Ama nerde?
İşte o adam, o Bilge Kral, düşmanının -ya da artık düşmanı saymasa da kolay kolay dost veya müttefik de sayamayacağı birinin, bir toplumun, bir medeniyetin- dışa vuran doğrularını çok net görebiliyordu…
‘Doğruyu görebildiği’ için ve gördüğünü korkmadan, gocunmadan, toplumuna aydınlanmanın doğru yolunu göstermek amacıyla açık yüreklilikle ‘söyleyebildiği’ için ‘Bilge Kral’dı…
Göremeseydi ya da söylemeseydi ‘Bilge Kral’ olamazdı!
Peki biz…
Beğenmediğimiz, sürekli ama sürekli önyargılarıyla baş etmeye çalıştığımız, en nihayet haklı ya da haksız olarak başımıza gelen her olumsuzluğu kendisine fatura ettiğimiz, gerçekten düşmanımız olan ya da bizim düşmanlaştırdığımız birilerine ‘Bilge Kral’ kadar nesnel, tarafsız, objektif bakabilir miyiz?
Kral olamasak da azıcık bilgeliği beceremez miyiz?
-Cennetmekân, nûr içinde yatsın. Adı gibi: Bilge Kral…
***
1980’de Mareşal Tito ölüp 1992’de de Yugoslavya Federasyonu dağılınca Balkanlar bir anda yangın ve talan yerine dönmüştü…
Aliya, Avrupa’nın burnunun dibinde Müslümanlara sistematik soykırım yapılan o kaos döneminde Boşnak halkının hayatta kalma mücadelesine liderlik etmişti.
Acının ve vicdanın en güçlü sözcülerinden biriydi Aliya İzzetbegoviç.
Haksızlıklarla, hapis cezalarıyla, zulümle, çaresizlikle, trajedilerle geçen 10 yılın sonunda Aliya, Bosna-Hersek’in Kurucu Cumhurbaşkanı olmuştu.
Ve eski düşmanlarının da hiç gocunmadan kullandığı nitelemeyle o artık ‘Bilge Kral’dı…
Aliya İzzetbegoviç’ 22 yıl önce, 9 Aralık 1997’de Tahran’da toplanan İslam Konferansı üyelerine şöyle sesleniyordu:
‘Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların (bize) yardımı olmaz ama acı gerçekler bir ilaç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil. Kendi kendini kandıran komünizm, ‘çürümüş batı’ propagandası ile bu yanlış inancının bedelini acı bir şekilde ödedi. Batı çürümüş değil. Güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. İslam en iyisi ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz.’
Düşünebiliyor musunuz; yurttaşlarına, evlatlarına gözünün önünde kıyılan duygu dolu bir lider, düşmanca davranışlarına ya da en azından korkunç duyarsızlığına tanık olduğu bir medeniyet hakkında bunları söylüyor.
Objektif olmayı başarabiliyor.
Hem de bunu Müslüman ülkeleri yöneten liderlerin gözlerinin içine baka baka söylüyor. Şu ev sahibiymiş, şunun petrolü varmış, şu Amerika’nın çok yakınındaymış; bunları umursamıyor, konuşabiliyor!
İşte bunun için o ‘Bilge Kral’…
Hani, ‘Biz ölüyoruz ama onlar da kazanmıyorlar’ diyen…
Hani, ‘Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir’ diyen…
Hani, ‘Kur'an ve İslam sadece hocalara bırakılmayacak kadar önemlidir’ diyen…
Hani, ‘İyi insan olmadan iyi Müslüman olamayız’ diyen…
Hani, ‘İlimle din, birbirinden ayrıldığı takdirde, din insanları geri kafalılığa, ilim ise ateizme sürükler’ diyen…
Hani, ‘Müslümanlar, hayatta nasıl uygulanacak sorusundan kaçmak için Kur'an'ın nasıl okunması gerektiği hususunda geniş bir ilim ürettiler’ diyebilen…
Hani, savaş bitince kendisine yöneltilen övgüleri ‘Bir şahsın yüceltilmesi hadisesi, geçmişte ve bugün var ama İslam'a kesinlikle yabancıdır! Çünkü bu bir çeşit putçuluktur!’ diye tevazuyla geri çevirebilen…
Hani, ‘Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Düşmanına benzediğin zaman, savaşmanın anlamı kalmaz’ diye peygamberlerin barış öğretisine atıfta bulunabilen, bu olgunluk makamına erişen…
Ve nihayet ‘Hayvanlar açken tehlikeli olur. İnsanlarsa tokken tehlikeli oluyorlar’ deyip 19 Ekim 2003’te 78 yıllık muazzam hikâyesini noktalayan adam…
‘Bilge Kral’ işte…
Aliya…
O, öyle barış içindeki bir ülkede, fildişi kulesinde tacıyla tahtıyla, dalkavuklarının pohpohlamalarını dinleyip hizmetçilerin pişirdiği dünyanın en pahalı kahvesini yudumlayarak falan değil; tam aksine, cehennemden beter bir ortamda, merhametin ve güzel komşuluk anılarının her şeyden önce öldürüldüğü bir savaşta, doğulu-batılı neredeyse bütün devletlerin ve sivil toplum örgütlerinin görmezden geldiği bir jet-soykırım altında, her an ölümle burun burunayken, üstelik o durumda bile hapiste ya da sığınaklarda kitaplar yazarak; İslam Manifestosu’yla, İslam Deklarasyonu ve İslami Yeniden Doğuşun Sorunları’yla, Doğu ve Batı Arasında İslam’la, Tarihe Tanıklığım’la bilgeliğini ortaya koymuş bir adamdı…
Ordan burdan yarım yamalak Aliya sözleri alıntılamak yerine bu kitaplardan birini baştan sona okumuş olsaydık soykırımların bile geride kin ve öfkeden çok barış ve bilgelik yüklü bir alüvyon bırakabileceğini anlardık.
Ama nerde?
İşte o adam, o Bilge Kral, düşmanının -ya da artık düşmanı saymasa da kolay kolay dost veya müttefik de sayamayacağı birinin, bir toplumun, bir medeniyetin- dışa vuran doğrularını çok net görebiliyordu…
‘Doğruyu görebildiği’ için ve gördüğünü korkmadan, gocunmadan, toplumuna aydınlanmanın doğru yolunu göstermek amacıyla açık yüreklilikle ‘söyleyebildiği’ için ‘Bilge Kral’dı…
Göremeseydi ya da söylemeseydi ‘Bilge Kral’ olamazdı!
Peki biz…
Beğenmediğimiz, sürekli ama sürekli önyargılarıyla baş etmeye çalıştığımız, en nihayet haklı ya da haksız olarak başımıza gelen her olumsuzluğu kendisine fatura ettiğimiz, gerçekten düşmanımız olan ya da bizim düşmanlaştırdığımız birilerine ‘Bilge Kral’ kadar nesnel, tarafsız, objektif bakabilir miyiz?
Kral olamasak da azıcık bilgeliği beceremez miyiz?