
“Ey Peygamber! Allah’tan çekin, inkârcılara ve ikiyüzlülere boyun eğme; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Ahzâb 1)
Surenin 2’nci ve 3’ncü ayetlerinde ise “Rabbinden sana vahyedilene uy; Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a güven; vekil olarak Allah yeter,” buyuruluyor.
Kuşkusuz Kuran’daki hemen her ayet gibi bu üç ayetin de iniş sebepleri var, fakat biz tarihsel durum üzerinde durmayıp ayetlerin evrensel mesajını anlamaya çalışacağız.
İnsanın her iki dünyadaki saadeti ve kurtuluşu Allah’a güvenmektir. Allah’a güvenmek ise kuru bir teslimiyet yahut sığınma hâli değildir. Güvenmek; Allah ne emrediyorsa onu yapıp sonuçları sabır ve tevekkülle karşılamaktır. Müslüman olmak da aslında Allah’ın dileğine uygun bir hayat yaşamaktan ibarettir denilebilir.
Tarihsel olarak pek çok hadise gerçekleşiyor, devletler, hükümetler kurulup yıkılıyor, milyonlarca, milyarlarca insan, seller sular gibi gelip geçiyor. Tabiattaki oluş-yok oluş sürecinde iki şey, -hak din ve tabiat- insandan daha uzun bir ömre sahiptir. İnanan insan ‘hak din’ konusunda inanmayan insana boyun eğip onun dediğini yapamaz ve din aleyhtarı düşüncesine katılamaz. Kamu düzeni, politik ortam vb. etki alanları içindeki inanlı insan izole bir durumda kalabilir, bu durumda da hiç olmazsa, Allah’a güvenip kalpteki imanı korumak öncelikli bir görev olmalıdır.
Rabbimiz, birinci ayette, alim ve hakim olduğunu; ikinci ayette; habir (her şeyden haberdar) olduğunu; üçüncü ayette ise vekil olduğunu vurgulamıştır. O halde inan insanına düşen Kuran’da, yapmak üzere kendine ne emredilmişse onu yapmaya çalışmaktır; namaz emredilmişse namaz kılmak gerekir, yalan söylemek men edilmişse yalan söylememeli kimseye zulmetmeyin denilmişe, kimseye zulmedilmemeli; zenginliğinizden başkasına verin diye buyurulmuşsa buyruğa uymak gerekir.
İnan sahiplerine amel-i salihlerine karşılık vekili olan Allah’ın Kuran’daki her emri, her ikazı ilim ve hikmettir. Kuran’ı anlamak gayretinde olan inanlı insan, ibadet ederek kulluğunu gösterdiği gibi, ibadetler yoluyla maddi ve manevi varlığını da korumaktadır. Bu özelikteki insan, hangi çağda, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, hayatı el-vekilin güvencesi altındadır ve o kul, vaat edilmiş ebedi cennete ulaşacaktır.
Sonuç: Bu dünyada emanet bir hayatımız var, aslına ahrette kavuşacağız. Peygamberimize hitaben ifade buyurulan bu ayetler, aynı zamanda, onun Hak yolunu benimsemiş mümin kimselere, ‘ben’ emanetini ahrete imanlı bir şekilde ulaştırmak üzere verilmiş, kıyamete kadar geçerli, ilahi bir talimattır. Ele almaya çalıştığımız üç ayete topluca tekrar bakıp üzerinde daha derin düşünmemiz gerekir:
“Ey Peygamber! Allah’tan çekin, inkârcılara ve ikiyüzlülere boyun eğme; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. Rabbinden sana vahyedilene uy; Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a güven; vekil olarak Allah yeter.”
Surenin 2’nci ve 3’ncü ayetlerinde ise “Rabbinden sana vahyedilene uy; Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a güven; vekil olarak Allah yeter,” buyuruluyor.
Kuşkusuz Kuran’daki hemen her ayet gibi bu üç ayetin de iniş sebepleri var, fakat biz tarihsel durum üzerinde durmayıp ayetlerin evrensel mesajını anlamaya çalışacağız.
İnsanın her iki dünyadaki saadeti ve kurtuluşu Allah’a güvenmektir. Allah’a güvenmek ise kuru bir teslimiyet yahut sığınma hâli değildir. Güvenmek; Allah ne emrediyorsa onu yapıp sonuçları sabır ve tevekkülle karşılamaktır. Müslüman olmak da aslında Allah’ın dileğine uygun bir hayat yaşamaktan ibarettir denilebilir.
Tarihsel olarak pek çok hadise gerçekleşiyor, devletler, hükümetler kurulup yıkılıyor, milyonlarca, milyarlarca insan, seller sular gibi gelip geçiyor. Tabiattaki oluş-yok oluş sürecinde iki şey, -hak din ve tabiat- insandan daha uzun bir ömre sahiptir. İnanan insan ‘hak din’ konusunda inanmayan insana boyun eğip onun dediğini yapamaz ve din aleyhtarı düşüncesine katılamaz. Kamu düzeni, politik ortam vb. etki alanları içindeki inanlı insan izole bir durumda kalabilir, bu durumda da hiç olmazsa, Allah’a güvenip kalpteki imanı korumak öncelikli bir görev olmalıdır.
Rabbimiz, birinci ayette, alim ve hakim olduğunu; ikinci ayette; habir (her şeyden haberdar) olduğunu; üçüncü ayette ise vekil olduğunu vurgulamıştır. O halde inan insanına düşen Kuran’da, yapmak üzere kendine ne emredilmişse onu yapmaya çalışmaktır; namaz emredilmişse namaz kılmak gerekir, yalan söylemek men edilmişse yalan söylememeli kimseye zulmetmeyin denilmişe, kimseye zulmedilmemeli; zenginliğinizden başkasına verin diye buyurulmuşsa buyruğa uymak gerekir.
İnan sahiplerine amel-i salihlerine karşılık vekili olan Allah’ın Kuran’daki her emri, her ikazı ilim ve hikmettir. Kuran’ı anlamak gayretinde olan inanlı insan, ibadet ederek kulluğunu gösterdiği gibi, ibadetler yoluyla maddi ve manevi varlığını da korumaktadır. Bu özelikteki insan, hangi çağda, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, hayatı el-vekilin güvencesi altındadır ve o kul, vaat edilmiş ebedi cennete ulaşacaktır.
Sonuç: Bu dünyada emanet bir hayatımız var, aslına ahrette kavuşacağız. Peygamberimize hitaben ifade buyurulan bu ayetler, aynı zamanda, onun Hak yolunu benimsemiş mümin kimselere, ‘ben’ emanetini ahrete imanlı bir şekilde ulaştırmak üzere verilmiş, kıyamete kadar geçerli, ilahi bir talimattır. Ele almaya çalıştığımız üç ayete topluca tekrar bakıp üzerinde daha derin düşünmemiz gerekir:
“Ey Peygamber! Allah’tan çekin, inkârcılara ve ikiyüzlülere boyun eğme; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. Rabbinden sana vahyedilene uy; Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a güven; vekil olarak Allah yeter.”