“Allah, o gördüğünüz gökleri direksiz yükselten, sonra arşa hükmeden, güneşi ve ayı da emrine boyun eğdirendir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gider. (O, her) işi İdare eder; âyetleri açıklar ki, Rabbinize kavuşacağınıza kat’î olarak inanasınız!” (Ra’d 2)
Aliya Izzetbegoviç’in bir sözü var, “Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım,” diye. Yeryüzündeki her şeyin gökyüzüyle yakın ilişkisi vardır. İnsanlar gökyüzünü tekil kullanır, fakat Rabbimiz gökler diye çoğul ifade etmektedir. Yakın gökyüzü ve derin gökler hemen her insanın hayret, hayranlık, acizlik, huzur, merak, hatta güven gibi hislerine kaynaklık eder. Şu an yeryüzünde yedi milyarı aşkın insan olduğu söyleniyor; gökler bu insanlara aittir, gökler herkesindir; gündüz göğünün güneşi ve mavisiyle, gece göğünün lacivert karanlığı, ayı ve yıldızlarıyla, gökler varoluşun adeta gözesi gibidir; gökler, herkesin hayat kaynağıdır. Gökler öyle bir sır ve imkândır ki, ona bakan, aklen ve hayalen ta cennetlere kadar gitmektedir. Göklere bakıp huzur bulan insanlık acaba cennet denilen âlemde nasıl bir saadete erecektir?
Gökleri olan insanlık için bir yitiş, bir yok oluş söz konusu değildir. Gökler, insan türünün kurtuluşudur; ruhsal yalnızlık, göklere bakınca yok olur. İnsan, gökler sayesinde, göklerin ötesiyle güçlü bağlar kurar; bilir ki, bu gökler boş değildir, hele sahipsiz hiç değildir. Sadece yeryüzüne bakan rahatsızlık duyabilir, huzursuz bir hayat yaşayabilir; kendi ruhsal benliğine ve yaşadığı hayata yabancılaşan modern insan, başını kaldırıp baktığında, göklerle kim olduğunu, bu dünyada niçin bulunduğunu, bu dünyaya nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilebilir; gökleri olan insanlık kesinlikle yalnız değildir!
Bilim adamları göklerle ilgili çok az şey bildiklerini itiraf etmektedirler. Gündüz yahut gece gökyüzüne bakan kişi Allah’ın ilmine ve kudretine baktığını bilmelidir. Bizi saran hava küreden başlayıp sonsuzluğa uzanan gökler sırlarla doludur; içinde yüzdüğümüz havada kuşlar ve uçaklar uçmakta; daha üstümüzde ay ve güneş evimizi aydınlatmakta, daha derinlerde yıldızlar bize göz kırpmaktadır. Bulut, yağmur, kar, rüzgâr, gök kuşağı, atmosfere çarpan meteorlar, gök kubbemizin mucizeleridir. Gökler olmasaydı yeryüzü olamazdı. Farkında değiliz belki, ama aslında aldığımız nefes bile göksel bir nefestir; yani gökler bizim soluğumuzdur.
Ayette geçen Arş sözcüğüyle ilgili çeşitli ayetlerde açıklamalar ve işaretler bulunmaktadır: Kelime anlamı; tavan, çatı, dam, örtü; taht, sedir olan Arş ifadesi, maddî ve manevî, bütün âlemleri içine almaktadır. Arş, dokuzuncu gök olarak da ifade edilmiştir. Yine yapılagelen izahlara göre Arş, âlem tasavvurunun en yüce yeridir; nurânî bir varlık, küllî bir mekândır. Kuran-ı Kerim’de, Allahü Teâlâ’nın yerleri, gökleri ve ikisi arasındaki varlıkları altı günde (devir) yarattıktan sonra Arş’ta karar kıldığı ifade edilmiştir. Arş’ı melekler başları üzerinde taşımaktadırlar; Arş’ı taşıyan dört ulu meleğe “Hamele-i Arş” denilmektedir. Yine Kuran’da, Hz. Cebrail’in Arş’ta makâmı bulunduğu bildirilmiştir. Velhasıl, bütün mezâhir Allah’ın Arş’ıdır.
Tasavvufî yorumlarda ise Arş’a “Nefs-i Küll” de denilmiştir. Arş, kâinatın küllî ruhu olup maddî âlemin ilk tabakasıdır. Arş, Allah’ın kudretinin tecelli ettiği yer olduğundan “İlahî Taht” kabul edilip, “Arş-ı a’la, Arş-ı muallâ, Arş-ı Rahmân, Arş-ı İlâhî, Arş-ı Yezdân, Felek-i a’zam” gibi adlar da verilmiştir. Daha ileri bir mana olarak (tasavvufî yorum) insan, esmayı ilâhîyi gösteren, enfüs ü âfâkı câmi bir binadır; Âdem/İnsan, mahiyeti itibariyle varlığın kemal derecesidir. Haliyle ilahî arş, insandır ve Allah, âlem-i ulvî olan insan arşını istiva etmiştir. İnsanın âlem-i ulvi oluşunun kanıtı da insanda akıl, ilim, kelâm, irade, kudret gibi sıfatların bulunmasıdır. Bu âlemler, baştanbaşa, bir ağaç olsa insan bu ağacın meyvesi; gaye-i ilahisidir. İnsan, arş-ı rahmandır; Hak dostlarının gönlü Hakk’ın hem arşı hem de kürsisidir; Hak Teâlâ insandadır; insanın sureti, arş-ı Huda’dır; Rabbimizin yere göğe sığmayan tecelli nurları insanın gönlüne sığmıştır; insan öyle bir arştır ki, her ne varsa âlemde örneği âdemde mevcuttur; âdem sırr-ı Kur’an’dır; arş-ı Rahman’dır, zât-ı Sübhandır; ahret yurdudur, velhasıl dünya ve ukba Âdem’de cem olmuştur.
Sonuç: Bütün âlemlerinde, zahirde, batında, geçmişte, şimdiki zamanda ve gelecekte, her ne yaratıyorsa, her işte hakiki tesir sahibi, fâil-i hakikî Allahü Teâlâ’dır. Arş ve istiva dışında varlık yoktur. Varlık Rabbimizin emrine göre belli bir vakte kadar hareket eder. O, her işi idare etmektedir. Sonra da her iş O’na dönmektedir.
Aliya Izzetbegoviç’in bir sözü var, “Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım,” diye. Yeryüzündeki her şeyin gökyüzüyle yakın ilişkisi vardır. İnsanlar gökyüzünü tekil kullanır, fakat Rabbimiz gökler diye çoğul ifade etmektedir. Yakın gökyüzü ve derin gökler hemen her insanın hayret, hayranlık, acizlik, huzur, merak, hatta güven gibi hislerine kaynaklık eder. Şu an yeryüzünde yedi milyarı aşkın insan olduğu söyleniyor; gökler bu insanlara aittir, gökler herkesindir; gündüz göğünün güneşi ve mavisiyle, gece göğünün lacivert karanlığı, ayı ve yıldızlarıyla, gökler varoluşun adeta gözesi gibidir; gökler, herkesin hayat kaynağıdır. Gökler öyle bir sır ve imkândır ki, ona bakan, aklen ve hayalen ta cennetlere kadar gitmektedir. Göklere bakıp huzur bulan insanlık acaba cennet denilen âlemde nasıl bir saadete erecektir?
Gökleri olan insanlık için bir yitiş, bir yok oluş söz konusu değildir. Gökler, insan türünün kurtuluşudur; ruhsal yalnızlık, göklere bakınca yok olur. İnsan, gökler sayesinde, göklerin ötesiyle güçlü bağlar kurar; bilir ki, bu gökler boş değildir, hele sahipsiz hiç değildir. Sadece yeryüzüne bakan rahatsızlık duyabilir, huzursuz bir hayat yaşayabilir; kendi ruhsal benliğine ve yaşadığı hayata yabancılaşan modern insan, başını kaldırıp baktığında, göklerle kim olduğunu, bu dünyada niçin bulunduğunu, bu dünyaya nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilebilir; gökleri olan insanlık kesinlikle yalnız değildir!
Bilim adamları göklerle ilgili çok az şey bildiklerini itiraf etmektedirler. Gündüz yahut gece gökyüzüne bakan kişi Allah’ın ilmine ve kudretine baktığını bilmelidir. Bizi saran hava küreden başlayıp sonsuzluğa uzanan gökler sırlarla doludur; içinde yüzdüğümüz havada kuşlar ve uçaklar uçmakta; daha üstümüzde ay ve güneş evimizi aydınlatmakta, daha derinlerde yıldızlar bize göz kırpmaktadır. Bulut, yağmur, kar, rüzgâr, gök kuşağı, atmosfere çarpan meteorlar, gök kubbemizin mucizeleridir. Gökler olmasaydı yeryüzü olamazdı. Farkında değiliz belki, ama aslında aldığımız nefes bile göksel bir nefestir; yani gökler bizim soluğumuzdur.
Ayette geçen Arş sözcüğüyle ilgili çeşitli ayetlerde açıklamalar ve işaretler bulunmaktadır: Kelime anlamı; tavan, çatı, dam, örtü; taht, sedir olan Arş ifadesi, maddî ve manevî, bütün âlemleri içine almaktadır. Arş, dokuzuncu gök olarak da ifade edilmiştir. Yine yapılagelen izahlara göre Arş, âlem tasavvurunun en yüce yeridir; nurânî bir varlık, küllî bir mekândır. Kuran-ı Kerim’de, Allahü Teâlâ’nın yerleri, gökleri ve ikisi arasındaki varlıkları altı günde (devir) yarattıktan sonra Arş’ta karar kıldığı ifade edilmiştir. Arş’ı melekler başları üzerinde taşımaktadırlar; Arş’ı taşıyan dört ulu meleğe “Hamele-i Arş” denilmektedir. Yine Kuran’da, Hz. Cebrail’in Arş’ta makâmı bulunduğu bildirilmiştir. Velhasıl, bütün mezâhir Allah’ın Arş’ıdır.
Tasavvufî yorumlarda ise Arş’a “Nefs-i Küll” de denilmiştir. Arş, kâinatın küllî ruhu olup maddî âlemin ilk tabakasıdır. Arş, Allah’ın kudretinin tecelli ettiği yer olduğundan “İlahî Taht” kabul edilip, “Arş-ı a’la, Arş-ı muallâ, Arş-ı Rahmân, Arş-ı İlâhî, Arş-ı Yezdân, Felek-i a’zam” gibi adlar da verilmiştir. Daha ileri bir mana olarak (tasavvufî yorum) insan, esmayı ilâhîyi gösteren, enfüs ü âfâkı câmi bir binadır; Âdem/İnsan, mahiyeti itibariyle varlığın kemal derecesidir. Haliyle ilahî arş, insandır ve Allah, âlem-i ulvî olan insan arşını istiva etmiştir. İnsanın âlem-i ulvi oluşunun kanıtı da insanda akıl, ilim, kelâm, irade, kudret gibi sıfatların bulunmasıdır. Bu âlemler, baştanbaşa, bir ağaç olsa insan bu ağacın meyvesi; gaye-i ilahisidir. İnsan, arş-ı rahmandır; Hak dostlarının gönlü Hakk’ın hem arşı hem de kürsisidir; Hak Teâlâ insandadır; insanın sureti, arş-ı Huda’dır; Rabbimizin yere göğe sığmayan tecelli nurları insanın gönlüne sığmıştır; insan öyle bir arştır ki, her ne varsa âlemde örneği âdemde mevcuttur; âdem sırr-ı Kur’an’dır; arş-ı Rahman’dır, zât-ı Sübhandır; ahret yurdudur, velhasıl dünya ve ukba Âdem’de cem olmuştur.
Sonuç: Bütün âlemlerinde, zahirde, batında, geçmişte, şimdiki zamanda ve gelecekte, her ne yaratıyorsa, her işte hakiki tesir sahibi, fâil-i hakikî Allahü Teâlâ’dır. Arş ve istiva dışında varlık yoktur. Varlık Rabbimizin emrine göre belli bir vakte kadar hareket eder. O, her işi idare etmektedir. Sonra da her iş O’na dönmektedir.