
Okulların değişmeyen geleneğidir; eğitim-öğretim yılı başladıktan kısa süre sonra öğretmenler, velilere ‘Buyrun gelin, yol haritamıza beraber göz atalım’ derler.
Franchising okullarla, modern kampüslerle falan ilgisi yoktur bunun; yüzlerce, belki de binlerce yıldır böyledir.
Metropollerdeki kolejlerde de köy okullarında da…
Daha doğrusu ‘iyi okulların tümünde’ daima böyledir…
Geçtiğimiz iki hafta boyunca akademik takım arkadaşlarımla birlikte içerikleri birbirinden oldukça farklı dört ayrı veli toplantısı gerçekleştirdikten sonra, şimdi, ‘veli toplantılarının geride nasıl bir alüvyon bıraktığı’ konusunu düşünüyor olmam sanırım doğal bir durumdur.
***
Sene başı veli-öğretmen toplantıları, diplomatik söyleyişle bir ‘ilk diyalog’ gereksiniminin ürünüdür. Öte yandan, veli açısından bakıldığında ise ‘Henüz her şeyin başındayken sizinle paylaşmam gereken özel durumlar var öğretmenim; çocuğumu ancak bu bilgiler ışığında doğru anlayabilirsin ve ona ancak böylelikle gerçekçi biçimde yön verebilirisin’ demektir bu toplantılar.
Binlerce sayfalık bir anlatı için kısa bir önsöz…
Bundandır ki veli-öğretmen toplantıları, her halükârda yoğun ‘keşif’ içerir. Önceki yıllardan birbirini tanıyan veliler ve öğretmenler arasında vuku buluyor olsa da bu, bir tür ‘yeniden tanışmadır’…
Okul çocukları aylık, hatta haftalık periyotlarla çok ciddi değişimler geçirebilmektedirler çünkü…
Dolayısıyla bu toplantılar, bir çeşit ‘navigasyon brifingidir’.
Yeniden biçimlenmiş yerler, güncellenmiş yönler, doğal psikolojik veya biyo-kimyasal değişimler ve yeni gereksinimler hakkında, kısa ama çok verimli bilgilendirmeler…
***
Mesleğim ya da baba olarak sorumluğum gereği, veli-öğretmen toplantılarında masanın iki tarafında da defalarca bulundum. Bazen veli olarak bazen de öğretmen ya da okul yöneticisi olarak, herhalde bugüne dek üç yüzü aşkın toplantıda yer aldım. Dinleyici, konuşmacı, bazen uzlaştırıcı oldum.
Çocuğumla ilgili sıkıntı verici bir durumu açıklığa kavuşturmak için veli sandalyesine oturup konuştuğum da oldu, müdür koltuğuna oturup sıkıntı içindeki velilerin açıklamalarını dinlemişliğim de…
Ve inanınız ki ister veli olarak bulunayım, ister eğitimci olarak; ister sene başındaki ‘keşif toplantısı’ olsun, ister senenin ilerleyen dönemlerindeki ‘hasat veya hesap toplantısı’, bulunduğum veli-öğretmen toplantılarının her birinde çok ama çok değerli bilgiler derledim. Bunlar, beni veli olarak da öğretmen olarak da eğitim yöneticisi olarak da başka hiçbir kursun sağlayamayacağı düzeyde eğitti, geliştirdi.
Bakış açımı genişletti öğrendiklerim.
Peki…
Ne mi öğrendim onca toplantıdan?
Eğer insanın kendi çocuğu söz konusuysa ‘objektif olabilmesi’ dünyanın en zor işidir!
Her şeyden önce bunu öğrendim.
Bu önemli keşfi ‘kendi çocuğumuz söz konusu olduğunda tarafsız yargılar geliştirebilirsek okullarda yaşanan sorunları çözmenin çok kolaylaşacağı’ bilgisini öğrenmem izledi…
Girişik durumlar…
Sonra o toplantılarda -daha evvelki eğitsel deneyimlerimin üzerine, bir kez daha- öğrendim ki ‘iyi bir konuşmacı olduğunuzda insanlar sizi alkışlayabilirler; ama iyi bir dinleyici olduğunuzda size inanırlar, güvenirler ve sizi severler’.
Sevilmek, alkışlanmaktan çok daha önemlidir.
Dinlemek de konuşmaktan…
Bir şey daha var:
Sözünü ettiğim toplantılar, bana rasyonel tutumun ne denli önemli olduğunu öğretti. Sayıların, sözcüklerden daha açıklayıcı; istatistiğin hikâyelerden daha etkileyici olduğunu gösterdi…
Oysa biz, bizzat kendimizi ‘doğunun akıldan ziyade duyguya dayalı algı ve söylemine’ yatkın zannederiz.
Ve sanırız ki ‘kelimeler, rakamlardan önce gelir’…
Öyle değil(miş) aslında. Ben, öğretmen veya yönetici tarafında oturduğum toplantıların tamamında, sorumluluk üstlendiğim bütün kritik anlarda, tüm ciddi kriz çözümlerinde; derlediğim sayılara, oluşturduğum istatistiklere, gerçeği en iyi ifade eden nesnel figürlere, yorumdan arındırılmış kayıtlara başvurdum.
Ve birkaç istisna hariç hepsinde kabul gördüm.
Bizim doğu dünyasına ait yanımızın sayılarla -daha doğrusu akılla, rasyonellikle- bir sorunu olmadığını defalarca ama defalarca deneyimledim.
Bu yaklaşımımdan, üslubumdan ya da elde ettiğim sonuçlardan dolayı neredeyse hiç eleştiri almadım.
Özetle:
Eğer herhangi bir toplantıdan söz ediyorsak hesap dökümlerini, seyir kayıtlarını kullanmak ve onları referans saymak, önyargı ya da ilüzyon yüklü hikâyelerle yol almaya çalışmaktan daha iyidir.
Öyle bir durumda matematik, edebiyatın önüne geçer…
Bir edebiyatçı olarak itiraf etmek azıcık canımı yaksa da bu böyledir işte!
***
Esas hikâyeyi toparlayalım:
Eğer okula giden bir çocuğunuz varsa…
Siz siz olun, bugünlerde ya da dönem içerisinde çocuğunuzun okulundan gelecek ‘veli toplantısı davetini’ hafife almayın. ‘Hep aynı şeyler’ demeyin! Zira çocuğunuz sürekli büyümekte olduğuna göre sizin de söyleyeceğiniz veya duyacağınız ‘yeni oluşmuş şeyler’ illa ki vardır!
Ve bu yeni şeyler de hayatınızda daha sonra oluşacak çoğu şeyin ipucudur!
Franchising okullarla, modern kampüslerle falan ilgisi yoktur bunun; yüzlerce, belki de binlerce yıldır böyledir.
Metropollerdeki kolejlerde de köy okullarında da…
Daha doğrusu ‘iyi okulların tümünde’ daima böyledir…
Geçtiğimiz iki hafta boyunca akademik takım arkadaşlarımla birlikte içerikleri birbirinden oldukça farklı dört ayrı veli toplantısı gerçekleştirdikten sonra, şimdi, ‘veli toplantılarının geride nasıl bir alüvyon bıraktığı’ konusunu düşünüyor olmam sanırım doğal bir durumdur.
***
Sene başı veli-öğretmen toplantıları, diplomatik söyleyişle bir ‘ilk diyalog’ gereksiniminin ürünüdür. Öte yandan, veli açısından bakıldığında ise ‘Henüz her şeyin başındayken sizinle paylaşmam gereken özel durumlar var öğretmenim; çocuğumu ancak bu bilgiler ışığında doğru anlayabilirsin ve ona ancak böylelikle gerçekçi biçimde yön verebilirisin’ demektir bu toplantılar.
Binlerce sayfalık bir anlatı için kısa bir önsöz…
Bundandır ki veli-öğretmen toplantıları, her halükârda yoğun ‘keşif’ içerir. Önceki yıllardan birbirini tanıyan veliler ve öğretmenler arasında vuku buluyor olsa da bu, bir tür ‘yeniden tanışmadır’…
Okul çocukları aylık, hatta haftalık periyotlarla çok ciddi değişimler geçirebilmektedirler çünkü…
Dolayısıyla bu toplantılar, bir çeşit ‘navigasyon brifingidir’.
Yeniden biçimlenmiş yerler, güncellenmiş yönler, doğal psikolojik veya biyo-kimyasal değişimler ve yeni gereksinimler hakkında, kısa ama çok verimli bilgilendirmeler…
***
Mesleğim ya da baba olarak sorumluğum gereği, veli-öğretmen toplantılarında masanın iki tarafında da defalarca bulundum. Bazen veli olarak bazen de öğretmen ya da okul yöneticisi olarak, herhalde bugüne dek üç yüzü aşkın toplantıda yer aldım. Dinleyici, konuşmacı, bazen uzlaştırıcı oldum.
Çocuğumla ilgili sıkıntı verici bir durumu açıklığa kavuşturmak için veli sandalyesine oturup konuştuğum da oldu, müdür koltuğuna oturup sıkıntı içindeki velilerin açıklamalarını dinlemişliğim de…
Ve inanınız ki ister veli olarak bulunayım, ister eğitimci olarak; ister sene başındaki ‘keşif toplantısı’ olsun, ister senenin ilerleyen dönemlerindeki ‘hasat veya hesap toplantısı’, bulunduğum veli-öğretmen toplantılarının her birinde çok ama çok değerli bilgiler derledim. Bunlar, beni veli olarak da öğretmen olarak da eğitim yöneticisi olarak da başka hiçbir kursun sağlayamayacağı düzeyde eğitti, geliştirdi.
Bakış açımı genişletti öğrendiklerim.
Peki…
Ne mi öğrendim onca toplantıdan?
Eğer insanın kendi çocuğu söz konusuysa ‘objektif olabilmesi’ dünyanın en zor işidir!
Her şeyden önce bunu öğrendim.
Bu önemli keşfi ‘kendi çocuğumuz söz konusu olduğunda tarafsız yargılar geliştirebilirsek okullarda yaşanan sorunları çözmenin çok kolaylaşacağı’ bilgisini öğrenmem izledi…
Girişik durumlar…
Sonra o toplantılarda -daha evvelki eğitsel deneyimlerimin üzerine, bir kez daha- öğrendim ki ‘iyi bir konuşmacı olduğunuzda insanlar sizi alkışlayabilirler; ama iyi bir dinleyici olduğunuzda size inanırlar, güvenirler ve sizi severler’.
Sevilmek, alkışlanmaktan çok daha önemlidir.
Dinlemek de konuşmaktan…
Bir şey daha var:
Sözünü ettiğim toplantılar, bana rasyonel tutumun ne denli önemli olduğunu öğretti. Sayıların, sözcüklerden daha açıklayıcı; istatistiğin hikâyelerden daha etkileyici olduğunu gösterdi…
Oysa biz, bizzat kendimizi ‘doğunun akıldan ziyade duyguya dayalı algı ve söylemine’ yatkın zannederiz.
Ve sanırız ki ‘kelimeler, rakamlardan önce gelir’…
Öyle değil(miş) aslında. Ben, öğretmen veya yönetici tarafında oturduğum toplantıların tamamında, sorumluluk üstlendiğim bütün kritik anlarda, tüm ciddi kriz çözümlerinde; derlediğim sayılara, oluşturduğum istatistiklere, gerçeği en iyi ifade eden nesnel figürlere, yorumdan arındırılmış kayıtlara başvurdum.
Ve birkaç istisna hariç hepsinde kabul gördüm.
Bizim doğu dünyasına ait yanımızın sayılarla -daha doğrusu akılla, rasyonellikle- bir sorunu olmadığını defalarca ama defalarca deneyimledim.
Bu yaklaşımımdan, üslubumdan ya da elde ettiğim sonuçlardan dolayı neredeyse hiç eleştiri almadım.
Özetle:
Eğer herhangi bir toplantıdan söz ediyorsak hesap dökümlerini, seyir kayıtlarını kullanmak ve onları referans saymak, önyargı ya da ilüzyon yüklü hikâyelerle yol almaya çalışmaktan daha iyidir.
Öyle bir durumda matematik, edebiyatın önüne geçer…
Bir edebiyatçı olarak itiraf etmek azıcık canımı yaksa da bu böyledir işte!
***
Esas hikâyeyi toparlayalım:
Eğer okula giden bir çocuğunuz varsa…
Siz siz olun, bugünlerde ya da dönem içerisinde çocuğunuzun okulundan gelecek ‘veli toplantısı davetini’ hafife almayın. ‘Hep aynı şeyler’ demeyin! Zira çocuğunuz sürekli büyümekte olduğuna göre sizin de söyleyeceğiniz veya duyacağınız ‘yeni oluşmuş şeyler’ illa ki vardır!
Ve bu yeni şeyler de hayatınızda daha sonra oluşacak çoğu şeyin ipucudur!