-Anneler günü iki damla yaşa karşılık gelen öksüzlere-
Ne kadar yorulmuşsun anne!
Ne çok yormuşuz seni…
Kendi yükün yetmezmiş gibi sana, daha neleri yüklemişiz yorgun boynuna.
Kuş misali çırpındıkça kanayan yüreğine ne dikenli teller geçirmişiz…
Ne çok sarp yollara doğru çevirmişiz menzilini..
Yürümekten yıpranmış sandığımız ayakkabıların değilmiş meğer…
Senin pabuçların büyük geldiği için çıkmıyormuş ayacıklarından…
İnsanın ayakları küçülüyormuş meğer, boyu kısalıyormuş derinleştikçe alnında biriken çizgiler.
Ne çok gadretmişiz sana meğer…
Küçükken ağlayarak böldüğümüz uykularını büyüdükçe daha çok rahatsız eder olmuşuz.
Bir ömür uyutmadığımız için mi şimdi açmıyorsun gözlerini anne!
Her yanımıza gelmek istediğinde, kaynayan kanımızın tesiriyle evden kaçmaya bin bahane uydurduğumuzdan mı, sarmak için açtığımız kollarımıza dolamıyorsun boynunu!
Öpmeye kıyamadığın yanaklamıza her yaklaştığında, “ayıp oluyor büyüdük artık anne!” dediğimiz için mi, yanaklarımızdaki ıslaklık sadece gözyaşlarımızdan…
Ne çok sana sevgimizi belli edememişiz anne!
Türlü uğraşlarımızdan iki dakikalığına olsun kopup sana “alo” diyemediğimiz için mi bütün çağrılarımızı cevapsız bırakışın.
Gidişin, sen peşimizden koştukça kaçışımıza kederlendiğin için mi anne?
Yüreğimizi yarışın, anne yüreğinin nasıl şerha şerha olduğunu bize belletmek için mi?
Biz senin bizim için dinmeyen yaşlarını…
Yorulmak nedir bilmeden peşimizden koşmalarını…
Görmediğinde duyduğun tarifsiz endişenin nasıl kalbini kavurduğunu…
Anladık anne!
Senin gözlerini pencereye dikerek bizi bekleyişini şimdi, şimdi bildik anne.
Aynı bizim gözyaşlarımızla ıslattığımız toprağının başında beklememize benziyormuş.
Biz seni bizi çok sevdiğin için her gece meraktan öldürdük diye mi…
Senin cennet manzaralı sonsuzluk evine her gelişimizde bizi sensiz yolluyorsun geri.
Seni kaybedemeyecek kadar çok sevmişiz anne!
Evet, söyleyememişiz…
Doğru, seninle olmanın kıymetini bilememişiz…
Sensizliğin nasıl bir keder yüklediğini kimsesiz kalbimize, anlayamamışız…
Hepsi doğru anne!
Ama bütün bunları biz sana yaptık diye bizi öksüz bırakman doğru mu anne…
Bizi bir süreliğine de olsa susarak cezalandırıyor olman…
Alnımızdaki çizgilerin hızla derinleşmesine onları okşayarak engellemeye kalkmaman…
Kahkahalarımızın tebessüm kadar kalmasına göz yumman…
Doğru mu anne!
Doğru mu bizi dünyanın sonuna kadar terk etmiş olman…
Doğru mu anne!
Bizimle artık sadece, sana hiç rahat vermediğimiz rüyalarda bulaşacak olman…
Doğru mu, bizim için fotoğrafta gülümseyen kadın rolünü hiç değiştirmeden sürdürecek olman..
Doğru mu?
Kelimelerimizin artık sadece dualarda birleşeceğine razı olduğun, doğru mu anne?
Doğruysa söz veriyorum anne, bu sefer seni hiç yalnız bırakmayacağım!
Toprağın kurumuş, kabrinin başındaki çiçekler sararmış, aynı benim “gülcemallim” diyerek sevdiğin yüzüm gibi…
Hoşçakal anne… yeniden sarılıncaya kadar evladına…
Öpmelerine doyuncaya kadar, hoşçakal!
Bir Cümle
Demek ki kimi yaralar, günü geldiğinde acımak için bekliyor!
Ne kadar yorulmuşsun anne!
Ne çok yormuşuz seni…
Kendi yükün yetmezmiş gibi sana, daha neleri yüklemişiz yorgun boynuna.
Kuş misali çırpındıkça kanayan yüreğine ne dikenli teller geçirmişiz…
Ne çok sarp yollara doğru çevirmişiz menzilini..
Yürümekten yıpranmış sandığımız ayakkabıların değilmiş meğer…
Senin pabuçların büyük geldiği için çıkmıyormuş ayacıklarından…
İnsanın ayakları küçülüyormuş meğer, boyu kısalıyormuş derinleştikçe alnında biriken çizgiler.
Ne çok gadretmişiz sana meğer…
Küçükken ağlayarak böldüğümüz uykularını büyüdükçe daha çok rahatsız eder olmuşuz.
Bir ömür uyutmadığımız için mi şimdi açmıyorsun gözlerini anne!
Her yanımıza gelmek istediğinde, kaynayan kanımızın tesiriyle evden kaçmaya bin bahane uydurduğumuzdan mı, sarmak için açtığımız kollarımıza dolamıyorsun boynunu!
Öpmeye kıyamadığın yanaklamıza her yaklaştığında, “ayıp oluyor büyüdük artık anne!” dediğimiz için mi, yanaklarımızdaki ıslaklık sadece gözyaşlarımızdan…
Ne çok sana sevgimizi belli edememişiz anne!
Türlü uğraşlarımızdan iki dakikalığına olsun kopup sana “alo” diyemediğimiz için mi bütün çağrılarımızı cevapsız bırakışın.
Gidişin, sen peşimizden koştukça kaçışımıza kederlendiğin için mi anne?
Yüreğimizi yarışın, anne yüreğinin nasıl şerha şerha olduğunu bize belletmek için mi?
Biz senin bizim için dinmeyen yaşlarını…
Yorulmak nedir bilmeden peşimizden koşmalarını…
Görmediğinde duyduğun tarifsiz endişenin nasıl kalbini kavurduğunu…
Anladık anne!
Senin gözlerini pencereye dikerek bizi bekleyişini şimdi, şimdi bildik anne.
Aynı bizim gözyaşlarımızla ıslattığımız toprağının başında beklememize benziyormuş.
Biz seni bizi çok sevdiğin için her gece meraktan öldürdük diye mi…
Senin cennet manzaralı sonsuzluk evine her gelişimizde bizi sensiz yolluyorsun geri.
Seni kaybedemeyecek kadar çok sevmişiz anne!
Evet, söyleyememişiz…
Doğru, seninle olmanın kıymetini bilememişiz…
Sensizliğin nasıl bir keder yüklediğini kimsesiz kalbimize, anlayamamışız…
Hepsi doğru anne!
Ama bütün bunları biz sana yaptık diye bizi öksüz bırakman doğru mu anne…
Bizi bir süreliğine de olsa susarak cezalandırıyor olman…
Alnımızdaki çizgilerin hızla derinleşmesine onları okşayarak engellemeye kalkmaman…
Kahkahalarımızın tebessüm kadar kalmasına göz yumman…
Doğru mu anne!
Doğru mu bizi dünyanın sonuna kadar terk etmiş olman…
Doğru mu anne!
Bizimle artık sadece, sana hiç rahat vermediğimiz rüyalarda bulaşacak olman…
Doğru mu, bizim için fotoğrafta gülümseyen kadın rolünü hiç değiştirmeden sürdürecek olman..
Doğru mu?
Kelimelerimizin artık sadece dualarda birleşeceğine razı olduğun, doğru mu anne?
Doğruysa söz veriyorum anne, bu sefer seni hiç yalnız bırakmayacağım!
Toprağın kurumuş, kabrinin başındaki çiçekler sararmış, aynı benim “gülcemallim” diyerek sevdiğin yüzüm gibi…
Hoşçakal anne… yeniden sarılıncaya kadar evladına…
Öpmelerine doyuncaya kadar, hoşçakal!
Bir Cümle
Demek ki kimi yaralar, günü geldiğinde acımak için bekliyor!