Ayasofya çok sayıda tadilat ve tamirat görmüştür. Osmanlı döneminde defalarla tamirat ve eklemeler gerçekleşmiştir. Türk geleneğinde olduğu gibi Ayasofya’nın yanına birde aynı isimle Osmanlı Ayasofya Hamamını yapmıştır. Ayasofya’nın tarihi değişimine, özellikle Osmanlı devrinde Bizans esiri olmasından daha fazla Türk eseri özelliklerinin eklendiğini görebiliyoruz.
“Bu minare uzun müddet durmuş, ancak 1574 tamirinde kaldırılmıştır. Caminin güneybatı köşesindeki tuğla minarenin Fâtih devrine ait olduğu söylenirse de bunun II. Bayezid zamanında yapılan minare olması ihtimali daha kuvvetlidir. II. Bayezid dönemine ait olduğu iddia edilen güneydoğu köşedeki yivli minareyi ise, Edirne’deki Selimiye Camii minarelerine çok yakın benzerliği dolayısıyla, Mimar Sinan’ın eseri olarak kabul etmek kanaatimizce yerinde olur.
Kanûnî Süleyman devrinde Budin’in fethi üzerine oradaki başkiliseden alınan tunç şamdanlar, üzerine manzum birer kitâbe yazılarak 1526’da Ayasofya’da mihrabın iki yanına yerleştirilmiştir. II. Selim de Ayasofya’ya büyük ilgi göstermiş, Bizans devrinden beri narteks kısmında duvara yapıştırılmış olarak duran taşa işlenmiş levhalar halindeki uzun bir karar metnini de tercüme ettirmiştir. Bunlar daha sonra kaldırılarak Kanûnî Türbesi saçağında kullanılmıştır.
Yine II. Selim zamanında Ayasofya’nın etrafı onu saran ve yapıya zarar veren evlerden kurtarılmış, ayrıca Mimar Sinan tarafından takviye payandaları yapılarak yapının çökmesi önlenmiştir. Bu vesileyle bir de minare yapılmıştır ki bunun güneydoğu köşedeki minare olması kuvvetle muhtemeldir. Şehrin en büyük ibadet yeri olarak Ayasofya’nın etrafında sultan türbelerinin yapımına da yine bu sırada başlanmış, ilk türbe II. Selim için Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. III. Murad zamanında da kuzeydeki iki minare ile minber, kürsü ve mahfil ilâve edilmiş, Bergama’da bulunan İlkçağ’dan kalma yekpâre mermerden oyulmuş iki büyük küp getirtilerek caminin içine şadırvan yapılmıştır.
Daha sonra yine Ayasofya’nın yanında Mimar Dâvud Ağa tarafından III. Murad için, XVII. yüzyıl başında da III. Mehmed için türbeler inşa edilmiş, ayrıca burada bir de şehzadeler türbesi yapıldığından bir hazîre teşekkül etmiştir. Bu üç büyük türbe Osmanlı devri Türk mimarisinin yapı, çini süslemesi ve diğer teferruatı bakımından en güzel eserlerinden sayılır.
Türk devrinde Ayasofya’nın süslenmesine devamlı surette gayret edildiğinden 1607’de çini olarak mihrap duvarına besmele-i şerif yazılmıştır. Tahttan indirildikten sonra on altı yıl sarayda kapalı yaşayan I. Mustafa 1639’da ölünce, Ayasofya’nın fetihten beri yağhâne olarak kullanılan vaftizhânesi acele türbe haline getirilerek cesedi buraya gömülmüştür. 1648’de Sultan İbrâhim öldürüldüğünde de yine aynı yere defnedilmiştir.
1651’de Teknecizâde İbrâhim Efendi’nin hattı ile yazılmış caminin içini süsleyen büyük levhalar konulmuş ise de bunlar 1847-1849 tamirinde kaldırılarak yerlerine bugün görülen Mustafa İzzet Efendi’nin 7,5 m. çapındaki yuvarlak levhaları asılmıştır. 1728’de III. Ahmed tarafından Ayasofya’nın içinde yaptırılan tamirler sırasında yeni bir hünkâr mahfili inşa edilmiş ve ortaya büyük bir top kandil asılmıştır. Bu mahfil daha sonra 1847’de kaldırılmıştır. Bugün mihrabın solundaki dehliz duvarlarında bunun veya daha eski mahfilin hâtırası olan değerli çinilerle kaplı mahfil mihrabı görülmektedir. “
Görüleceği üzere Ayasofya, çok daha anlam ifade etmektedir. Ayasofya’da bir Türk mührü vardır ve Ayasofya’nın müze olarak kalması veya Cami olarak minarelerinden 5 vakit ezan-ı muhammediyenin yükselmesi Türk milletinin egemenlik hakkıdır. Türk milletinin karanı neyse olması gereken de odur.
“Bu minare uzun müddet durmuş, ancak 1574 tamirinde kaldırılmıştır. Caminin güneybatı köşesindeki tuğla minarenin Fâtih devrine ait olduğu söylenirse de bunun II. Bayezid zamanında yapılan minare olması ihtimali daha kuvvetlidir. II. Bayezid dönemine ait olduğu iddia edilen güneydoğu köşedeki yivli minareyi ise, Edirne’deki Selimiye Camii minarelerine çok yakın benzerliği dolayısıyla, Mimar Sinan’ın eseri olarak kabul etmek kanaatimizce yerinde olur.
Kanûnî Süleyman devrinde Budin’in fethi üzerine oradaki başkiliseden alınan tunç şamdanlar, üzerine manzum birer kitâbe yazılarak 1526’da Ayasofya’da mihrabın iki yanına yerleştirilmiştir. II. Selim de Ayasofya’ya büyük ilgi göstermiş, Bizans devrinden beri narteks kısmında duvara yapıştırılmış olarak duran taşa işlenmiş levhalar halindeki uzun bir karar metnini de tercüme ettirmiştir. Bunlar daha sonra kaldırılarak Kanûnî Türbesi saçağında kullanılmıştır.
Yine II. Selim zamanında Ayasofya’nın etrafı onu saran ve yapıya zarar veren evlerden kurtarılmış, ayrıca Mimar Sinan tarafından takviye payandaları yapılarak yapının çökmesi önlenmiştir. Bu vesileyle bir de minare yapılmıştır ki bunun güneydoğu köşedeki minare olması kuvvetle muhtemeldir. Şehrin en büyük ibadet yeri olarak Ayasofya’nın etrafında sultan türbelerinin yapımına da yine bu sırada başlanmış, ilk türbe II. Selim için Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. III. Murad zamanında da kuzeydeki iki minare ile minber, kürsü ve mahfil ilâve edilmiş, Bergama’da bulunan İlkçağ’dan kalma yekpâre mermerden oyulmuş iki büyük küp getirtilerek caminin içine şadırvan yapılmıştır.
Daha sonra yine Ayasofya’nın yanında Mimar Dâvud Ağa tarafından III. Murad için, XVII. yüzyıl başında da III. Mehmed için türbeler inşa edilmiş, ayrıca burada bir de şehzadeler türbesi yapıldığından bir hazîre teşekkül etmiştir. Bu üç büyük türbe Osmanlı devri Türk mimarisinin yapı, çini süslemesi ve diğer teferruatı bakımından en güzel eserlerinden sayılır.
Türk devrinde Ayasofya’nın süslenmesine devamlı surette gayret edildiğinden 1607’de çini olarak mihrap duvarına besmele-i şerif yazılmıştır. Tahttan indirildikten sonra on altı yıl sarayda kapalı yaşayan I. Mustafa 1639’da ölünce, Ayasofya’nın fetihten beri yağhâne olarak kullanılan vaftizhânesi acele türbe haline getirilerek cesedi buraya gömülmüştür. 1648’de Sultan İbrâhim öldürüldüğünde de yine aynı yere defnedilmiştir.
1651’de Teknecizâde İbrâhim Efendi’nin hattı ile yazılmış caminin içini süsleyen büyük levhalar konulmuş ise de bunlar 1847-1849 tamirinde kaldırılarak yerlerine bugün görülen Mustafa İzzet Efendi’nin 7,5 m. çapındaki yuvarlak levhaları asılmıştır. 1728’de III. Ahmed tarafından Ayasofya’nın içinde yaptırılan tamirler sırasında yeni bir hünkâr mahfili inşa edilmiş ve ortaya büyük bir top kandil asılmıştır. Bu mahfil daha sonra 1847’de kaldırılmıştır. Bugün mihrabın solundaki dehliz duvarlarında bunun veya daha eski mahfilin hâtırası olan değerli çinilerle kaplı mahfil mihrabı görülmektedir. “
Görüleceği üzere Ayasofya, çok daha anlam ifade etmektedir. Ayasofya’da bir Türk mührü vardır ve Ayasofya’nın müze olarak kalması veya Cami olarak minarelerinden 5 vakit ezan-ı muhammediyenin yükselmesi Türk milletinin egemenlik hakkıdır. Türk milletinin karanı neyse olması gereken de odur.