Bâkıl bir gün pazardan on bir dirheme bir ceylan satın alır. Kucağındaki ceylanla eve giderken birisi bu ceylanı kaça aldığını sorar. Meramını anlatmaya yeteneği olmadığı için Bâkil, ellerini iki yana açıp on parmağını gösterdikten sonra dilini çıkarıp on bir dirhemi ifade etmeye çalışınca ceylan Bâkil’in ellerinden kaçarak gözden kaybolur.
O zamandan beri düşüncesini ifade edemeyen, derdini anlatamayan kişilere Bâkil denilmeye başlanmıştır. Kayahan Özgül Hoca’nın Malkaralı Nev’i’den aktarmış olduğu, Osmanlı döneminde çokça kullanılan bu tanımlama teknoloji kurbanı olan bugünün insanları için de geçerlidir.
Ahmet Mithat Efendi yazarlığı habbeyi kubbe yapma sanatı olarak ifade etmiştir. Eskiden gerek konuşarak ve gerekse yazarak habbeyi kubbe yapan milyonlarca kişi vardı. Günümüz gençlerinden bazılarının kubbe kadar derdi olsa bile bunu habbe kadar ifade edemedikleri gerçeği ile karşı karşıyayız.
Gençlerin bu hâle gelmesinde günlük hayatta konuşacak, iletişim kuracak, espri yapıp gülecek, jest mimiklerden onlarca anlam çıkartacak ortamlardan uzak olmalarının, teknolojiye gömülü bir hayattan başka bir gerçeği tanımamalarının etkisi vardır.
Günlük hayatta kullandığımız kelimeler sadece iletişimimizi gerçekleştirmiyor, aynı zamanda zihnimizde birçok çağrışım yaparak geniş alanda düşünmemizi, olayları başka açıdan da değerlendirmemizi sağlıyor. Televizyon, tablet, bilgisayar vb. teknik araçlar, kavramlar üzerinde çağrışım yapmaya, onlardan bağlantılar kurmaya engel olmaktadır. Bu da zihnimizi görselliğe bağımlı hâle getirdiği gibi, bizi tembelliğe itmekte ve olaylara tek boyuttan bakmaya mahkûm etmektedir.
Eğitimli kişilerle, eğitimsiz kişiler arasında oluşan makas, eğitimin en belirgin vasfını oluşturur. Bu fark sadece bilgi seviyesinde değil, 21. Yüzyıl becerileri olarak algılanan, eleştirel düşünme, problem çözme, hız ve uyum, girişkenlik, girişimcilik, etkili sözlü ve yazılı iletişim gibi unsurları da içinde barındırır.
Teknolojiye gömülen gençlerin iletişim, girişkenlik, problem çözme, eleştirel düşünme becerilerinde sorun olmaktadır. Hatta bu durum onları teknolojiyle bağımlı olmayan eğitimsiz gençlerden daha da geriye düşürmektedir.
Böyle ortamlarda eğitimin kalitesi sorgulanmalı, yetiştirdiğimiz gençlerin çağa hazır olup olmadıklarını iyi etüt etmeliyiz. Teknolojiye bağımlı, fakat okuldaki test tekniği sisteminde başarılı olan ve normal bir üniversitede herkesin okuyabileceği bir ortamda eğitimini sürdüren bir üniversite öğrencisi, bir nevi çocukluk dönemini uzatmış gibidir. Ekonomik özgürlüğü, teşebbüs gücü ve iletişim becerisi eksik olan bireyler fiziksel olarak gelişmiş olsalar bile bireysel karar vermede kendilerinden beklenen tavrı sergileyememektedirler.
İnsanoğlu modern çağın getirmiş olduğu yeniliklerin gereği olarak teknoloji ile yaşamak zorundadır. Bu mecburiyet, zamanla hastalığa, tutkuya dönüşmektedir. Batı’da insanın insana duyabileceği sevgi ve tutkuyu makineye ve teknolojiye duymasına machaphilia tabiri kullanılmaktadır.
Leyla ve Mecnun hikayesinin sonunda Mecnun Leyla’ya: Ben gerçek aşkı, Allah’ı buldum, ondan başkasını gözüm görmüyor dediğinde; ailesini, şerefini, her şeyini terk ederek sana gelen ya ben? Ben ne olacağım diyen Leyla’nın çaresizliğini evlilikte birçok eş yaşamaktadır. Eşler birbirlerine duyacağı muhabbeti teknolojiye, telefona duymakta, mekân ortaklığını yuva olarak tanımlamaktadırlar.
Böylece kalabalıklar arasında yalnızlaşan, gölgesinin bile kendisini takip etmesinden rahatsız olan test tekniğinde çok başarılı bir neslin, Bâkıl’ın ceylanı gibi yaşama sevinçlerinin avuçlarından uçup gittiğine milletçe şahit olmaktayız.
O zamandan beri düşüncesini ifade edemeyen, derdini anlatamayan kişilere Bâkil denilmeye başlanmıştır. Kayahan Özgül Hoca’nın Malkaralı Nev’i’den aktarmış olduğu, Osmanlı döneminde çokça kullanılan bu tanımlama teknoloji kurbanı olan bugünün insanları için de geçerlidir.
Ahmet Mithat Efendi yazarlığı habbeyi kubbe yapma sanatı olarak ifade etmiştir. Eskiden gerek konuşarak ve gerekse yazarak habbeyi kubbe yapan milyonlarca kişi vardı. Günümüz gençlerinden bazılarının kubbe kadar derdi olsa bile bunu habbe kadar ifade edemedikleri gerçeği ile karşı karşıyayız.
Gençlerin bu hâle gelmesinde günlük hayatta konuşacak, iletişim kuracak, espri yapıp gülecek, jest mimiklerden onlarca anlam çıkartacak ortamlardan uzak olmalarının, teknolojiye gömülü bir hayattan başka bir gerçeği tanımamalarının etkisi vardır.
Günlük hayatta kullandığımız kelimeler sadece iletişimimizi gerçekleştirmiyor, aynı zamanda zihnimizde birçok çağrışım yaparak geniş alanda düşünmemizi, olayları başka açıdan da değerlendirmemizi sağlıyor. Televizyon, tablet, bilgisayar vb. teknik araçlar, kavramlar üzerinde çağrışım yapmaya, onlardan bağlantılar kurmaya engel olmaktadır. Bu da zihnimizi görselliğe bağımlı hâle getirdiği gibi, bizi tembelliğe itmekte ve olaylara tek boyuttan bakmaya mahkûm etmektedir.
Eğitimli kişilerle, eğitimsiz kişiler arasında oluşan makas, eğitimin en belirgin vasfını oluşturur. Bu fark sadece bilgi seviyesinde değil, 21. Yüzyıl becerileri olarak algılanan, eleştirel düşünme, problem çözme, hız ve uyum, girişkenlik, girişimcilik, etkili sözlü ve yazılı iletişim gibi unsurları da içinde barındırır.
Teknolojiye gömülen gençlerin iletişim, girişkenlik, problem çözme, eleştirel düşünme becerilerinde sorun olmaktadır. Hatta bu durum onları teknolojiyle bağımlı olmayan eğitimsiz gençlerden daha da geriye düşürmektedir.
Böyle ortamlarda eğitimin kalitesi sorgulanmalı, yetiştirdiğimiz gençlerin çağa hazır olup olmadıklarını iyi etüt etmeliyiz. Teknolojiye bağımlı, fakat okuldaki test tekniği sisteminde başarılı olan ve normal bir üniversitede herkesin okuyabileceği bir ortamda eğitimini sürdüren bir üniversite öğrencisi, bir nevi çocukluk dönemini uzatmış gibidir. Ekonomik özgürlüğü, teşebbüs gücü ve iletişim becerisi eksik olan bireyler fiziksel olarak gelişmiş olsalar bile bireysel karar vermede kendilerinden beklenen tavrı sergileyememektedirler.
İnsanoğlu modern çağın getirmiş olduğu yeniliklerin gereği olarak teknoloji ile yaşamak zorundadır. Bu mecburiyet, zamanla hastalığa, tutkuya dönüşmektedir. Batı’da insanın insana duyabileceği sevgi ve tutkuyu makineye ve teknolojiye duymasına machaphilia tabiri kullanılmaktadır.
Leyla ve Mecnun hikayesinin sonunda Mecnun Leyla’ya: Ben gerçek aşkı, Allah’ı buldum, ondan başkasını gözüm görmüyor dediğinde; ailesini, şerefini, her şeyini terk ederek sana gelen ya ben? Ben ne olacağım diyen Leyla’nın çaresizliğini evlilikte birçok eş yaşamaktadır. Eşler birbirlerine duyacağı muhabbeti teknolojiye, telefona duymakta, mekân ortaklığını yuva olarak tanımlamaktadırlar.
Böylece kalabalıklar arasında yalnızlaşan, gölgesinin bile kendisini takip etmesinden rahatsız olan test tekniğinde çok başarılı bir neslin, Bâkıl’ın ceylanı gibi yaşama sevinçlerinin avuçlarından uçup gittiğine milletçe şahit olmaktayız.