AFORİZMALAR (23)
İtalyan La Stampa gazetesine konuşan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Orta Doğu’daki mevcut durumu “Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın dağılmasına” benzetmiş ve “Doğu Avrupa halkları nasıl kendi devletlerine sahip olduysa Kürtlerin de kendi devletlerine sahip olma hakkı vardır” demiş.
“Irak birleşik bir devlet olarak kalacak mı yoksa birden çok ulusa mı bölünecek?” sorusuna Barzani, “Irak artık bitti, biz Kürtler kendi devletimize sahip olacağız,” cevabını vermiş. Şu yorum da Barzani’ye ait: “Irak’ın bütünlüğünü koruma isteği mevcut, fakat gerçekler Irak’ın aslında halihazırda çözülmesi imkânsız problemler yüzünden bölündüğünü gösteriyor. Sünniler ile Şiiler 1400 yıldır çatışıyor ve bu savaşın kurbanları biz Kürtleriz…”
Barzani tarihe atıf yapıyor; Orta Doğu’da çatışan iki ana eksenin varlığına dikkat çekiyor: Sünniler ve Şiiler. Bu noktada ilginç olan Barzani’nin Orta Doğu’daki Sünni-Şii çatışmasının mağduru olarak Kürtleri göstermesi. Barzani’nin bu cümlesini analiz etmeye çalıştığımızda karşımıza öncelikle şu husus çıkıyor: ‘Kürtler ne Sünni’dir ne de Şii; fakat bu bölgenin tarihsel eski bir halkı olarak, bu iki kesimin çatışma alanında kalmış ve tarihi süreçler boyunca da, ezilmiştir!..’
Oysa bu yaklaşım doğru değil; Orta Doğu Kürtleri büyük ölçüde Sünni inanışa sahiptir. Ne var ki 19. yy’dan itibaren Kürt ulusçu hareketleri, Kürt kimliğini tanımlarken, dini referans olarak kullanmaktan kaçınmaktadır. Özelikle PKK ve onun Orta Doğu’daki uzantıları, Kürtlerin İslam diniyle olan ilgisini eleştirel açıdan ele alıp değerlendirmekte, İslam’ın Kürt kimliğini baskıladığını ileri sürmektedirler. Bu bakış açısı PKK ve benzeri hareketleri Marksist-ateist bir bağlama oturtmuş durumdadır. Bir kısım Kürt milliyetçileri de Zerdüştlük gibi kimi arkaik inanışlarda köklerini gösterme çabasında…
Barzani, din konusunda, bitaraf bir duruş sergiliyor; Kuzey Irak Kürt bölgesinin temsilcisi sıfatıyla, ‘laik’ denilebilecek bir siyaset takip ediyor. Nitekim Barzani, Orta Doğu’nun kaotik yapısındaki çatışmayı Sünni-Şii çatışması şeklinde göstererek Kuzey Irak Kürtlerinin bu çatışmanın dışında olduğunu vurguluyor. Barzani bu mesajını Batı ülkelerine veriyor. Mesajın anlamıysa açık: ‘Orta Doğu’da Sünni ve Şii alanı bloke edecek ikinci bir İsrail’e ihtiyaç vardır, Sünni ya da Şiilikten hareket etmeyen Kuzey Irak Kürtleri, bu rolü oynamaya hazırdır. Orta Doğu’da ilan edilecek ve Batı’nın tanıyacağı bir Kürt devleti bölgede İsrail gibi, yeni bir istikrar alanı yaratacaktır!..’
Oysa Orta Doğu’da krizlerin ve çatışmaların gerçek kaynağı ne Sünnilik ne de Şiiliktir; Batı’dır. Bir zamanlar, el Kaide’yle son zamanlarda da IŞİD’le iş gören Batı, Orta Doğu’da ne yaptığını ve kiminle dost/arkadaş olacağını elbette çok iyi bilmektedir. Bu bağlamda İsrail, Barzani ve tüm türevleriyle PKK, Batı’nın Orta Doğu’daki gerçek dostudur; zaten fiili durumda bu şekildedir.
Barzani, röportajında “Kürdistan’ın bağımsızlığı bu bölgede bir istikrar alanı yaratır. Yeteri kadar kan ve adaletsizlik gördük. Bizim toplumumuz, hukukun üstünlüğü, demokratik kurallara saygı, farklı kimliklerin bir arada yaşaması ve çok partililik esasına dayanır. Ortadoğu’da krizlerin ve çatışmaların azaltılmasına katkıda bulunabiliriz. Bu herkesin çıkarına,” diyor. Barzani’nin gerçeklerle örtüşmeyen bu sözlerinin de sadece Batı kamuoyuna yönelik bir ‘propaganda’ tiradı’ olduğunu söylemekle yetinelim.
Sonuç olarak şunu anlamak gerekiyor: Orta Doğu’daki dağılma süreci Batı’nın yerli işbirlikçileriyle yürüttüğü siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel bir çalışmadır. Orta Doğu, yüz yılın başında olduğu gibi, yüz yılın sonunda da yine Batı’nın çıkarlarına göre parçalanıp düzenlenmeye devam ediliyor. Orta Doğu’daki en güçlü ülkeler; Batı’nın ağır baskısı altındaki Türkiye, İran, Suudi Arabistan ise bu süreci durduramadığı gibi, varlıklarını ve sınırlarını korumak en büyük başarıları olarak görülüyor.
Bugün Müslümanların en büyük sorunu şu soruya bir cevap bulmaları olmalıdır: Batı’nın Orta Doğu’daki faaliyetleri nasıl durdurulabilir?
İtalyan La Stampa gazetesine konuşan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Orta Doğu’daki mevcut durumu “Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın dağılmasına” benzetmiş ve “Doğu Avrupa halkları nasıl kendi devletlerine sahip olduysa Kürtlerin de kendi devletlerine sahip olma hakkı vardır” demiş.
“Irak birleşik bir devlet olarak kalacak mı yoksa birden çok ulusa mı bölünecek?” sorusuna Barzani, “Irak artık bitti, biz Kürtler kendi devletimize sahip olacağız,” cevabını vermiş. Şu yorum da Barzani’ye ait: “Irak’ın bütünlüğünü koruma isteği mevcut, fakat gerçekler Irak’ın aslında halihazırda çözülmesi imkânsız problemler yüzünden bölündüğünü gösteriyor. Sünniler ile Şiiler 1400 yıldır çatışıyor ve bu savaşın kurbanları biz Kürtleriz…”
Barzani tarihe atıf yapıyor; Orta Doğu’da çatışan iki ana eksenin varlığına dikkat çekiyor: Sünniler ve Şiiler. Bu noktada ilginç olan Barzani’nin Orta Doğu’daki Sünni-Şii çatışmasının mağduru olarak Kürtleri göstermesi. Barzani’nin bu cümlesini analiz etmeye çalıştığımızda karşımıza öncelikle şu husus çıkıyor: ‘Kürtler ne Sünni’dir ne de Şii; fakat bu bölgenin tarihsel eski bir halkı olarak, bu iki kesimin çatışma alanında kalmış ve tarihi süreçler boyunca da, ezilmiştir!..’
Oysa bu yaklaşım doğru değil; Orta Doğu Kürtleri büyük ölçüde Sünni inanışa sahiptir. Ne var ki 19. yy’dan itibaren Kürt ulusçu hareketleri, Kürt kimliğini tanımlarken, dini referans olarak kullanmaktan kaçınmaktadır. Özelikle PKK ve onun Orta Doğu’daki uzantıları, Kürtlerin İslam diniyle olan ilgisini eleştirel açıdan ele alıp değerlendirmekte, İslam’ın Kürt kimliğini baskıladığını ileri sürmektedirler. Bu bakış açısı PKK ve benzeri hareketleri Marksist-ateist bir bağlama oturtmuş durumdadır. Bir kısım Kürt milliyetçileri de Zerdüştlük gibi kimi arkaik inanışlarda köklerini gösterme çabasında…
Barzani, din konusunda, bitaraf bir duruş sergiliyor; Kuzey Irak Kürt bölgesinin temsilcisi sıfatıyla, ‘laik’ denilebilecek bir siyaset takip ediyor. Nitekim Barzani, Orta Doğu’nun kaotik yapısındaki çatışmayı Sünni-Şii çatışması şeklinde göstererek Kuzey Irak Kürtlerinin bu çatışmanın dışında olduğunu vurguluyor. Barzani bu mesajını Batı ülkelerine veriyor. Mesajın anlamıysa açık: ‘Orta Doğu’da Sünni ve Şii alanı bloke edecek ikinci bir İsrail’e ihtiyaç vardır, Sünni ya da Şiilikten hareket etmeyen Kuzey Irak Kürtleri, bu rolü oynamaya hazırdır. Orta Doğu’da ilan edilecek ve Batı’nın tanıyacağı bir Kürt devleti bölgede İsrail gibi, yeni bir istikrar alanı yaratacaktır!..’
Oysa Orta Doğu’da krizlerin ve çatışmaların gerçek kaynağı ne Sünnilik ne de Şiiliktir; Batı’dır. Bir zamanlar, el Kaide’yle son zamanlarda da IŞİD’le iş gören Batı, Orta Doğu’da ne yaptığını ve kiminle dost/arkadaş olacağını elbette çok iyi bilmektedir. Bu bağlamda İsrail, Barzani ve tüm türevleriyle PKK, Batı’nın Orta Doğu’daki gerçek dostudur; zaten fiili durumda bu şekildedir.
Barzani, röportajında “Kürdistan’ın bağımsızlığı bu bölgede bir istikrar alanı yaratır. Yeteri kadar kan ve adaletsizlik gördük. Bizim toplumumuz, hukukun üstünlüğü, demokratik kurallara saygı, farklı kimliklerin bir arada yaşaması ve çok partililik esasına dayanır. Ortadoğu’da krizlerin ve çatışmaların azaltılmasına katkıda bulunabiliriz. Bu herkesin çıkarına,” diyor. Barzani’nin gerçeklerle örtüşmeyen bu sözlerinin de sadece Batı kamuoyuna yönelik bir ‘propaganda’ tiradı’ olduğunu söylemekle yetinelim.
Sonuç olarak şunu anlamak gerekiyor: Orta Doğu’daki dağılma süreci Batı’nın yerli işbirlikçileriyle yürüttüğü siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel bir çalışmadır. Orta Doğu, yüz yılın başında olduğu gibi, yüz yılın sonunda da yine Batı’nın çıkarlarına göre parçalanıp düzenlenmeye devam ediliyor. Orta Doğu’daki en güçlü ülkeler; Batı’nın ağır baskısı altındaki Türkiye, İran, Suudi Arabistan ise bu süreci durduramadığı gibi, varlıklarını ve sınırlarını korumak en büyük başarıları olarak görülüyor.
Bugün Müslümanların en büyük sorunu şu soruya bir cevap bulmaları olmalıdır: Batı’nın Orta Doğu’daki faaliyetleri nasıl durdurulabilir?