Dünya tarihine bir göçler tarihi de denilebilir; insanların kalkıp bulundukları yerden başka yerlere gitmesinin çeşitli nedenleri vardır. Göçlerin en dramatik olanı savaş ve terör nedeniyle gerçekleşen göçlerdir. İslam dünyası mensupları Osmanlı devleti yıkılana kadar, doğdukları topraklarda oldukça asude bir hayat yaşadılar. Osmanlı devletinin yıkılması ve İslam dünyasının parçalanmasıyla birlikte asude günler de geride kaldı. 1. ve 2. Dünya Savaşı sonrası, İslam toprakları Batı’nın sömürgesine dönüştü. Müslümanlar da bir fetret ve çile girdabına sokulmuş oldu.
Biryandan emperyalizmin vahşi sömürüsü, öte yandan emperyalizmin tayin ettiği yönetici sınıfının halka yaptığı zulüm ve yine Batı’nın bir eseri olarak ortaya çıkan ve adına ‘İslamcı terörist faaliyetler!’ denilen siyasi yapılar, İslam coğrafyasını bir dram coğrafyasına dönüştürdü. Ogün bugündür, evlerinde otururken savaşa, işgale, teröre maruz kalan ve insanca yaşamaya bir çare bulamayan Müslümanlar, can ve ırz emniyeti bulabilecekleri ülkelere sığınmaya başladı. Çaresizliklerine çare arayan bu yolculukları karada, denizde onlarca yıldır sürüp gidiyor. Her göç dalgası aslında bir felâket öyküsü; denizlerde boğulan, karda kışta donup dağ başlarında mezarsız kalan, sıcaklarda kavrulan, işsiz güçsüz Müslümanların maddi ve manevi varlıkları insan tacirlerinin elinde en iğrenç şekilde istismar edilmeye devam ediyor.
Bunun sorumlusu Batı ülkeleridir. Eğer onlar İslam topraklarından çekilse bu felaketler yaşanmayacaktı.
Müslüman ülkelerde modern zamanların ilk göç dalgası Sovyetler Birliği’nin 1979’da Kabil’e girerek Afganistan’ı resmen işgal etmesiyle başladı denilebilir. Afganistan’daki iç savaş, ABD’nin müdahalesi, Batı’nın onlarca silahlı grup icat etmesi, sonuçta Afganistan’ı emperyalizmin çatışma alanına dönüştürdü. Mal, can ve ırz emniyeti kalmayan Müslüman halk çatışma bölgelerinden komşu ülkelere, İran, Türkiye hattı üzerinden de Batı’ya kaçmaya başladı.
Sonraki yıllarda İslam coğrafyası Afganistanlaştırıldı! Suriye, Irak, Kuzey Afrika ülkeleri, çeşitli bahanelerle işgal edildi. İç savaşlar çıkarıldı. Müslümanların yaşadığı bölgeler, -özellikle petrol gibi yeraltı zenginliklerine sahip ülkeler-, mantar gibi çoğalan ve Batı’nın çıkarlarına hizmet eden terör örgütlerinin cirit attığı güvensiz bölgeler hâline getirildi. Bu kaotik yapıyı kuran Batılı ülkeler, ABD öncülüğünde, askeri güç de kullanarak, Müslümanların elindeki petrolü, doğal gazı aldılar. Bu, asıl amaçtı; İsrail’in güvenliği, İslam dininin yayılmasının önlenmesi, sömürünün sorunsuz devam etmesi vb. sebepler ise, kuvvetli yan sebep olarak, Batı’nın İslam dünyasını işgaline ve müdahalesine gerekçe yapıldı.
Bu iğrenç müdahaleler ve oyunlar, masum insanların hayatlarını tehlikeye soktu. Göçler arttı. AB Göçmen Komisyonu’nun verdiği bilgiye göre, 2014 yılından bu yana, çoğunluğu Müslüman, yaklaşık 1,7 milyon insan, Ortadoğu ve Afrika'daki terör ile iç savaşlardan kaçarak AB'ye gitti. Bugün başta Macaristan, Slovakya, Polonya, Çek Cumhuriyeti olmak üzere bazı Avrupa Birliği ülkeleri mülteci istemiyor, Müslüman göçmen nüfusu Hıristiyanlığa ve Batı kültürüne karşı bir tehdit olarak değerlendiriyor.
Ne var ki, göçmen istemeyen Avrupa, sadece sonucu görüyor. Müslümanları, sınırları dışında yaşama ortamı aramaya iten Batı'nın kendisidir. Amerikalılar, Avrupalılar, Ruslar ve İsrail, Müslüman ülkelere silah satmaktan, terör grupları kurup, insanları birbirine kırdırmaktan ve askeri müdahalelerden vazgeçseler, Avrupa’nın bir göçmen sorunu olmayacak. Batılılar, bugün ektiklerini biçiyor. Göçmenlere ‘niçin ülkemize geliyorsunuz?’ demeye ne hakları ne de yüzleri var; çünkü onları göçe zorlayan o kahrolası emperyalist siyasetleri ve o doymak bilmez para hırslarıdır.
Biryandan emperyalizmin vahşi sömürüsü, öte yandan emperyalizmin tayin ettiği yönetici sınıfının halka yaptığı zulüm ve yine Batı’nın bir eseri olarak ortaya çıkan ve adına ‘İslamcı terörist faaliyetler!’ denilen siyasi yapılar, İslam coğrafyasını bir dram coğrafyasına dönüştürdü. Ogün bugündür, evlerinde otururken savaşa, işgale, teröre maruz kalan ve insanca yaşamaya bir çare bulamayan Müslümanlar, can ve ırz emniyeti bulabilecekleri ülkelere sığınmaya başladı. Çaresizliklerine çare arayan bu yolculukları karada, denizde onlarca yıldır sürüp gidiyor. Her göç dalgası aslında bir felâket öyküsü; denizlerde boğulan, karda kışta donup dağ başlarında mezarsız kalan, sıcaklarda kavrulan, işsiz güçsüz Müslümanların maddi ve manevi varlıkları insan tacirlerinin elinde en iğrenç şekilde istismar edilmeye devam ediyor.
Bunun sorumlusu Batı ülkeleridir. Eğer onlar İslam topraklarından çekilse bu felaketler yaşanmayacaktı.
Müslüman ülkelerde modern zamanların ilk göç dalgası Sovyetler Birliği’nin 1979’da Kabil’e girerek Afganistan’ı resmen işgal etmesiyle başladı denilebilir. Afganistan’daki iç savaş, ABD’nin müdahalesi, Batı’nın onlarca silahlı grup icat etmesi, sonuçta Afganistan’ı emperyalizmin çatışma alanına dönüştürdü. Mal, can ve ırz emniyeti kalmayan Müslüman halk çatışma bölgelerinden komşu ülkelere, İran, Türkiye hattı üzerinden de Batı’ya kaçmaya başladı.
Sonraki yıllarda İslam coğrafyası Afganistanlaştırıldı! Suriye, Irak, Kuzey Afrika ülkeleri, çeşitli bahanelerle işgal edildi. İç savaşlar çıkarıldı. Müslümanların yaşadığı bölgeler, -özellikle petrol gibi yeraltı zenginliklerine sahip ülkeler-, mantar gibi çoğalan ve Batı’nın çıkarlarına hizmet eden terör örgütlerinin cirit attığı güvensiz bölgeler hâline getirildi. Bu kaotik yapıyı kuran Batılı ülkeler, ABD öncülüğünde, askeri güç de kullanarak, Müslümanların elindeki petrolü, doğal gazı aldılar. Bu, asıl amaçtı; İsrail’in güvenliği, İslam dininin yayılmasının önlenmesi, sömürünün sorunsuz devam etmesi vb. sebepler ise, kuvvetli yan sebep olarak, Batı’nın İslam dünyasını işgaline ve müdahalesine gerekçe yapıldı.
Bu iğrenç müdahaleler ve oyunlar, masum insanların hayatlarını tehlikeye soktu. Göçler arttı. AB Göçmen Komisyonu’nun verdiği bilgiye göre, 2014 yılından bu yana, çoğunluğu Müslüman, yaklaşık 1,7 milyon insan, Ortadoğu ve Afrika'daki terör ile iç savaşlardan kaçarak AB'ye gitti. Bugün başta Macaristan, Slovakya, Polonya, Çek Cumhuriyeti olmak üzere bazı Avrupa Birliği ülkeleri mülteci istemiyor, Müslüman göçmen nüfusu Hıristiyanlığa ve Batı kültürüne karşı bir tehdit olarak değerlendiriyor.
Ne var ki, göçmen istemeyen Avrupa, sadece sonucu görüyor. Müslümanları, sınırları dışında yaşama ortamı aramaya iten Batı'nın kendisidir. Amerikalılar, Avrupalılar, Ruslar ve İsrail, Müslüman ülkelere silah satmaktan, terör grupları kurup, insanları birbirine kırdırmaktan ve askeri müdahalelerden vazgeçseler, Avrupa’nın bir göçmen sorunu olmayacak. Batılılar, bugün ektiklerini biçiyor. Göçmenlere ‘niçin ülkemize geliyorsunuz?’ demeye ne hakları ne de yüzleri var; çünkü onları göçe zorlayan o kahrolası emperyalist siyasetleri ve o doymak bilmez para hırslarıdır.