Ben ruhum! Rabbimiz, insan ruhunu şerefli varlık olarak yarattığı insana özel kıldı. Bize ‘ben’ kimliğimizi veren ruhumuzun mahiyetini ise gizledi, fakat ruhumuzu eylemleriyle aşikâr kıldı.
İnsan, bedeninde (mülk, şuhud) tecelli eden ruh ile Ben olduğunu anlamaktadır. Bu kendilik bilinci sayesindedir ki insan ruhu, varlıktaki ilahî Ben’i de bilmektedir: ‘Kim ki nefsini (ruh) bildi o Rabbini bildi!’ hadisi bu anlamı vurgular.
Herkes ruhunu, duygu, düşünce, tutum ve davranışlarında görmekte, fakat Ben’in eylemlerini ortaya çıkaran, ruhunun öz mahiyetiniyse görüp bilmemekte: “Sana ruh hakkında soruyorlar. De ki: Ruh rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.” (İsra 85)
Biliyoruz ki ruh’un zatı gizlidir: bu yüzden hiçbir ‘Ben’, zatını bilemez; sadece fiillerinden dolayı zatının kimi özelliklerini bilir.
Cenab-ı Hak da, zatıyla gizli, fiilleriyle aşıkârdır.
Rabbimizin güzel isimleri (esma-i hüsna) her an mülkte / şuhudda / varlıkta / tecelli halindedir. Eşyada (varlık) isim ve sıfat tecellilerini görmeye başlayan ruh, (mesela bir meyve ağacına bakan insan aynı zamanda o ağaçta tecelli eden rezzak, melik, rahim, musavvir, âlim, aziz, halık, bari vehhab, fettah, basit, hafız, mukit, kerim, vasi, bais, vekil, şehid, hamid, muhsi, mübdi, muıd, muhyi, macid, muksit, gani, nafi, vb.) sıfatları gördüğünden, İlah’ını da kendi ruhsal fiillerinde görmeye başlar.
İnsan, hayvan, bitki… Tabii her varlıkta her an nice esma-i hüsna iş görmektedir: “…O her an yaratma halindedir.” (Rahman 29)
İnsan, bedenindeki çeşitli sıfatlarla apaçık görünen ruhun biricikliğini kavradığında, Rabbin, orijinine (Âdem) melekleri neden secde ettirdiğini de kavrar. Bu kavrayış, kişinin kendi mahiyetine saygıyı ortaya çıkarır; kişi Ben’in önemini anlar; taşıdığı ruh çocuğunun değerini derinden hisseder.
Artık bilir ki bedeni ruhun mülküdür: ruhun şuhudu (zuhuru) bedenle gerçekleşmektedir. Mülkte (beden), ruhunun sergilediği Allah kulluk saygısının ve sevgisinin somut hâlidir.
Namazsız mülk, nefis-i emmare mülküdür: Müminler için namazsız mülk düşünülemez. Mümin kişi, ruhunu ve ruhunun mertebelerini bilip bu bilgiyle Rabbini bilince, kalbi ve kalıbı, namazın mahiyetini takdir eder, Yaratıcıya duyduğu sarsılmaz tevekkülün bilincine varır.
Nefs-i emmareden uzaklaşan insan ruhu hisseder ki iç ve dış varlığı esma-i hüsna tecellisinden ibarettir. Ruhun bedendeki fiil ve sıfatlarının yaratıcısı Allah Azimüşşan’dır. İnsan, Ben’ini, külli Ben’in (Rab) emr-i ilahisi görünce, emredilen kulluk vazifelerini Ben’in varoluş nedeni bilir. Fakirlere yardım etmek, bilginin önemini anlayıp bilginlere saygı göstermek, evrensel düzenden yola çıkıp toplumsal ve siyasal düzene gelip, kendinden olan yöneticilere itaat etmek, bilmeyenlere bildiğini öğretmek, fasık kimselerin kurtuluşu için dua ve merhamet göstermekle vb. mükellefiyetleri yerine getirir.
Rahman ve Rahim tecellilerinin bütün varlığı içten dıştan kuşatmış bir sevgi tecellisi olduğunu görüp anlayan ruhun, varlıkla (kâfir kişi de dâhil) muamelesi acıma, merhamet, iyilik, güzel davranış şeklinde olacaktır. Bu bakış açısı ruhun akıl değil kalp mertebesinin bakış açısıdır; kişi gönlüyle evrensel rahmete katılır. Ki, bu hâller, ruhun, nefs-i levvameden sonra ki programlarının zahir olmasıdır. Selam olsun kendini bilen ve kendindeki Rabbini bilen ruhlara. Selam olsun nefs-i emmareden kurtulup ruhlarını kulluk mertebesine taşıyanlara.
İnsan, bedeninde (mülk, şuhud) tecelli eden ruh ile Ben olduğunu anlamaktadır. Bu kendilik bilinci sayesindedir ki insan ruhu, varlıktaki ilahî Ben’i de bilmektedir: ‘Kim ki nefsini (ruh) bildi o Rabbini bildi!’ hadisi bu anlamı vurgular.
Herkes ruhunu, duygu, düşünce, tutum ve davranışlarında görmekte, fakat Ben’in eylemlerini ortaya çıkaran, ruhunun öz mahiyetiniyse görüp bilmemekte: “Sana ruh hakkında soruyorlar. De ki: Ruh rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.” (İsra 85)
Biliyoruz ki ruh’un zatı gizlidir: bu yüzden hiçbir ‘Ben’, zatını bilemez; sadece fiillerinden dolayı zatının kimi özelliklerini bilir.
Cenab-ı Hak da, zatıyla gizli, fiilleriyle aşıkârdır.
Rabbimizin güzel isimleri (esma-i hüsna) her an mülkte / şuhudda / varlıkta / tecelli halindedir. Eşyada (varlık) isim ve sıfat tecellilerini görmeye başlayan ruh, (mesela bir meyve ağacına bakan insan aynı zamanda o ağaçta tecelli eden rezzak, melik, rahim, musavvir, âlim, aziz, halık, bari vehhab, fettah, basit, hafız, mukit, kerim, vasi, bais, vekil, şehid, hamid, muhsi, mübdi, muıd, muhyi, macid, muksit, gani, nafi, vb.) sıfatları gördüğünden, İlah’ını da kendi ruhsal fiillerinde görmeye başlar.
İnsan, hayvan, bitki… Tabii her varlıkta her an nice esma-i hüsna iş görmektedir: “…O her an yaratma halindedir.” (Rahman 29)
İnsan, bedenindeki çeşitli sıfatlarla apaçık görünen ruhun biricikliğini kavradığında, Rabbin, orijinine (Âdem) melekleri neden secde ettirdiğini de kavrar. Bu kavrayış, kişinin kendi mahiyetine saygıyı ortaya çıkarır; kişi Ben’in önemini anlar; taşıdığı ruh çocuğunun değerini derinden hisseder.
Artık bilir ki bedeni ruhun mülküdür: ruhun şuhudu (zuhuru) bedenle gerçekleşmektedir. Mülkte (beden), ruhunun sergilediği Allah kulluk saygısının ve sevgisinin somut hâlidir.
Namazsız mülk, nefis-i emmare mülküdür: Müminler için namazsız mülk düşünülemez. Mümin kişi, ruhunu ve ruhunun mertebelerini bilip bu bilgiyle Rabbini bilince, kalbi ve kalıbı, namazın mahiyetini takdir eder, Yaratıcıya duyduğu sarsılmaz tevekkülün bilincine varır.
Nefs-i emmareden uzaklaşan insan ruhu hisseder ki iç ve dış varlığı esma-i hüsna tecellisinden ibarettir. Ruhun bedendeki fiil ve sıfatlarının yaratıcısı Allah Azimüşşan’dır. İnsan, Ben’ini, külli Ben’in (Rab) emr-i ilahisi görünce, emredilen kulluk vazifelerini Ben’in varoluş nedeni bilir. Fakirlere yardım etmek, bilginin önemini anlayıp bilginlere saygı göstermek, evrensel düzenden yola çıkıp toplumsal ve siyasal düzene gelip, kendinden olan yöneticilere itaat etmek, bilmeyenlere bildiğini öğretmek, fasık kimselerin kurtuluşu için dua ve merhamet göstermekle vb. mükellefiyetleri yerine getirir.
Rahman ve Rahim tecellilerinin bütün varlığı içten dıştan kuşatmış bir sevgi tecellisi olduğunu görüp anlayan ruhun, varlıkla (kâfir kişi de dâhil) muamelesi acıma, merhamet, iyilik, güzel davranış şeklinde olacaktır. Bu bakış açısı ruhun akıl değil kalp mertebesinin bakış açısıdır; kişi gönlüyle evrensel rahmete katılır. Ki, bu hâller, ruhun, nefs-i levvameden sonra ki programlarının zahir olmasıdır. Selam olsun kendini bilen ve kendindeki Rabbini bilen ruhlara. Selam olsun nefs-i emmareden kurtulup ruhlarını kulluk mertebesine taşıyanlara.