“Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihlerin arasına kat.” (Şu’arâ 83)
Bu dua Hz. İbrahim (as)’in duasıdır. Rabbimiz ayeti inzal ederek bu duayı bize de öğretti ki biz de ‘hikmeti’ öğrenelim, onu isteyelim, onunla nefsimize ve varlığa bakıp ‘salih’ müminler olalım.
Seksen üçüncü ayete gelinceye kadar kendisine hikmet de verilmiş olan Hz. İbrahim, putlara tapan kavmiyle giriştiği aklî tartışma sonunda onlara hikemî bir tarzda şu muhasebeyi yapmıştır:
“İbrahim şöyle demişti: Atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum, ancak âlemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O’dur. Beni yediren de, içiren de O’dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O’dur. Ahiret gününde, yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O’dur.”
Hz. İbrahim’in bu izahatından sonra, Âlemlerin Rabbinden istediği ve bize de miras kalan ele aldığımız ayeti kerimedeki duasıdır:
“Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihler arasına kat.”
Ayette geçen “hikmet” sözcüğünün sözlük manası şu şekildedir: İlim, akıl, etkili söz, güzel ifade, bilgelik, varlığın mahiyetini ilimle bilmek. Ayette geçen ikinci anahtar sözcüğümüz “salih”tir. Salihin sözlük manası da şu şekildedir: Dindar, iyi bir insan olmak. Dinin emirleriyle kendini düzeltmek ve donatmak. Duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını ortaya koyarken doğruluktan ayrılmamak.
Kişi, Allah’ın emrettiklerini yapıp yasaklarından kaçındığında salih insan sıfatını alır. Salih insanın düşünce ve eylemle (ibadet) rağbet ettiği, Allah’tır. O, Rabbini daima kendisiyle birlikte bilip Rabbine karşı saygılı bir hayat yaşar. Bu şuur halini korumak için de ilimle meşgul olur; varlıktaki esma-ı ilahiyi düşünür, hikmetleri anlamaya çalışır; anladıkça da salahiyeti artar.
Bir eylem sahih olacak ki faili salih olsun: Bir toplumda müspet düşünce ve ilim (hikmet) terk edilmişse o toplumda sahih bir hayat ve salih bir insan, Kelaynak kuşları gibi, nadirattan görülür. Müspet ilim, düşünme gücünün, haliyle Rabbimize karşı farkındalığın artması demektir ki, bu mertebe bize doğru ile yanlışı gösterecek ve salihliğin yolunu netleştirecektir.
Sonuç: İnsanlığın büyük öğretmenlerinden olan Hz. İbrahim, duanın son bölümünde, Rabbimizden, kendisini ‘salih’ kulları arasına katmasını talep etmiştir. Kıyamete kadar, bütün müminler bunu istemek ve bunun arayışı içinde olmak zorundadır. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim!” hikmetli uyarısı gereğince, imanı, ihlası, salahiyeti ve salihliği geliştirip korumak için, çevre faktörünü de daima dikkate almak ve nefsi azdıran değil, ıslahını söz ve davranışlarıyla etkileyen insanlara birlikte olmak gerekir. Bu duanın tahakkuku için nefsî ve toplumsal mücadele zorunludur. Kimse bir mücadele sonucu olmadan salih bir kul sıfatını elde edemeyeceği gibi, toplumda da, durduk yerde olumlu gelişmeler ortaya çıkmayacaktır. “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz!” uyarısı, “nasıl yaşamak istiyorsanız onun için mücadele ediniz!” emrini de önümüze bir yükümlülük olarak koymaktadır. Unutmamalı ki, salih mümin nefsinden olduğu kadar dünyadan da sorumludur.
Bu dua Hz. İbrahim (as)’in duasıdır. Rabbimiz ayeti inzal ederek bu duayı bize de öğretti ki biz de ‘hikmeti’ öğrenelim, onu isteyelim, onunla nefsimize ve varlığa bakıp ‘salih’ müminler olalım.
Seksen üçüncü ayete gelinceye kadar kendisine hikmet de verilmiş olan Hz. İbrahim, putlara tapan kavmiyle giriştiği aklî tartışma sonunda onlara hikemî bir tarzda şu muhasebeyi yapmıştır:
“İbrahim şöyle demişti: Atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum, ancak âlemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O’dur. Beni yediren de, içiren de O’dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O’dur. Ahiret gününde, yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O’dur.”
Hz. İbrahim’in bu izahatından sonra, Âlemlerin Rabbinden istediği ve bize de miras kalan ele aldığımız ayeti kerimedeki duasıdır:
“Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihler arasına kat.”
Ayette geçen “hikmet” sözcüğünün sözlük manası şu şekildedir: İlim, akıl, etkili söz, güzel ifade, bilgelik, varlığın mahiyetini ilimle bilmek. Ayette geçen ikinci anahtar sözcüğümüz “salih”tir. Salihin sözlük manası da şu şekildedir: Dindar, iyi bir insan olmak. Dinin emirleriyle kendini düzeltmek ve donatmak. Duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını ortaya koyarken doğruluktan ayrılmamak.
Kişi, Allah’ın emrettiklerini yapıp yasaklarından kaçındığında salih insan sıfatını alır. Salih insanın düşünce ve eylemle (ibadet) rağbet ettiği, Allah’tır. O, Rabbini daima kendisiyle birlikte bilip Rabbine karşı saygılı bir hayat yaşar. Bu şuur halini korumak için de ilimle meşgul olur; varlıktaki esma-ı ilahiyi düşünür, hikmetleri anlamaya çalışır; anladıkça da salahiyeti artar.
Bir eylem sahih olacak ki faili salih olsun: Bir toplumda müspet düşünce ve ilim (hikmet) terk edilmişse o toplumda sahih bir hayat ve salih bir insan, Kelaynak kuşları gibi, nadirattan görülür. Müspet ilim, düşünme gücünün, haliyle Rabbimize karşı farkındalığın artması demektir ki, bu mertebe bize doğru ile yanlışı gösterecek ve salihliğin yolunu netleştirecektir.
Sonuç: İnsanlığın büyük öğretmenlerinden olan Hz. İbrahim, duanın son bölümünde, Rabbimizden, kendisini ‘salih’ kulları arasına katmasını talep etmiştir. Kıyamete kadar, bütün müminler bunu istemek ve bunun arayışı içinde olmak zorundadır. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim!” hikmetli uyarısı gereğince, imanı, ihlası, salahiyeti ve salihliği geliştirip korumak için, çevre faktörünü de daima dikkate almak ve nefsi azdıran değil, ıslahını söz ve davranışlarıyla etkileyen insanlara birlikte olmak gerekir. Bu duanın tahakkuku için nefsî ve toplumsal mücadele zorunludur. Kimse bir mücadele sonucu olmadan salih bir kul sıfatını elde edemeyeceği gibi, toplumda da, durduk yerde olumlu gelişmeler ortaya çıkmayacaktır. “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz!” uyarısı, “nasıl yaşamak istiyorsanız onun için mücadele ediniz!” emrini de önümüze bir yükümlülük olarak koymaktadır. Unutmamalı ki, salih mümin nefsinden olduğu kadar dünyadan da sorumludur.