Geçtiğimiz yıl Reşit Karabacak Spor Lisesi Bünyesinde hizmete açılan Türk Spor Tarihi Müzesi yoğun ilgi görüyor. Eski sporcu ve Reşit Karabacak Spor Lisesi Beden Eğitimi Öretmeni Fatih Özbayraktar, ‘Bir müze bin vefa’ sloganıyla müzenin misyonu ve vizyonu hakkında önemli bilgiler verdi.
Röportaj: Nurullah PALA/PUSULA
25 Mart 2022’de Erzurum Reşit Karabacak Spor Lisesi bünyesinde açılan Türk Spor Tarihi Müzesi ve Kütüphanesi hizmete girdiği ilk günden bu yana sergilediği Türk spor tarihi malzemeleriyle ziyaretçilerini âdeta Orta Asya’dan Selçuklu ve Osmanlıya dek bir kültür ve spor yolculuğuna götürüyor.Türkiye’de geleneksel Türk sporları alanında okul düzeyinde açılan ilk müze olma özelliği taşıyarak hem geleneksel Türk sporlarının hem de kadim şehir Erzurum’un tanıtımı adına önemli görevler üstleniyor. Müze içerisinde tepük, kayak, paten, idman taşları, gürz, kılıç, kalkan, ok, yay, peyk, çevgen-çöğen, matrak, tuluk, tomak, dokuz kumalak, güreş gibi birçok alanla ilgili malzemenin bulunmasının yanı sıra müze etkinlik alanında da ziyaretçilere ok atıp, mas güreşi yaptırma, tuluk, tomak, matrak gibi oyunlar oynatma imkânı sunmaktadır.
Ulusal medyada ses getirdi
Müze sadece yerelde ilgi uyandırmamış ulusal anlamda da dikkat çekmiş hatta yerel medyanın yanı sıra ulusal haber kanallarında haber olarak yer almış, Millî Eğitim Bakanlığı ise Türk Spor Tarihi Müzesi’ni sosyal medya hesaplarında paylaşarak bu çalışmayı “81 Çalıkuşu” projesi kapsamında duyurmuştur. Adeta ziyaretçi akınına uğrayan müze ilgi odağı olmayı sürdürüyor.
Müzenin fikir mimarı Özbayraktar
Müzenin fikir mimarı, kurucusu ve yürütücüsü Erzurum Reşit Karabacak Spor Lisesi Beden Eğitimi ve Spor Öğretmeni Fatih Özbayraktar ile yaptığımız söyleşide kendisi hem müzenin misyonu ve vizyonu hakkında önemli bilgiler verdi.
Müzenin açılmasında ve bu aşamaya gelmesinde büyük destekleri olan İl Millî Eğitim Müdürü Salih Kaygusuz’a, İlçe Millî Eğitim Müdürü Nurullah Yavilioğlu’na, Okul Müdürü Sinan Topalli’ye ve Erzurum Büyükşehir Belediyesine, Aziziye, Palandöken ve Yakutiye belediyelerine, Cimilli AVM ve Doyum Su’ya, öğretmen ve öğrencilere teşekkürlerini ifade eden Özbayraktar, ‘Bir Müze Bin Vefa’ sözleriyle şunları söyledi:
“Büyük emekler ve 10 yılı aşkın bir süre sonunda Erzurum R.K. Spor Lisesi bünyesinde 25 Mart 2022’de açtığımız Türk Spor Tarihi Müzemiz, Türkiye’de geleneksel Türk sporları alanında okul düzeyinde açılan ilk müze olma özelliği taşımaktadır. Müzemizde Orta Asya’dan Selçuklu ve Osmanlıya, Türk spor tarihinin birçok malzemesi ziyaretçilerine kapılarını aralamış; açıldığı günden bugüne anaokulu, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim düzeyinde öğrencileri, öğretmenleri, öğretim görevlilerini ağırlarken aynı zamanda sivil toplum kuruluşları, milletvekilleri, bürokratlar, yazılı-görsel basın kuruluşları, yerli-yabancı turistler ve Erzurum halkımız olmak üzere 5 bine yakın kişiyi misafir etmenin gururunu ve sevincini yaşamıştır. Türk Spor Tarihi Müzemiz sayesinde ziyaretçilerimiz, günümüz bazı modern sporların temelini oluşturan tepük, kayak, paten, okçuluk, çöğen, peyk, idman taşları, matrak, tuluk, tomak gibi geleneksel Türk sporlarının en eski örneklerini görmüşlerdir. Müzemizi ziyaret eden misafirlerimiz, geleneksel Türk sporlarıyla ilgili birçok tarihî malzemeyi görmenin yanı sıra müze etkinlik alanımızda ok atıp mas güreşi yapmışlar; tepük, aşık, tuluk, tomak, matrak, dokuz kumalak, mangala gibi birçok geleneksel Türk sporunu ve oyununu oynamanın ayrıcalığını ve heyecanını yaşamışlardır. Özellikle günümüzün başarılı Türk ve yabancı sporcularını hayranlıkla takip eden çocuk ve gençlerimizin, tarihte kendi dönemlerine damga vurmuş ve tarihe mal olmuş sporcularımızı da Türk Spor Tarihi Müzemiz aracılığıyla bilmelerini, tanımalarını, tanıtmalarını ve bu sporcularımızı da kendilerine örnek almalarını istedik.”
Kimler yok ki:
“İstedik ki çocuklar ve gençlerimiz, olimpik okçuluktaki başarılarıyla Olimpiyat Şampiyonu olup dünyaya damga vuran Mete Gazoz’un, ülkemizi uluslararası arenada başarıyla temsil eden Demir Elmaağaçlı’nın, G.Büşranur Coşkun’un, Yasemin Ecem’in başarılarıyla gurur duysunlar” diyen Beden Eğitimi ve Spor Öğretmeni Fatih Özbayraktar, “Geleneksel Türk Okçuluğu alanında menzil rekorları bulunan İbrahim Balaban’ın, İbrahim Can Reis’in, Cüneyt Öztan’ın, Fatih Yıldız’ın, Fatma Ayvacı’nın, puta okçuluğunda Sena Keçeci’nin, Oğuz Okçu’nun yanı sıra Dede Korkut Hikâyeleri’nde Bamsı ile Banu’nun ok yarıştırdıklarını, Osmanlı Dönemi’nde menzil okçuluğunda kırılmadık rekor bırakmayan Tozkoparan İskender’i, Miralem Ahmet Ağa’yı ve Bursalı Şuca’yı ve Osmanlının son kemankeşi Necmettin Okyay’ı da bilsinler. Güreşte Olimpiyat, Dünya ve Avrupa şampiyonları olarak göğsümüzü kabartan Yaşar Doğu, Reşit Karabacak, Ahmet Ayık, Hamza Yerlikaya, Taha Akgül, Rıza Kayaalp ve Kırkpınar Başpehlivanları Ahmet Taşçı, Ali Gürbüz, Cengiz Elbeye gibi birçok başarılı güreşçimizin yanı sıra Cihan Pehlivanı Koca Yusuf’u, Kel Aliço’yu, Adalı Halil’i, Kurtdereli Mehmet’i ve Filiz Nurullah gibi dünyaya nam salmış Osmanlı pehlivanlarını, kispet giyip er meydanına inen IV. Murat’ı da unutmasınlar. Halterde Olimpiyat, Dünya ve Avrupa’da kırılması zor rekorların sahipleri olarak bayrağımızı göndere çektiren Naim Süleymanoğlu’nu, Halil Mutlu, Nurcan Taylan, Taner Sağır, Sibel Özkan, Reyhan Arabacıoğlu’nun yanı sıra 50 kg ağırlığındaki bir topuzu başı üzerinde döndürerek 80 adım öteye fırlatan Sultan Melikşah’ı, 166 kg ağırlığındaki gürzle talim yapan Alaaddin Keykubat’ı, 102 kg ağırlığındaki idman taşını serçe parmağıyla kaldıran IV.Murat’ı, Rodos’a sefere giderken talim yapmak için idman taşını da yanında götüren Miralem Ahmet Ağa’yı da bilsinler. Atletizmde uzun mesafe ve maraton yarışlarında ülkemizi yıllarca başarıyla temsil etmiş Mehmet Yurdadön’ü, Mehmet Terzi’yi, Ahmet Altun’u, Veli Ballı’yı, İsmail Akçay’ı; kısa mesafe koşularında rekorlar kırarak büyük başarılar kazanmış Ramil Guliyev’i, İsmail Nezir’i ve son dönemin parlayan yıldızı, okulumuz öğrencisi Dilek Koçak’ı unutmayalım, başarılarını ve ülkemize katkılarını takdir edelim. 100 metre yarışlarında kırdığı rekorlar ile tüm dünyanın beğenisini ve hayranlığını kazanmış Carl Levis, Usain Bolt gibi dünya yıldızlarını da takip edip başarı öykülerinden ilham alalım ama Orta Asya’da kadınların da katıldığı “seğirtme yarışları”nı, Selçuklu Dönemi’nde Nizam’ül Mülk tarafından koşucu haberci olarak görevlendirilen “peykanları” ve yine Osmanlı Dönemi’nde çok uzun mesafelere koşarak bir yerden başka bir yere haber götürmeleri için özel yetiştirilen “peykleri” ve bunların bir günde durmaksızın 120 ila 150 km arası mesafe katetiklerini de bilsinler” diye konuştu.
Tepük oyununa dikkat çekti
“Günümüzde büyük kitleleri peşinden sürükleyen tüm dünyanın ilgiyle ve severek yakından takip ettiği futbolu, futbolun doğduğu topraklar olan İngiltere’yi, bu oyunun lokomotifi olarak kabul edilen Brezilya, Arjantin, İspanya gibi ülkeleri, bu ülkelerdeki takımları, onların yıldız futbolcularını, futbol kültürlerini örnek alıp ülkemizin futbolda daha başarılı olması için gayret edelim ama Orta Asya’da Türkler tarafından oynanan ve bu oyunun benzeri ve en eski hâli kabul edilen“tepük” oyununu, bu oyunu bize Divanû Lügat’it Türk aracılığıyla aktaran Kaşgarlı Mahmut’u da unutmasınlar” diyen Özbayraktar, sözlerini şöyle tamamladı:
“Kış sporlarının ve olimpiyatlarının zevkle izlenen oyunlarından olan kayak, ski board, paten gibi branşlarının çok eski çağlarda aslında Orta Asya’da Türklerin karlı dağlar ve buz tutan göller üzerinde avcılık yaparken ayaklarına günümüz pateninin en eski hâli olan sığır kemiği taktıklarını, altına at derisi yapıştırarak tahtadan yaptıkları ilkel kayaklar kullandıklarını ve bu sebepten Türklere Çinlilerin “Tahta Ayaklı Türkler” “Sığır Ayaklı Türkler” dediklerini bilsinler. Günümüzde İngilizlerin kendilerine mal ettikleri atlı spor oyunu “polo”nun aslında Türklerde “çöğen-çevgen” adıyla hem sultanlar hem de halkın birçok kesimi tarafından büyük bir ilgiyle oynanan oyun olduğunu hatta Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserinde, Çöğen-Çevgen oyununa ne derece önem verildiğini, eserde yöneticilerin bilmeleri gereken alanlar arasında çöğen oyunun da ifade edildiğini ve bu alanda mahir olmaları gerektiğini, yine bu doğrultuda Selçuklu Sultanları Alpaslan ve Alaaddin Keykubad’ın çevgen ve cirit oyununda usta olduklarını da bilsinler. Olimpiyatların esin kaynağı Antik olimpiyatlara kadınların sporcu olarak alınmadıkları hatta bu oyunları kadınların izlemelerinin bile yasak olduğu, gladyatörlerin arenalarda birbirlerini parçaladıkları ve izleyenlerin bundan zevk aldıkları, insanların aslanlarla dövüştürülerek öldürüldükleri, oley oley naralarıyla boğaların zevk için katledildikleri dönemlerde, ecdadımızın sporu bir hayat biçimi hâline getirdiklerini, kadın-erkek demeden daha çocuk yaşta onlara okçuluk, avcılık, binicilik güreş,kılıç talimleri yaptırdıklarını ve bu sporları bir sanata dönüştürdüklerini bilsinler. Sultanlar, padişahlar ve devlet adamları daima meydanlara inerek sporla iç içe olmuşlar; ok, kabak güreş ve çevgen-çöğen meydanları, güreşçi tekkeleri, okçu tekkeleri gibi tesisler tahsis ederek sporun temele yayılmasını teşvik etmişlerdir. Bu meydanlarda kendileri de birer kemankeş olarak ok atıp adlarına menzil taşı diktirmişler, at sırtında kabak okçuluğu yapmışlar, er meydanlarında güreş tutmuşlar, çevgen ve cirit oynayıp at koşturmuşlardır. Öyle ki “Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın Meydan’a her gelişinde: Vezirliğim orada kaldı, şimdi aranızdan herhangi bir kişiyim, bana öyle muamele edin.” demesi yine kemankeşlerin ok meydanları için “Burası er meydanıdır, burada şah û geda birdir.” düsturuyla hareket etmeleri, cirit oynarken rakibine ciridi ile vuracak yakınlığa gelince bağışlamasına fazla puan vermeleri, günümüz fair-play anlayışının o dönem bir yansımasıdır. Türk kadınlarının erkeklerle; seğirtme yarışlarına katıldıklarını, tepük oynadıklarını, at yarıştırdıklarını, kızbörü oynayıp güreş tuttuklarını, ok yarıştıracak derecede mahir olduklarını, kadın ve çocukların sosyal, sportif ve kültürel hayatın her alanında yer aldıklarını, spor tarihimizin ne denli büyük bir hazine olduğunu, kadın, erkek, çocuk demeden toplumun her kesimine yayıldığını da unutmasınlar. Türk Spor Tarihi Müzesi çalışmamızla bir nebze olsun ecdadı ve spor tarihimizi yad edebildiysek, onların aziz hatıralarını ve başarılarını tanıtabildiysek, spor tarihimizin ve kültürümüzün ne denli zengin ve köklü bir geçmişe sahip olduğunu gösterebildiysek ne mutlu bize.”
Röportaj: Nurullah PALA/PUSULA
25 Mart 2022’de Erzurum Reşit Karabacak Spor Lisesi bünyesinde açılan Türk Spor Tarihi Müzesi ve Kütüphanesi hizmete girdiği ilk günden bu yana sergilediği Türk spor tarihi malzemeleriyle ziyaretçilerini âdeta Orta Asya’dan Selçuklu ve Osmanlıya dek bir kültür ve spor yolculuğuna götürüyor.Türkiye’de geleneksel Türk sporları alanında okul düzeyinde açılan ilk müze olma özelliği taşıyarak hem geleneksel Türk sporlarının hem de kadim şehir Erzurum’un tanıtımı adına önemli görevler üstleniyor. Müze içerisinde tepük, kayak, paten, idman taşları, gürz, kılıç, kalkan, ok, yay, peyk, çevgen-çöğen, matrak, tuluk, tomak, dokuz kumalak, güreş gibi birçok alanla ilgili malzemenin bulunmasının yanı sıra müze etkinlik alanında da ziyaretçilere ok atıp, mas güreşi yaptırma, tuluk, tomak, matrak gibi oyunlar oynatma imkânı sunmaktadır.
Ulusal medyada ses getirdi
Müze sadece yerelde ilgi uyandırmamış ulusal anlamda da dikkat çekmiş hatta yerel medyanın yanı sıra ulusal haber kanallarında haber olarak yer almış, Millî Eğitim Bakanlığı ise Türk Spor Tarihi Müzesi’ni sosyal medya hesaplarında paylaşarak bu çalışmayı “81 Çalıkuşu” projesi kapsamında duyurmuştur. Adeta ziyaretçi akınına uğrayan müze ilgi odağı olmayı sürdürüyor.
Müzenin fikir mimarı Özbayraktar
Müzenin fikir mimarı, kurucusu ve yürütücüsü Erzurum Reşit Karabacak Spor Lisesi Beden Eğitimi ve Spor Öğretmeni Fatih Özbayraktar ile yaptığımız söyleşide kendisi hem müzenin misyonu ve vizyonu hakkında önemli bilgiler verdi.
Müzenin açılmasında ve bu aşamaya gelmesinde büyük destekleri olan İl Millî Eğitim Müdürü Salih Kaygusuz’a, İlçe Millî Eğitim Müdürü Nurullah Yavilioğlu’na, Okul Müdürü Sinan Topalli’ye ve Erzurum Büyükşehir Belediyesine, Aziziye, Palandöken ve Yakutiye belediyelerine, Cimilli AVM ve Doyum Su’ya, öğretmen ve öğrencilere teşekkürlerini ifade eden Özbayraktar, ‘Bir Müze Bin Vefa’ sözleriyle şunları söyledi:
“Büyük emekler ve 10 yılı aşkın bir süre sonunda Erzurum R.K. Spor Lisesi bünyesinde 25 Mart 2022’de açtığımız Türk Spor Tarihi Müzemiz, Türkiye’de geleneksel Türk sporları alanında okul düzeyinde açılan ilk müze olma özelliği taşımaktadır. Müzemizde Orta Asya’dan Selçuklu ve Osmanlıya, Türk spor tarihinin birçok malzemesi ziyaretçilerine kapılarını aralamış; açıldığı günden bugüne anaokulu, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim düzeyinde öğrencileri, öğretmenleri, öğretim görevlilerini ağırlarken aynı zamanda sivil toplum kuruluşları, milletvekilleri, bürokratlar, yazılı-görsel basın kuruluşları, yerli-yabancı turistler ve Erzurum halkımız olmak üzere 5 bine yakın kişiyi misafir etmenin gururunu ve sevincini yaşamıştır. Türk Spor Tarihi Müzemiz sayesinde ziyaretçilerimiz, günümüz bazı modern sporların temelini oluşturan tepük, kayak, paten, okçuluk, çöğen, peyk, idman taşları, matrak, tuluk, tomak gibi geleneksel Türk sporlarının en eski örneklerini görmüşlerdir. Müzemizi ziyaret eden misafirlerimiz, geleneksel Türk sporlarıyla ilgili birçok tarihî malzemeyi görmenin yanı sıra müze etkinlik alanımızda ok atıp mas güreşi yapmışlar; tepük, aşık, tuluk, tomak, matrak, dokuz kumalak, mangala gibi birçok geleneksel Türk sporunu ve oyununu oynamanın ayrıcalığını ve heyecanını yaşamışlardır. Özellikle günümüzün başarılı Türk ve yabancı sporcularını hayranlıkla takip eden çocuk ve gençlerimizin, tarihte kendi dönemlerine damga vurmuş ve tarihe mal olmuş sporcularımızı da Türk Spor Tarihi Müzemiz aracılığıyla bilmelerini, tanımalarını, tanıtmalarını ve bu sporcularımızı da kendilerine örnek almalarını istedik.”
Kimler yok ki:
“İstedik ki çocuklar ve gençlerimiz, olimpik okçuluktaki başarılarıyla Olimpiyat Şampiyonu olup dünyaya damga vuran Mete Gazoz’un, ülkemizi uluslararası arenada başarıyla temsil eden Demir Elmaağaçlı’nın, G.Büşranur Coşkun’un, Yasemin Ecem’in başarılarıyla gurur duysunlar” diyen Beden Eğitimi ve Spor Öğretmeni Fatih Özbayraktar, “Geleneksel Türk Okçuluğu alanında menzil rekorları bulunan İbrahim Balaban’ın, İbrahim Can Reis’in, Cüneyt Öztan’ın, Fatih Yıldız’ın, Fatma Ayvacı’nın, puta okçuluğunda Sena Keçeci’nin, Oğuz Okçu’nun yanı sıra Dede Korkut Hikâyeleri’nde Bamsı ile Banu’nun ok yarıştırdıklarını, Osmanlı Dönemi’nde menzil okçuluğunda kırılmadık rekor bırakmayan Tozkoparan İskender’i, Miralem Ahmet Ağa’yı ve Bursalı Şuca’yı ve Osmanlının son kemankeşi Necmettin Okyay’ı da bilsinler. Güreşte Olimpiyat, Dünya ve Avrupa şampiyonları olarak göğsümüzü kabartan Yaşar Doğu, Reşit Karabacak, Ahmet Ayık, Hamza Yerlikaya, Taha Akgül, Rıza Kayaalp ve Kırkpınar Başpehlivanları Ahmet Taşçı, Ali Gürbüz, Cengiz Elbeye gibi birçok başarılı güreşçimizin yanı sıra Cihan Pehlivanı Koca Yusuf’u, Kel Aliço’yu, Adalı Halil’i, Kurtdereli Mehmet’i ve Filiz Nurullah gibi dünyaya nam salmış Osmanlı pehlivanlarını, kispet giyip er meydanına inen IV. Murat’ı da unutmasınlar. Halterde Olimpiyat, Dünya ve Avrupa’da kırılması zor rekorların sahipleri olarak bayrağımızı göndere çektiren Naim Süleymanoğlu’nu, Halil Mutlu, Nurcan Taylan, Taner Sağır, Sibel Özkan, Reyhan Arabacıoğlu’nun yanı sıra 50 kg ağırlığındaki bir topuzu başı üzerinde döndürerek 80 adım öteye fırlatan Sultan Melikşah’ı, 166 kg ağırlığındaki gürzle talim yapan Alaaddin Keykubat’ı, 102 kg ağırlığındaki idman taşını serçe parmağıyla kaldıran IV.Murat’ı, Rodos’a sefere giderken talim yapmak için idman taşını da yanında götüren Miralem Ahmet Ağa’yı da bilsinler. Atletizmde uzun mesafe ve maraton yarışlarında ülkemizi yıllarca başarıyla temsil etmiş Mehmet Yurdadön’ü, Mehmet Terzi’yi, Ahmet Altun’u, Veli Ballı’yı, İsmail Akçay’ı; kısa mesafe koşularında rekorlar kırarak büyük başarılar kazanmış Ramil Guliyev’i, İsmail Nezir’i ve son dönemin parlayan yıldızı, okulumuz öğrencisi Dilek Koçak’ı unutmayalım, başarılarını ve ülkemize katkılarını takdir edelim. 100 metre yarışlarında kırdığı rekorlar ile tüm dünyanın beğenisini ve hayranlığını kazanmış Carl Levis, Usain Bolt gibi dünya yıldızlarını da takip edip başarı öykülerinden ilham alalım ama Orta Asya’da kadınların da katıldığı “seğirtme yarışları”nı, Selçuklu Dönemi’nde Nizam’ül Mülk tarafından koşucu haberci olarak görevlendirilen “peykanları” ve yine Osmanlı Dönemi’nde çok uzun mesafelere koşarak bir yerden başka bir yere haber götürmeleri için özel yetiştirilen “peykleri” ve bunların bir günde durmaksızın 120 ila 150 km arası mesafe katetiklerini de bilsinler” diye konuştu.
Tepük oyununa dikkat çekti
“Günümüzde büyük kitleleri peşinden sürükleyen tüm dünyanın ilgiyle ve severek yakından takip ettiği futbolu, futbolun doğduğu topraklar olan İngiltere’yi, bu oyunun lokomotifi olarak kabul edilen Brezilya, Arjantin, İspanya gibi ülkeleri, bu ülkelerdeki takımları, onların yıldız futbolcularını, futbol kültürlerini örnek alıp ülkemizin futbolda daha başarılı olması için gayret edelim ama Orta Asya’da Türkler tarafından oynanan ve bu oyunun benzeri ve en eski hâli kabul edilen“tepük” oyununu, bu oyunu bize Divanû Lügat’it Türk aracılığıyla aktaran Kaşgarlı Mahmut’u da unutmasınlar” diyen Özbayraktar, sözlerini şöyle tamamladı:
“Kış sporlarının ve olimpiyatlarının zevkle izlenen oyunlarından olan kayak, ski board, paten gibi branşlarının çok eski çağlarda aslında Orta Asya’da Türklerin karlı dağlar ve buz tutan göller üzerinde avcılık yaparken ayaklarına günümüz pateninin en eski hâli olan sığır kemiği taktıklarını, altına at derisi yapıştırarak tahtadan yaptıkları ilkel kayaklar kullandıklarını ve bu sebepten Türklere Çinlilerin “Tahta Ayaklı Türkler” “Sığır Ayaklı Türkler” dediklerini bilsinler. Günümüzde İngilizlerin kendilerine mal ettikleri atlı spor oyunu “polo”nun aslında Türklerde “çöğen-çevgen” adıyla hem sultanlar hem de halkın birçok kesimi tarafından büyük bir ilgiyle oynanan oyun olduğunu hatta Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserinde, Çöğen-Çevgen oyununa ne derece önem verildiğini, eserde yöneticilerin bilmeleri gereken alanlar arasında çöğen oyunun da ifade edildiğini ve bu alanda mahir olmaları gerektiğini, yine bu doğrultuda Selçuklu Sultanları Alpaslan ve Alaaddin Keykubad’ın çevgen ve cirit oyununda usta olduklarını da bilsinler. Olimpiyatların esin kaynağı Antik olimpiyatlara kadınların sporcu olarak alınmadıkları hatta bu oyunları kadınların izlemelerinin bile yasak olduğu, gladyatörlerin arenalarda birbirlerini parçaladıkları ve izleyenlerin bundan zevk aldıkları, insanların aslanlarla dövüştürülerek öldürüldükleri, oley oley naralarıyla boğaların zevk için katledildikleri dönemlerde, ecdadımızın sporu bir hayat biçimi hâline getirdiklerini, kadın-erkek demeden daha çocuk yaşta onlara okçuluk, avcılık, binicilik güreş,kılıç talimleri yaptırdıklarını ve bu sporları bir sanata dönüştürdüklerini bilsinler. Sultanlar, padişahlar ve devlet adamları daima meydanlara inerek sporla iç içe olmuşlar; ok, kabak güreş ve çevgen-çöğen meydanları, güreşçi tekkeleri, okçu tekkeleri gibi tesisler tahsis ederek sporun temele yayılmasını teşvik etmişlerdir. Bu meydanlarda kendileri de birer kemankeş olarak ok atıp adlarına menzil taşı diktirmişler, at sırtında kabak okçuluğu yapmışlar, er meydanlarında güreş tutmuşlar, çevgen ve cirit oynayıp at koşturmuşlardır. Öyle ki “Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın Meydan’a her gelişinde: Vezirliğim orada kaldı, şimdi aranızdan herhangi bir kişiyim, bana öyle muamele edin.” demesi yine kemankeşlerin ok meydanları için “Burası er meydanıdır, burada şah û geda birdir.” düsturuyla hareket etmeleri, cirit oynarken rakibine ciridi ile vuracak yakınlığa gelince bağışlamasına fazla puan vermeleri, günümüz fair-play anlayışının o dönem bir yansımasıdır. Türk kadınlarının erkeklerle; seğirtme yarışlarına katıldıklarını, tepük oynadıklarını, at yarıştırdıklarını, kızbörü oynayıp güreş tuttuklarını, ok yarıştıracak derecede mahir olduklarını, kadın ve çocukların sosyal, sportif ve kültürel hayatın her alanında yer aldıklarını, spor tarihimizin ne denli büyük bir hazine olduğunu, kadın, erkek, çocuk demeden toplumun her kesimine yayıldığını da unutmasınlar. Türk Spor Tarihi Müzesi çalışmamızla bir nebze olsun ecdadı ve spor tarihimizi yad edebildiysek, onların aziz hatıralarını ve başarılarını tanıtabildiysek, spor tarihimizin ve kültürümüzün ne denli zengin ve köklü bir geçmişe sahip olduğunu gösterebildiysek ne mutlu bize.”