![Reklam](https://www.gazetepusula.net/images/reklam/yeni-5.jpg)
Şehir insanı var eder ve yaşatır. Bazen baştan inşa eder. Sadece ona anlam vermez, onu ait kılmaz, kelimenin tam anlamıyla onu mermer bir sütundan şekli, şemaili belli, vasıfları oturmuş bir insan evladı eyler. Çocuğu ana babası yetiştirmez yalnızca; o anne babayı da inşa eden, var eden şehir yetiştirir. Her iklimin kendine has bir bitkisi olduğu gibi her şehrin, her mekânın da kendine has insanı vardır. Her bir insanında da -iyisinde de kötüsünde de- müşahede edilen vasıflar zerk edilir şehir tarafından insana. İnsan şehirdir, şehir insandır; insan şehirdi, şehir insandı. İnsan şehirlerden ve şehir insanlardan, şehrinden gafil insanlara ve insandan beri şehirlere düştü yolumuz.
Erzurum, insanını kendine benzeten, oralı olmanın bariz hususiyetlerini ona bir elbise gibi giydiren nadir şehirlerden birisidir. Oralıyım dediğinde birisi, muhatabının zihninde hemen bir siluet, bir imge, bir tarz ve bir ahval belirir. Bu beliren şeyin her yönü ile müspet ve iyi dönük olduğunu iddia etmiyorum. Her yaşanmışlık ona göre bir iz bırakır. İddia ettiğim, belirgin bir tarzın ve buna bağlı olarak teşekkül eden bir algılayış biçiminin tezahür ettiği olgusudur. Burada tezahür eden bu şey: Benim gibi kendisini doğup büyüdüğü şehre gönülden ait hissedenlerin bunu bir kimlik olarak üzerlerinde taşımaktan mutlu oldukları ve şehrin onlara verdiğini sahiplendikleri olgusudur. Sahiplenilenin ne olduğu ise her ne kadar kişiden kişiye değişse de nihayetinde bir aidiyet ve kimlik olarak kendisini var eder.
Erzurum bir güzel şehir, güzel insanların şehri. Şehit ve gazilerin şehri. Türkünün, sazın, sözün, şiirin, şairlerin ve âşıkların şehri. Göçün şehri ve. Ve hüznün şehri. Mamuriyetin, imarın ve aynı zamanda harabiyetin şehri. Göç göç olup yola dizilen kervanların, yarım kalan hikâyelerin, ayrılıp da kavuşamayanların, arkada bırakılanların, yıkılan evlerin şehri. Beşikte kalan bebeklerin, anne şefkati ve baba yüreği bekleyen beşiklerin şehri. Hasrete duran, su bekleyen çorak toprak gibi özlemle yanıp kavrulan, Ağustos’un kuruttuğu dereler gibi akıtacak yaşı kalmayan gözlerin, annelerin, babaların, kardeşlerin, bacıların, evlatların, yârların, yarenlerin şehri. Acının ve hüznün şehri dedik ama böyle kalırsa eksik olur. Direnişin de şehri. Direnmenin, diri olmanın, orda olmanın, orda kalmanın, durmanın, duru olmanın, durulmanın, durdurmanın şehri. Vesselam şehirdir Erzurum.
Alvarlı Efe Hazretlerinin dediği gibi civanlarla pirlerin hemhal olduğu; pirlerin gölgesinin civanların üzerine düştüğü, hürmetin, vefanın, yarenliğin ete kemiğe büründüğü bir şehir. Dosta ve söze sadakatin esas olduğu, hıyanetin hor görüldüğü,
Ey şehir, zalim şehir, ey sevda kuşandığımız şehir!
Ey arkadaşlarımın şehri, ey kavgalarımızın şehri!
Tozun ve toprağın şehri
Tozlandığımız, toprağa düştüğümüz şehir, vurulduğumuz şehir.
Ey yalnızlığımızın göç ülkesi, bıraktıklarımızın, arkada kalanların şehri, ey şehir!
…olan şehir.
Bekle ey şehir. Şimdi gurbet tutsak etmiş olsa da bedenleri, bir gün vuslat mukadderdir gurbeti gurbet yapan sana. Geride bıraktığını özlemiyorsan, geride bir şey bırakmamışsındır. Geride bir şey kalmışsa sen de orada kalmışsındır. Bir gün o geride kalanla buluşmayı umarsın.
Bizi güzellik vurdu kanadımızdan. Koşmak, düşmek, kalkmak, tozlanmak. Tozlanan üstünü temizleyen şefkatli ananın serzenişi; evinden çağırdığın arkadaşın anasının sana da yaptığı reçelli ekmek. O gün bugündür her ekmeği o ekmeği anarak yemek. Her ekmekte o ekmeği aramak. Bazıları bu dünyayı yaşayamadıkları şeyler hatırına yaşıyor. Hâlâ yaşıyorsa, içinde bir yerde yaşayamadıklarını yaşama ümidi iledir. Ama ben yaşadıklarım hatırına yaşıyorum. Anne-baba hatrına, çocuk hatrına, arkadaş, dost, kardeş hatrına. Tuz, ekmek, şeker; toz, toprak, su hatrına. Doğacak güneş hatrına, batan güneş hatrına. Yarın hatrına. Dün hatrına.
Bunları yazmasam olmazdı. Yazgıya edepsizlik olurdu. Sevgiye ve mutluluğa haksızlık olurdu. Bitene ama gitmeyene ve eksilmeyene, yaşanana ama unutulmayana haksızlık olurdu. İki göz eve, birçok göz mutluluğa; sevgiye, şefkate, huzura, vefaya vefasızlık olurdu. Ölüp giden unutulmasın, yaşanıp giden hatırlansın. Sevgi hatırlansın, kardeşlik, dostluk hatırlansın. Kediler ve köpekler, kuşlar ve tavuklar, atlar ve arabalar hatırlansın. Bir şehir hatırlansın. Bir şey. Orda bir vakit mutlu çocuklar olduğu hatırlansın. Evler yıkılır, izler kaybolur ama hatıralar, hatırlananlar, söylenenler kalır.
Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin.
“Eser şu bağrıma yel dertli dertli… akar gözlerimden sel dertli derli.”
Nedir ki, bu derdin özü? Baştakini sonda diyelim, hasret. Gelen geçer. Yaşanan ve arkada bırakılan. Bu şehri ve bu mahalleyi sevmem için yüzlerce nedene gerek yok.
Mecburen susuyor insan zira kifayetsiz kalıyor lisan.
Erzurum, insanını kendine benzeten, oralı olmanın bariz hususiyetlerini ona bir elbise gibi giydiren nadir şehirlerden birisidir. Oralıyım dediğinde birisi, muhatabının zihninde hemen bir siluet, bir imge, bir tarz ve bir ahval belirir. Bu beliren şeyin her yönü ile müspet ve iyi dönük olduğunu iddia etmiyorum. Her yaşanmışlık ona göre bir iz bırakır. İddia ettiğim, belirgin bir tarzın ve buna bağlı olarak teşekkül eden bir algılayış biçiminin tezahür ettiği olgusudur. Burada tezahür eden bu şey: Benim gibi kendisini doğup büyüdüğü şehre gönülden ait hissedenlerin bunu bir kimlik olarak üzerlerinde taşımaktan mutlu oldukları ve şehrin onlara verdiğini sahiplendikleri olgusudur. Sahiplenilenin ne olduğu ise her ne kadar kişiden kişiye değişse de nihayetinde bir aidiyet ve kimlik olarak kendisini var eder.
Erzurum bir güzel şehir, güzel insanların şehri. Şehit ve gazilerin şehri. Türkünün, sazın, sözün, şiirin, şairlerin ve âşıkların şehri. Göçün şehri ve. Ve hüznün şehri. Mamuriyetin, imarın ve aynı zamanda harabiyetin şehri. Göç göç olup yola dizilen kervanların, yarım kalan hikâyelerin, ayrılıp da kavuşamayanların, arkada bırakılanların, yıkılan evlerin şehri. Beşikte kalan bebeklerin, anne şefkati ve baba yüreği bekleyen beşiklerin şehri. Hasrete duran, su bekleyen çorak toprak gibi özlemle yanıp kavrulan, Ağustos’un kuruttuğu dereler gibi akıtacak yaşı kalmayan gözlerin, annelerin, babaların, kardeşlerin, bacıların, evlatların, yârların, yarenlerin şehri. Acının ve hüznün şehri dedik ama böyle kalırsa eksik olur. Direnişin de şehri. Direnmenin, diri olmanın, orda olmanın, orda kalmanın, durmanın, duru olmanın, durulmanın, durdurmanın şehri. Vesselam şehirdir Erzurum.
Alvarlı Efe Hazretlerinin dediği gibi civanlarla pirlerin hemhal olduğu; pirlerin gölgesinin civanların üzerine düştüğü, hürmetin, vefanın, yarenliğin ete kemiğe büründüğü bir şehir. Dosta ve söze sadakatin esas olduğu, hıyanetin hor görüldüğü,
Ey şehir, zalim şehir, ey sevda kuşandığımız şehir!
Ey arkadaşlarımın şehri, ey kavgalarımızın şehri!
Tozun ve toprağın şehri
Tozlandığımız, toprağa düştüğümüz şehir, vurulduğumuz şehir.
Ey yalnızlığımızın göç ülkesi, bıraktıklarımızın, arkada kalanların şehri, ey şehir!
…olan şehir.
Bekle ey şehir. Şimdi gurbet tutsak etmiş olsa da bedenleri, bir gün vuslat mukadderdir gurbeti gurbet yapan sana. Geride bıraktığını özlemiyorsan, geride bir şey bırakmamışsındır. Geride bir şey kalmışsa sen de orada kalmışsındır. Bir gün o geride kalanla buluşmayı umarsın.
Bizi güzellik vurdu kanadımızdan. Koşmak, düşmek, kalkmak, tozlanmak. Tozlanan üstünü temizleyen şefkatli ananın serzenişi; evinden çağırdığın arkadaşın anasının sana da yaptığı reçelli ekmek. O gün bugündür her ekmeği o ekmeği anarak yemek. Her ekmekte o ekmeği aramak. Bazıları bu dünyayı yaşayamadıkları şeyler hatırına yaşıyor. Hâlâ yaşıyorsa, içinde bir yerde yaşayamadıklarını yaşama ümidi iledir. Ama ben yaşadıklarım hatırına yaşıyorum. Anne-baba hatrına, çocuk hatrına, arkadaş, dost, kardeş hatrına. Tuz, ekmek, şeker; toz, toprak, su hatrına. Doğacak güneş hatrına, batan güneş hatrına. Yarın hatrına. Dün hatrına.
Bunları yazmasam olmazdı. Yazgıya edepsizlik olurdu. Sevgiye ve mutluluğa haksızlık olurdu. Bitene ama gitmeyene ve eksilmeyene, yaşanana ama unutulmayana haksızlık olurdu. İki göz eve, birçok göz mutluluğa; sevgiye, şefkate, huzura, vefaya vefasızlık olurdu. Ölüp giden unutulmasın, yaşanıp giden hatırlansın. Sevgi hatırlansın, kardeşlik, dostluk hatırlansın. Kediler ve köpekler, kuşlar ve tavuklar, atlar ve arabalar hatırlansın. Bir şehir hatırlansın. Bir şey. Orda bir vakit mutlu çocuklar olduğu hatırlansın. Evler yıkılır, izler kaybolur ama hatıralar, hatırlananlar, söylenenler kalır.
Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin.
“Eser şu bağrıma yel dertli dertli… akar gözlerimden sel dertli derli.”
Nedir ki, bu derdin özü? Baştakini sonda diyelim, hasret. Gelen geçer. Yaşanan ve arkada bırakılan. Bu şehri ve bu mahalleyi sevmem için yüzlerce nedene gerek yok.
Mecburen susuyor insan zira kifayetsiz kalıyor lisan.