
Yolunun Erzurum’a düştüğünü bildiğim yazarlar içerisinde ben bir Ahmet Hamdi Tanpınar’ı çok özel bir yere oturturum, bir de Tolga Gümüşay’ı…
Yanlış anlaşılmasın; ‘Erzurumlu’ demiyorum, ‘yolu bir biçimde Erzurum’a düşmüş, yansız bir gözle bizi izlemiş ve yazmış yazarlar, şairler’ diyorum:
19.Yüzyıl sonrası Türk edebiyatının en önemli isimleri arasında yer alan şair, romancı ve eleştirmen Tanpınar (1901-1962), hayatının bir bölümünü, hem de milletin Cumhuriyet coşkusunun yaşadığı muhteşem 1923-1924 yıllarını, Erzurum Lisesi’nin edebiyat öğretmeni olarak geçirmişti.
Övünerek vurguluyorum ki biz Erzurum Liseliler, okulumuzun o özelliğini biliriz; Tanpınar’ın Beş Şehir seçkisinde Erzurum’a yer verişini de keza çok iyi biliriz ve lisemizin tarihini süsleyen bu altın sayfalarla gurur duyarız.
Erzurum’da yaşamış, kentimizi ve kültürümüzü gözlemlemiş ve sonra da ürünlerinde bu kayıtlara yer vermiş olmasından benim bir Erzurumlu olarak gurur duyduğum bir önemli edebiyatçı daha var:
Günümüz Türk edebiyatında öyküyü ve öykücülüğü olduğu yerin çok ilerisine taşıyan önemli bir isim o: Tolga Gümüşay…

Babasının Oltu’da görev yaptığı 80’lerin başında Tolga Gümüşay da Erzurum’da öğrenciydi.
Müthiş yaratıcı ve aynı oranda mütevazı bir edebiyatçı olan sevgili arkadaşım Tolga, Hazırlıksız adlı romanında işte o günleri, Erzurum Anadolu Lisesi’ndeki yatılı öğrencilik serüvenini anlatır.
Hem o romanı hem diğer roman ve öykülerini edebiyatseverlere öneririm.
Ama özellikle Kareli Öyküler ve Genç Kareli Öyküler adlı olağanüstü güzel iki öykü kitabını ve son romanı İstanbul Maviyken’i mutlaka okumalısınız!
***
Tolga Gümüşay’la iki yıl önce Mersin’de buluşmuştuk.
Erzurum günlerinden neredeyse 35 yıl sonra yöneticisi olduğum okulda ‘Tolga Gümüşay Günü’ düzenlemiştik ve o da harika üslubuyla öğrencilerimize tarifsiz güzel bir edebiyat söyleşisi sunmuştu.
Şimdi, tanışmamızın üzerinden 40 yıl geçmişken bu kez Pusula okurları için ve tabii koşullar gereği uzaktan uzağa görüştük çağdaş edebiyatımızın bu çok değerli ismiyle:
Savaşkan İlmak: Sevgili Tolga Gümüşay, birkaç satır yukarıda, okurlarıma sizi anlatırken ‘Bana göre tıpkı Tanpınar gibi yolu Erzurum’a düşmüş çok önemli bir edebiyatçı’ dedim. Erzurum açısından bir onur ve bu, arkadaşın olmaktan çok bir edebiyatçı olarak benim samimi inancım. Peki siz hayatınızın ‘Erzurum’da geçen kısmıyla’ ilgili ne düşünüyorsunuz? Erzurum bir şey kattı mı size?
Tolga Gümüşay: Adımın herhangi bir vesileyle Tanpınar ile bir telaffuz edilmesi benim açımdan büyük bir iltifat. Kanımca, Huzur gibi bir roman bir daha yazılamaz ve Tanpınar gibi bir yazar da bir daha gelmez bu dünyaya. Bana gelince, evet yolum Erzurum’a düştü ve Erzurum basbayağı dönüştürdü, şekillendirdi beni. Babamın görevi nedeniyle 1980’de Oltu’ya, subay lojmanlarına taşındık. İlkokulun son 3 yılını Cumhuriyet İlkokulu’nda okudum.
Oltu yıllarımızı tüm ailem gibi ben de ikliminin tersine sıcacık duygularla anarım her zaman. Annemin deyişiyle ağlayarak ayak basıp, ağlayarak ayrıldığımız bu güzel kasabada saf, içten, mert; sert görünümünün gerisinde yumuşacık, koca koca kalpler taşıyan insanlar tanıdık.
Erzurum Anadolu Lisesi’nde yatılı okuduğum Hazırlık sınıfı ise yaklaşık 30 yıl sonra “Hazırlıksız” adlı romanımı yazdıracak kadar derinden etkiledi beni. Hayatımın en zorlu, en kırılgan, en ağlamaklı; aynı zamanda en öğretici, en güçlendirici, en gurur verici yılıydı.
Pek çok ilk gibi, ilk kompozisyonumu da Erzurum’da yazdım, yani yazarlığın büyüsüyle Erzurum’da tanıştım.
Bundan üç dört yıl önce bir kış günü eşim ve oğlumu Erzurum’a götürdüm. Okulumu, Havuzbaşı'nı, Orduevi'ni, eski Dadaş Sineması’nın ve Çıtır Büfe’nin bulunduğu yerleri gösterdim. O yıllarda sımışka ve şekerli leblebiyi ne çok sevdiğimden bahsettim. Oğlum benim o zamanki yaşımdaydı. Saçaklar dev buz sarkıtlarıyla doluydu. Başımıza düşmesin diye yolun ortasından yürüdük. Ben Oltu taşı tespihlere bakarken kara kaşlı, kara bıyıklı esnaflar içtenlikle çay içip ısınmaya davet ediyordu. Kime adres sorduysak işini gücünü bıraktı, bize rehberlik etti. Hava çok soğuktu ama üşütmüyordu. Derin derin nefes aldım. Palandöken kokuyordu. Çocukluğum kokuyordu. O kokuyu otuz küsur senedir duymamıştım. Dünyanın pek çok kıtasını, ülkesini görme fırsatım oldu. Erzurum hiç birine benzemiyordu.
S.İ: İnternet ortamını çok verimli kullandığınızı düşünüyorum. Öyküler, fotoğraflar, İstanbul, sosyal medya ve dahası... Diğer yandan kitaplarınız matbaa ortamında basılıyor. Galiba koşullar nasıl değişirse değişsin -bazı fütüristlerin iddia ettiğinin aksine- bildiğimiz hâliyle kitap hep var olacak. Ne dersiniz?
Tolga Gümüşay: Aslolan farkına varmak. Bizi biz yapan duygularla buluşmak. Onları ifade etmenin yollarını bulmak. Kendi içimizdeki derinliği keşfetmek. Evrende yapayalnız olmadığımızı anlamak. Başka seçeneklerimiz olduğunu fark etmek. Ve böylelikle özgürleşmek. İçimizdeki sevgiyi, yaşama iştahını büyütmek. Bunları başkalarına da bulaştırabilmek. Yazarlık bütün bunları yapabilmenin yolu benim için.
Keşfettiğim, tanıdığım, rastladığım sessizlerin, yaşamın kenarında köşesinde kalmış değerlerin, hesaba katılmayan ihtimallerin, dile getirilemeyen duyguların, çözülemeyeceği sanılan düğümlerin sesi, sözü, tercümanı olmak gibi bir sorumluluk da yüklüyor. Ya da ben bile isteye sırtlanıyorum o yükü. Bazen de yazdıkça hafifliyorum. Tüy gibi hissediyorum kendimi. Üstüme yapıştırılan tüm etiketlerden, rollerden, sıkışmışlıklarımdan kurtulup özüme döndüğümü hissediyorum.
Elbette ki her yazar, yazdıkları okunsun ister. Daha çok kalbe dokunsun. Köprüler kursun. Başkalarının yaşam duvarına bir tuğla olsun. Karanlığına ışık, yüzüne ayna tutsun… Kitap hep olacak, evet. Çünkü kitap kalıcıdır. Ve yazarlık da kalıcı olma hayaliyle yapılır. Kitap okurun da dahil olduğu bir serüvenin özgün kanıtıdır; o sürecin izlerini, anılarını taşır. Yıllar sonra yeniden koklaya koklaya altı çizili satırları tekrar tekrar okuyarak, sayfalar arasına kaçmış kum tanelerine dokundukça, kahve lekelerine, kurumuş yapraklara rastladıkça, kitap dediğiniz nesnenin yalnızca yazarın yazdığı satırlardan ibaret olmadığını, okurun hayatına dair sakladıklarıyla da başlı başına bir varoluş kanıtı olduğunu idrak edersiniz. Kitabın yeri doldurulamaz kısacası.
Öte yandan daha fazla okura ulaşmak istiyorsanız, modern dünyanın gerçeklerinden, olanaklarından ve mecralarından da kaçmamanız, onları etkin biçimde kullanmanın yollarını bulmanız gerekir.
Ben Kareli Öyküler aldı projemi bir blog olarak başlattım. Ve sosyal medyayı duyuru, yönlendirme amaçlı kullandım. Bunu edebiyatı demokratikleştirme projesi olarak gördüm. Yani iyi metni herkese, her yerden, ücretsiz, koşulsuz ulaşılabilir hale getirme projesi. Popüler bir mecrada derin, kalıcı bir içerik oluşturma ideali. Her hafta kendi çektiğim fotoğraflara birer öykü yazdım. Yaklaşık 2,5 yıl boyunca düzenli olarak yayınladım. 50 bin kişi tarafından okunan öyküm oldu.
Dijital ortamda insanlar 2, 3 kelimeden fazla okumaz diyenlere bunun yalnızca bir önyargı olduğunu gösterdim.
S.İ: Öyküleriniz çok kısa, çok etkileyici ve kahramanlarınız, müthiş… Aslında onlar genellikle sıradan insanlar ama öykü içinde okuru çok çarpıcı yerlere sürükleyen sıradışı insanlara, daha doğrusu kılavuzlara ya da çevirmenlere dönüşüyorlar. Bu keşifleri doğuran ve besleyen şey ne?
Tolga Gümüşay: Teşekkür ederim. Ben ‘gerçeklerden’ besleniyorum. Gördüğüm bir yüzün çizgileri, bakışlardaki yorgunluk, derinlik, özlem; buz gibi bir kış günü bomboş bir parkta denize ekmek parçaları atan bir teyze, terk edilmiş bir binanın uçuşan perdeleri, kasvetli bir ara sokakta bitkin bir kağıt toplayıcısıyla sıska bir sokak kedisinin uzun uzun bakışması, yüz yıllık bir hanın duvarlarını takvim yapraklarından kopardığı resimlerle gönül galerisine çevirmiş bir çaycının basit ve huzurlu dünyası… Böyle tanıklıklar etkiliyor beni.
O kendi halinde insanları, nesnelere sinmiş yaşam izlerini, ben anlatmasam kimsenin haberdar olmayacağı tesadüflere tanıklık etmeyi seviyorum. İçimde yaşamaya başlıyorlar. Bazen araştırarak büyütüyorum onları. Daha net görmeye, hissetmeye başlıyorum. Daha yakından tanıyorum. Ve sonra onlar kalemimin ucunda kendi olasılıklarını yaratmaya başlıyorlar. Böylece ortaya gücünü gerçeklerden, ilginçliğini hayal gücümden, şiirselliğini kendiliğinden alan yaşam hikayeleri çıkıyor.
Bazen ben de şaşırıyorum. Ve onların aslında kendilerini var ettiklerini, beni aracı olarak seçtiklerini düşünüyorum.
S.İ: Türk edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Genç edebiyat meraklıları bizi dizilerin oluşturduğu rüya ve melankoli fanusundan çıkarıp ferah ve sınırsız bir başka dünyaya eriştirebilecekler mi, ne dersiniz?
Tolga Gümüşay: Şu günlerde yazarlık hevesini, hiç olmadığı kadar bereketli görüyorum. Basılan kitap sayıları, her geçen yıl sayısı artan yayınevleri, fuarlar, dijital platformda paylaşılan yazı miktarı… Müthiş bir kendini ifade etme ihtiyacı ve eylemi içinde insanlar. Yazmak da herkesin iyi kötü becerebildiği bir iş olduğundan çokça ürün ortaya çıkıyor. Ben şikayetçi değilim bundan, kendini ifade edenden değil, etmeyenden korkmak lazım. Ama böyle giderse yakında yazanların sayısı okuyanları geçecek diye düşünmüyor da değilim ara sıra.
Peki bütün bu üretilenler edebiyata dahil oluyor mu? Hangileri oluyor, hangileri olmuyor?
Maalesef ezici çoğunluk yazma telaşındayken, yazılanı eleştirecek, değerlendirecek, bir yere konumlandıracak eleştirmenlerin, edebiyat otorite ve mekanizmalarının eksikliği her zamankinden fazla hissediliyor. Ben de belirttiğiniz gibi dizilerin, sosyal medyanın, bilgisayar oyunlarının, videoların, kolay tüketilebilir kültür ve eğlence içeriklerinin kitabın rakipleri olduğunu düşünüyorum. Neticede cebimizdeki sınırlı parayı ve daha da kısıtlı zamanımızı bunlardan hangisine yatıracağımız konusunda tercihte bulunmak durumundayız. Ve saydığımız rakiplerin hepsinin çok daha fazla tanıtımı, görselliği, teknolojisi, erişim yatırımı, gel geli var kitaba kıyasla. ‘Kitap dünyasının kendini ucuzlaştırmadan sahip olduğu değerleri parlatmaya, modern insanın ihtiyaçlarına ve algısına hitap edecek, şu veya bu kitabı neden okuması gerektiğine dair ipuçları verecek iletişim yollarını araması, denemesi, bulması lazım!’
Burada ucuz satış çığırtkanlıklarından söz etmiyorum. Bir değeri paylaşmanın modern yöntemlerini keşfetmekten, insanları “okumuyorlar” diye suçlamak yerine onlarda okuma hevesi yaratabilmekten bahsediyorum.
Örnek vermek gerekirse benim Hiç Kimsenin Kenti adlı kitabımın kaderi İz TV’de aynı adla yayınlanan belgeselden sonra değişti…
Sorunuzun başına gelirsek, Türk edebiyatının geleceği konusunda iyimserim:
Yazarlığın bir yazgı olduğunu, her devirde bu yazgıyla dünyaya gelmiş insanların var olduğunu ve olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Yaratıcılık farklı kaynaklardan beslendikçe zenginleşir. Bugünün yazarları bizden çok daha fazla bilgiye erişme, çok daha fazla içeriğe, kaynağa ulaşma şansına sahipler. Bu olanakları yetenekleriyle ve bu toprakların zengin mirasıyla birleştirdiklerinde evrensel ölçekte iyi eserler çıkaracaklarından kuşkum yok.
***
Nasıl, söylemiştim değil mi?
Sevgili Tolga Gümüşay, çağını çok iyi kavrayan ve yansıtan, müthiş yaratıcı ve aynı oranda mütevazı bir edebiyatçı.
Biz Erzurum Lisesi mezunları Ahmet Hamdi Tanpınar’ın içine edebiyat üflediği bir okulda okumuş olmaktan nasıl gurur duyuyorsak eminim ki Erzurum Anadolu Lisesi mezunları da Tolga Gümüşay’la aynı okulda okudukları için büyük gurur duyuyorlardır.
Yolu, şansı, zihni hep açık olsun Tolga Gümüşay’ın.
Biz de onun kitaplarını büyük hazla okumaya devam edelim.
Yanlış anlaşılmasın; ‘Erzurumlu’ demiyorum, ‘yolu bir biçimde Erzurum’a düşmüş, yansız bir gözle bizi izlemiş ve yazmış yazarlar, şairler’ diyorum:
19.Yüzyıl sonrası Türk edebiyatının en önemli isimleri arasında yer alan şair, romancı ve eleştirmen Tanpınar (1901-1962), hayatının bir bölümünü, hem de milletin Cumhuriyet coşkusunun yaşadığı muhteşem 1923-1924 yıllarını, Erzurum Lisesi’nin edebiyat öğretmeni olarak geçirmişti.
Övünerek vurguluyorum ki biz Erzurum Liseliler, okulumuzun o özelliğini biliriz; Tanpınar’ın Beş Şehir seçkisinde Erzurum’a yer verişini de keza çok iyi biliriz ve lisemizin tarihini süsleyen bu altın sayfalarla gurur duyarız.
Erzurum’da yaşamış, kentimizi ve kültürümüzü gözlemlemiş ve sonra da ürünlerinde bu kayıtlara yer vermiş olmasından benim bir Erzurumlu olarak gurur duyduğum bir önemli edebiyatçı daha var:
Günümüz Türk edebiyatında öyküyü ve öykücülüğü olduğu yerin çok ilerisine taşıyan önemli bir isim o: Tolga Gümüşay…

Babasının Oltu’da görev yaptığı 80’lerin başında Tolga Gümüşay da Erzurum’da öğrenciydi.
Müthiş yaratıcı ve aynı oranda mütevazı bir edebiyatçı olan sevgili arkadaşım Tolga, Hazırlıksız adlı romanında işte o günleri, Erzurum Anadolu Lisesi’ndeki yatılı öğrencilik serüvenini anlatır.
Hem o romanı hem diğer roman ve öykülerini edebiyatseverlere öneririm.
Ama özellikle Kareli Öyküler ve Genç Kareli Öyküler adlı olağanüstü güzel iki öykü kitabını ve son romanı İstanbul Maviyken’i mutlaka okumalısınız!
***
Tolga Gümüşay’la iki yıl önce Mersin’de buluşmuştuk.
Erzurum günlerinden neredeyse 35 yıl sonra yöneticisi olduğum okulda ‘Tolga Gümüşay Günü’ düzenlemiştik ve o da harika üslubuyla öğrencilerimize tarifsiz güzel bir edebiyat söyleşisi sunmuştu.
Şimdi, tanışmamızın üzerinden 40 yıl geçmişken bu kez Pusula okurları için ve tabii koşullar gereği uzaktan uzağa görüştük çağdaş edebiyatımızın bu çok değerli ismiyle:
Savaşkan İlmak: Sevgili Tolga Gümüşay, birkaç satır yukarıda, okurlarıma sizi anlatırken ‘Bana göre tıpkı Tanpınar gibi yolu Erzurum’a düşmüş çok önemli bir edebiyatçı’ dedim. Erzurum açısından bir onur ve bu, arkadaşın olmaktan çok bir edebiyatçı olarak benim samimi inancım. Peki siz hayatınızın ‘Erzurum’da geçen kısmıyla’ ilgili ne düşünüyorsunuz? Erzurum bir şey kattı mı size?
Tolga Gümüşay: Adımın herhangi bir vesileyle Tanpınar ile bir telaffuz edilmesi benim açımdan büyük bir iltifat. Kanımca, Huzur gibi bir roman bir daha yazılamaz ve Tanpınar gibi bir yazar da bir daha gelmez bu dünyaya. Bana gelince, evet yolum Erzurum’a düştü ve Erzurum basbayağı dönüştürdü, şekillendirdi beni. Babamın görevi nedeniyle 1980’de Oltu’ya, subay lojmanlarına taşındık. İlkokulun son 3 yılını Cumhuriyet İlkokulu’nda okudum.
Oltu yıllarımızı tüm ailem gibi ben de ikliminin tersine sıcacık duygularla anarım her zaman. Annemin deyişiyle ağlayarak ayak basıp, ağlayarak ayrıldığımız bu güzel kasabada saf, içten, mert; sert görünümünün gerisinde yumuşacık, koca koca kalpler taşıyan insanlar tanıdık.
Erzurum Anadolu Lisesi’nde yatılı okuduğum Hazırlık sınıfı ise yaklaşık 30 yıl sonra “Hazırlıksız” adlı romanımı yazdıracak kadar derinden etkiledi beni. Hayatımın en zorlu, en kırılgan, en ağlamaklı; aynı zamanda en öğretici, en güçlendirici, en gurur verici yılıydı.
Pek çok ilk gibi, ilk kompozisyonumu da Erzurum’da yazdım, yani yazarlığın büyüsüyle Erzurum’da tanıştım.
Bundan üç dört yıl önce bir kış günü eşim ve oğlumu Erzurum’a götürdüm. Okulumu, Havuzbaşı'nı, Orduevi'ni, eski Dadaş Sineması’nın ve Çıtır Büfe’nin bulunduğu yerleri gösterdim. O yıllarda sımışka ve şekerli leblebiyi ne çok sevdiğimden bahsettim. Oğlum benim o zamanki yaşımdaydı. Saçaklar dev buz sarkıtlarıyla doluydu. Başımıza düşmesin diye yolun ortasından yürüdük. Ben Oltu taşı tespihlere bakarken kara kaşlı, kara bıyıklı esnaflar içtenlikle çay içip ısınmaya davet ediyordu. Kime adres sorduysak işini gücünü bıraktı, bize rehberlik etti. Hava çok soğuktu ama üşütmüyordu. Derin derin nefes aldım. Palandöken kokuyordu. Çocukluğum kokuyordu. O kokuyu otuz küsur senedir duymamıştım. Dünyanın pek çok kıtasını, ülkesini görme fırsatım oldu. Erzurum hiç birine benzemiyordu.
S.İ: İnternet ortamını çok verimli kullandığınızı düşünüyorum. Öyküler, fotoğraflar, İstanbul, sosyal medya ve dahası... Diğer yandan kitaplarınız matbaa ortamında basılıyor. Galiba koşullar nasıl değişirse değişsin -bazı fütüristlerin iddia ettiğinin aksine- bildiğimiz hâliyle kitap hep var olacak. Ne dersiniz?
Tolga Gümüşay: Aslolan farkına varmak. Bizi biz yapan duygularla buluşmak. Onları ifade etmenin yollarını bulmak. Kendi içimizdeki derinliği keşfetmek. Evrende yapayalnız olmadığımızı anlamak. Başka seçeneklerimiz olduğunu fark etmek. Ve böylelikle özgürleşmek. İçimizdeki sevgiyi, yaşama iştahını büyütmek. Bunları başkalarına da bulaştırabilmek. Yazarlık bütün bunları yapabilmenin yolu benim için.
Keşfettiğim, tanıdığım, rastladığım sessizlerin, yaşamın kenarında köşesinde kalmış değerlerin, hesaba katılmayan ihtimallerin, dile getirilemeyen duyguların, çözülemeyeceği sanılan düğümlerin sesi, sözü, tercümanı olmak gibi bir sorumluluk da yüklüyor. Ya da ben bile isteye sırtlanıyorum o yükü. Bazen de yazdıkça hafifliyorum. Tüy gibi hissediyorum kendimi. Üstüme yapıştırılan tüm etiketlerden, rollerden, sıkışmışlıklarımdan kurtulup özüme döndüğümü hissediyorum.
Elbette ki her yazar, yazdıkları okunsun ister. Daha çok kalbe dokunsun. Köprüler kursun. Başkalarının yaşam duvarına bir tuğla olsun. Karanlığına ışık, yüzüne ayna tutsun… Kitap hep olacak, evet. Çünkü kitap kalıcıdır. Ve yazarlık da kalıcı olma hayaliyle yapılır. Kitap okurun da dahil olduğu bir serüvenin özgün kanıtıdır; o sürecin izlerini, anılarını taşır. Yıllar sonra yeniden koklaya koklaya altı çizili satırları tekrar tekrar okuyarak, sayfalar arasına kaçmış kum tanelerine dokundukça, kahve lekelerine, kurumuş yapraklara rastladıkça, kitap dediğiniz nesnenin yalnızca yazarın yazdığı satırlardan ibaret olmadığını, okurun hayatına dair sakladıklarıyla da başlı başına bir varoluş kanıtı olduğunu idrak edersiniz. Kitabın yeri doldurulamaz kısacası.
Öte yandan daha fazla okura ulaşmak istiyorsanız, modern dünyanın gerçeklerinden, olanaklarından ve mecralarından da kaçmamanız, onları etkin biçimde kullanmanın yollarını bulmanız gerekir.
Ben Kareli Öyküler aldı projemi bir blog olarak başlattım. Ve sosyal medyayı duyuru, yönlendirme amaçlı kullandım. Bunu edebiyatı demokratikleştirme projesi olarak gördüm. Yani iyi metni herkese, her yerden, ücretsiz, koşulsuz ulaşılabilir hale getirme projesi. Popüler bir mecrada derin, kalıcı bir içerik oluşturma ideali. Her hafta kendi çektiğim fotoğraflara birer öykü yazdım. Yaklaşık 2,5 yıl boyunca düzenli olarak yayınladım. 50 bin kişi tarafından okunan öyküm oldu.
Dijital ortamda insanlar 2, 3 kelimeden fazla okumaz diyenlere bunun yalnızca bir önyargı olduğunu gösterdim.
S.İ: Öyküleriniz çok kısa, çok etkileyici ve kahramanlarınız, müthiş… Aslında onlar genellikle sıradan insanlar ama öykü içinde okuru çok çarpıcı yerlere sürükleyen sıradışı insanlara, daha doğrusu kılavuzlara ya da çevirmenlere dönüşüyorlar. Bu keşifleri doğuran ve besleyen şey ne?
Tolga Gümüşay: Teşekkür ederim. Ben ‘gerçeklerden’ besleniyorum. Gördüğüm bir yüzün çizgileri, bakışlardaki yorgunluk, derinlik, özlem; buz gibi bir kış günü bomboş bir parkta denize ekmek parçaları atan bir teyze, terk edilmiş bir binanın uçuşan perdeleri, kasvetli bir ara sokakta bitkin bir kağıt toplayıcısıyla sıska bir sokak kedisinin uzun uzun bakışması, yüz yıllık bir hanın duvarlarını takvim yapraklarından kopardığı resimlerle gönül galerisine çevirmiş bir çaycının basit ve huzurlu dünyası… Böyle tanıklıklar etkiliyor beni.
O kendi halinde insanları, nesnelere sinmiş yaşam izlerini, ben anlatmasam kimsenin haberdar olmayacağı tesadüflere tanıklık etmeyi seviyorum. İçimde yaşamaya başlıyorlar. Bazen araştırarak büyütüyorum onları. Daha net görmeye, hissetmeye başlıyorum. Daha yakından tanıyorum. Ve sonra onlar kalemimin ucunda kendi olasılıklarını yaratmaya başlıyorlar. Böylece ortaya gücünü gerçeklerden, ilginçliğini hayal gücümden, şiirselliğini kendiliğinden alan yaşam hikayeleri çıkıyor.
Bazen ben de şaşırıyorum. Ve onların aslında kendilerini var ettiklerini, beni aracı olarak seçtiklerini düşünüyorum.
S.İ: Türk edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Genç edebiyat meraklıları bizi dizilerin oluşturduğu rüya ve melankoli fanusundan çıkarıp ferah ve sınırsız bir başka dünyaya eriştirebilecekler mi, ne dersiniz?
Tolga Gümüşay: Şu günlerde yazarlık hevesini, hiç olmadığı kadar bereketli görüyorum. Basılan kitap sayıları, her geçen yıl sayısı artan yayınevleri, fuarlar, dijital platformda paylaşılan yazı miktarı… Müthiş bir kendini ifade etme ihtiyacı ve eylemi içinde insanlar. Yazmak da herkesin iyi kötü becerebildiği bir iş olduğundan çokça ürün ortaya çıkıyor. Ben şikayetçi değilim bundan, kendini ifade edenden değil, etmeyenden korkmak lazım. Ama böyle giderse yakında yazanların sayısı okuyanları geçecek diye düşünmüyor da değilim ara sıra.
Peki bütün bu üretilenler edebiyata dahil oluyor mu? Hangileri oluyor, hangileri olmuyor?
Maalesef ezici çoğunluk yazma telaşındayken, yazılanı eleştirecek, değerlendirecek, bir yere konumlandıracak eleştirmenlerin, edebiyat otorite ve mekanizmalarının eksikliği her zamankinden fazla hissediliyor. Ben de belirttiğiniz gibi dizilerin, sosyal medyanın, bilgisayar oyunlarının, videoların, kolay tüketilebilir kültür ve eğlence içeriklerinin kitabın rakipleri olduğunu düşünüyorum. Neticede cebimizdeki sınırlı parayı ve daha da kısıtlı zamanımızı bunlardan hangisine yatıracağımız konusunda tercihte bulunmak durumundayız. Ve saydığımız rakiplerin hepsinin çok daha fazla tanıtımı, görselliği, teknolojisi, erişim yatırımı, gel geli var kitaba kıyasla. ‘Kitap dünyasının kendini ucuzlaştırmadan sahip olduğu değerleri parlatmaya, modern insanın ihtiyaçlarına ve algısına hitap edecek, şu veya bu kitabı neden okuması gerektiğine dair ipuçları verecek iletişim yollarını araması, denemesi, bulması lazım!’
Burada ucuz satış çığırtkanlıklarından söz etmiyorum. Bir değeri paylaşmanın modern yöntemlerini keşfetmekten, insanları “okumuyorlar” diye suçlamak yerine onlarda okuma hevesi yaratabilmekten bahsediyorum.
Örnek vermek gerekirse benim Hiç Kimsenin Kenti adlı kitabımın kaderi İz TV’de aynı adla yayınlanan belgeselden sonra değişti…
Sorunuzun başına gelirsek, Türk edebiyatının geleceği konusunda iyimserim:
Yazarlığın bir yazgı olduğunu, her devirde bu yazgıyla dünyaya gelmiş insanların var olduğunu ve olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Yaratıcılık farklı kaynaklardan beslendikçe zenginleşir. Bugünün yazarları bizden çok daha fazla bilgiye erişme, çok daha fazla içeriğe, kaynağa ulaşma şansına sahipler. Bu olanakları yetenekleriyle ve bu toprakların zengin mirasıyla birleştirdiklerinde evrensel ölçekte iyi eserler çıkaracaklarından kuşkum yok.
***
Nasıl, söylemiştim değil mi?
Sevgili Tolga Gümüşay, çağını çok iyi kavrayan ve yansıtan, müthiş yaratıcı ve aynı oranda mütevazı bir edebiyatçı.
Biz Erzurum Lisesi mezunları Ahmet Hamdi Tanpınar’ın içine edebiyat üflediği bir okulda okumuş olmaktan nasıl gurur duyuyorsak eminim ki Erzurum Anadolu Lisesi mezunları da Tolga Gümüşay’la aynı okulda okudukları için büyük gurur duyuyorlardır.
Yolu, şansı, zihni hep açık olsun Tolga Gümüşay’ın.
Biz de onun kitaplarını büyük hazla okumaya devam edelim.