‘Erzurum'a kışın geldiğini kürkçü müjdelermiş. Daha Kop Dağı'nın başı beyazlanmadan, Palandöken sırtları kaşlarını çatmadan önce, Erzincan'dan gelen siyah üzümün renginden, yaylanın üstünden cenuba doğru akan kuş sürülerinden vaktin yaklaştığını anlayan tecrübeliler, kürkçüyü çağırırlarmış. Bu sefer gocuklar, samur, tilki, kurt postundan kürkler, tulumlar geniş selâmlık sofalarında ortaya konur, gözlüklü ihtiyar kürk ustaları tığlarıyla onları düzeltir, eksiklerini tamamlarmış. Bu, Erzurum'un ikinci hayatının başlangıcı, sıcak sobanın, gümüş çay tepsisinde küçük bir şafak gibi gülen çayların, uzun sohbetlerin devridir.’
Ahmet Hamdi Tanpınar
‘Beş Şehir’
Bu gün sizlere ünlü seyyah Evliya Çelebi’den ve yine ünlü kitabındaki Erzurum’la ilgili notlarından söz edeceğim…
‘Seyahatnâmeler’ veya ‘gezi’ yazıları, zaman içerisinde unutulmaya yüz tutan kültür varlıklarını, o coğrafyada yaşayan insanların yaşayış biçimlerini, onların meydana getirdikleri sanat eserlerini, adetlerini, inançlarını, gelenek ve göreneklerini, son derece canlı tablolar halinde sonraki nesillere aktaran önemli vesikalar olma özelliği taşırlar.
Evliya Çelebi de, meşhur Seyahatnâme'sinde Erzurum'a gelişini ve Erzurum'da gördüklerini son derece canlı ve ilgi çekici bir üslûpla dile getirir. Karşılama töreni Erzurum'a yakın Ilıca'da başlar. Bilindiği gibi Çelebi bu gezide ordu ile beraberdir. Ordunun ileri gelenlerine son derece kıymetli hediyeler takdim edilirken kendisine de bir samur kürkle, bir kat elbise ve yüz kuruş sunulur. Şehre Erzincankapısı'ndan giren ordu altıyüz yetmiş pare top atışı ile karşılanır. Erzurum'da kaldığı süre içinde istirahatı için kendisine Tekeli Mustafa Paşa konağı tahsis edilen Çelebi, burada şehri ve insanlarını tanımanın hazırlıklarını yapar. ‘Saâdet diyârı sağlam kale Erzen-i Rûm yani Erzurum’ başlığı altında önce Erzurum'un tarihi ile ilgili bilgiler nakleder. Şehrin bazı kaynaklarda Nuşirevân-ı Adil tarafından kurulduğunun yazılmasına karşılık bu bilgilerin doğru olmadığını ve Erzurum'un asıl kurucusunun Akçakoyunlu padişahlarından Erzen Bay bin Soktar bin Gündüz Bay olduğunu, bu zatın atalarının Mahan diyarından gelip Van Gölü civarında Ahlat Kalesi'ni inşâ ettiklerini, burada yaşadıklarını ve mezarlarının da burada bulunduğunu belirtir. Yine burada ileri sürülen bilgilere göre; Osmanoğullarının ataları olan Ertuğrul Bey ve Süleyman Şah da bunların neslinden gelir.
Evliyâ Çelebi'nin ifadesine göre; Erzurum'un çok seçkin, silahlı, mert, savaşçı yiğitlere sahiptir.
Evliya Çelebi, ‘Büyük Fırat’ ve ‘Dicle Nehri’ başlıkları altında ele aldığı iki nehir hakkında oldukça ilginç bilgiler nakleder. Örneğin Fırat nehrinin Erzurum'un kuzeyinde Dumlubaba Sultan türbesinin kayası dibinden çıkıp batıya doğru aktığını, bu nehrin Erzurum ovasında çeşitli göller ve bataklıklar meydana getirdiğini, buraların yüzbinlerce Turna kuşuna barınak olduğunu ileri sürer. Yine bu nehrin çıkışından itibaren güneyde Şattülarap'ta denize döküldüğünü yazar….
Bu göller ve bataklıklar çevresine bugün halen daha 250 çeşidin üstünde göçmen kuşun geldiğine biliyor musunuz…
Çelebi diyor ki Erzurum’da sandalı olmayana kız vermezlerdi…
Şimdi diyeceksiniz ki ‘sandal’ ne alâka?...
Evliya Çelebi’nin anlatımıyla;
‘Erzurum’da pide meşhurdur…
Pide de cılız ateşte pişer.
Erzurum gençleri sandalları ile ovadaki sazlıktan saz keserek pide fırınlarına satarlardı.
‘Erzurum Sarayları’na dair verilen bilgiler arasında Paşa Sarayı ile birlikte Şer'iyye Mahkemesi Sarayı, Cafer Efendi Sarayı, Küçük Abaza Paşa Sarayı, Kefen İğnesioğlu Sarayı, Hanım Sarayı ile Tayyar Mehmet Paşa Köşkü, Tekeli Paşa Köşkü, Defterdarzâde Mehmed Paşa Köşkü'nün isimleri verildikten sonra özellikle saray meydanında cirit oyunlarının yapıldığı vurgulanır. ‘Erzurum Mahalleleri’ için Evliya Çelebi genel olarak şunları söylüyor:
Yetmiş islâm, yedi de Ermeni mahallesi vardır. Kıptî ve Yahudisi yoktur. Bütün evleri kâgirdir. İki katlısı azdır. Çoğu tek katlıdır. Çünkü kışı şiddetli, açık havası pek az olduğundan on bir ay kar yağdığı çok görülmüştür. Bunun için evleri alçak olup damlarının muşambalı bacaları, evlerinin keçe kaplı kapıları olur. Hamam gibi ibadethâneleri vardır. Sözün kısası ilim tahsil edilecek diyardır. İyi havası çok azdır."1
Evliya Çelebi, ‘Erzurum Camileri’nden sözederken şehirde yetmiş yedi mihrabın bulunduğunu, bunların en eskisinin Ulu Cami olduğunu zikreder. Çelebi, bugün Erzurum'un en eski, en önemli tarihî ve turistik yapılarından biri olarak hâlâ ayakta duran bu medresesini bize ‘Eski Medrese Camii’ adıyla tanıtmakta ve şunları söylemektedir:
Çifte minarelidir.
Bazıları Akkoyunlu padişahları tarafından yaptırılmıştır derler.
Bazıları da Uzun Hasan tarafından yapıldığını söylerler.
Velhasıl eski bir mabettir.
Nice kere Erzurum kuşatıldığından atılan toplardan bu camiin çoğu yerleri yıkılmış, vakıfları da olmadığından harap olup gitmiştir.
(Devam edecek)
Ahmet Hamdi Tanpınar
‘Beş Şehir’
Bu gün sizlere ünlü seyyah Evliya Çelebi’den ve yine ünlü kitabındaki Erzurum’la ilgili notlarından söz edeceğim…
‘Seyahatnâmeler’ veya ‘gezi’ yazıları, zaman içerisinde unutulmaya yüz tutan kültür varlıklarını, o coğrafyada yaşayan insanların yaşayış biçimlerini, onların meydana getirdikleri sanat eserlerini, adetlerini, inançlarını, gelenek ve göreneklerini, son derece canlı tablolar halinde sonraki nesillere aktaran önemli vesikalar olma özelliği taşırlar.
Evliya Çelebi de, meşhur Seyahatnâme'sinde Erzurum'a gelişini ve Erzurum'da gördüklerini son derece canlı ve ilgi çekici bir üslûpla dile getirir. Karşılama töreni Erzurum'a yakın Ilıca'da başlar. Bilindiği gibi Çelebi bu gezide ordu ile beraberdir. Ordunun ileri gelenlerine son derece kıymetli hediyeler takdim edilirken kendisine de bir samur kürkle, bir kat elbise ve yüz kuruş sunulur. Şehre Erzincankapısı'ndan giren ordu altıyüz yetmiş pare top atışı ile karşılanır. Erzurum'da kaldığı süre içinde istirahatı için kendisine Tekeli Mustafa Paşa konağı tahsis edilen Çelebi, burada şehri ve insanlarını tanımanın hazırlıklarını yapar. ‘Saâdet diyârı sağlam kale Erzen-i Rûm yani Erzurum’ başlığı altında önce Erzurum'un tarihi ile ilgili bilgiler nakleder. Şehrin bazı kaynaklarda Nuşirevân-ı Adil tarafından kurulduğunun yazılmasına karşılık bu bilgilerin doğru olmadığını ve Erzurum'un asıl kurucusunun Akçakoyunlu padişahlarından Erzen Bay bin Soktar bin Gündüz Bay olduğunu, bu zatın atalarının Mahan diyarından gelip Van Gölü civarında Ahlat Kalesi'ni inşâ ettiklerini, burada yaşadıklarını ve mezarlarının da burada bulunduğunu belirtir. Yine burada ileri sürülen bilgilere göre; Osmanoğullarının ataları olan Ertuğrul Bey ve Süleyman Şah da bunların neslinden gelir.
Evliyâ Çelebi'nin ifadesine göre; Erzurum'un çok seçkin, silahlı, mert, savaşçı yiğitlere sahiptir.
Evliya Çelebi, ‘Büyük Fırat’ ve ‘Dicle Nehri’ başlıkları altında ele aldığı iki nehir hakkında oldukça ilginç bilgiler nakleder. Örneğin Fırat nehrinin Erzurum'un kuzeyinde Dumlubaba Sultan türbesinin kayası dibinden çıkıp batıya doğru aktığını, bu nehrin Erzurum ovasında çeşitli göller ve bataklıklar meydana getirdiğini, buraların yüzbinlerce Turna kuşuna barınak olduğunu ileri sürer. Yine bu nehrin çıkışından itibaren güneyde Şattülarap'ta denize döküldüğünü yazar….
Bu göller ve bataklıklar çevresine bugün halen daha 250 çeşidin üstünde göçmen kuşun geldiğine biliyor musunuz…
Çelebi diyor ki Erzurum’da sandalı olmayana kız vermezlerdi…
Şimdi diyeceksiniz ki ‘sandal’ ne alâka?...
Evliya Çelebi’nin anlatımıyla;
‘Erzurum’da pide meşhurdur…
Pide de cılız ateşte pişer.
Erzurum gençleri sandalları ile ovadaki sazlıktan saz keserek pide fırınlarına satarlardı.
‘Erzurum Sarayları’na dair verilen bilgiler arasında Paşa Sarayı ile birlikte Şer'iyye Mahkemesi Sarayı, Cafer Efendi Sarayı, Küçük Abaza Paşa Sarayı, Kefen İğnesioğlu Sarayı, Hanım Sarayı ile Tayyar Mehmet Paşa Köşkü, Tekeli Paşa Köşkü, Defterdarzâde Mehmed Paşa Köşkü'nün isimleri verildikten sonra özellikle saray meydanında cirit oyunlarının yapıldığı vurgulanır. ‘Erzurum Mahalleleri’ için Evliya Çelebi genel olarak şunları söylüyor:
Yetmiş islâm, yedi de Ermeni mahallesi vardır. Kıptî ve Yahudisi yoktur. Bütün evleri kâgirdir. İki katlısı azdır. Çoğu tek katlıdır. Çünkü kışı şiddetli, açık havası pek az olduğundan on bir ay kar yağdığı çok görülmüştür. Bunun için evleri alçak olup damlarının muşambalı bacaları, evlerinin keçe kaplı kapıları olur. Hamam gibi ibadethâneleri vardır. Sözün kısası ilim tahsil edilecek diyardır. İyi havası çok azdır."1
Evliya Çelebi, ‘Erzurum Camileri’nden sözederken şehirde yetmiş yedi mihrabın bulunduğunu, bunların en eskisinin Ulu Cami olduğunu zikreder. Çelebi, bugün Erzurum'un en eski, en önemli tarihî ve turistik yapılarından biri olarak hâlâ ayakta duran bu medresesini bize ‘Eski Medrese Camii’ adıyla tanıtmakta ve şunları söylemektedir:
Çifte minarelidir.
Bazıları Akkoyunlu padişahları tarafından yaptırılmıştır derler.
Bazıları da Uzun Hasan tarafından yapıldığını söylerler.
Velhasıl eski bir mabettir.
Nice kere Erzurum kuşatıldığından atılan toplardan bu camiin çoğu yerleri yıkılmış, vakıfları da olmadığından harap olup gitmiştir.
(Devam edecek)