“İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Muhakkak ki Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Maide, 5/2) İslam, kendisine uyanlara sürekli iyiliği emrediyor, toplum içerisindeki zayıf ve düşkün kimselerin ellerinden tutmalarını istiyor. Zira bir Müslüman, manevi yardımlarının yanı sıra maddi olarak da mümin kardeşini düşünüp kollamak zorundadır. Bu konu, Allah'ın rızasını kazanmış bir toplum tesis etmede çok önemlidir. Kur'an-ı Kerim birçok ayetinde gücü yeten Müslümanlardan fakirlere yardım etmelerini istemiş, Sevgili Peygamberimiz de bu önemli düsturu her fırsatta müminlere tebliğ etmiştir. Özellikle, "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. “Her ne harcarsanız Allah onu bilir.''(Al-i İmran,3/92) ayeti infak konusunda müminleri teşvik etmiştir.
İslam ıstılahında vakfın tanımına baktığımızda; "Bir mülkün menfaatini halka tahsis edip aynını Allah Teâla’nın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten ebbeden menetmektir" diye tarif edilerek İslam fukarasının da vakıf anlayışını ortaya koymuştur.
İslam'da ilk fiilî vakıf örneğini bizzat Hz. Peygamberi (sav) hayatında gördüğümüz gibi onun değerli arkadaşlarının hayatlarında fazlasıyla görmemiz mümkün bu arkadaşlarından bir kaçı sayacak olursak Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman, Erkam b. Ebu'l-Erkam, Sa'd b. Ebü Vakkas, Halid b.Velid , Ebub Talha gibi onlarca örnekleri mevcuttur. Kaynaklarımızda sadece Ensar’dan seksenin üzerinde vakıf yapan sahabe isimleri zikredilir ve bazı sahabeler gayri menkullerin yanı sıra, savaş aletlerini de vakfettiği bilinmektedir.
Bir dönem dünya coğrafyasının büyük bir kısmına hâkim olan ecdadımıza gelince kendi tabasının huzur ve sükûnunda vakıf müessesine büyük önem vermiştir. Osmanlı toplumu, bu zengin vakıf kültürü sâyesinde sosyal adâleti zirveye çıkarmıştır. Osmanlı Devleti’nde kurulan vakıf adedinin gerçek sayısı bilinmemekle birlikte farkı rivayetler de 26 bin küsur kadar sayıyı çıkaranlar vardır. Bu rakamlar ecdadımızın bu konuda nasıl zirveleştiğinin de ifadesidir.
Vakıf, gerçekten kutlu bir yoldu. Bu uğurda yapılacak en küçük bir hayrın kat kat karşılığının verileceğine hiç şüphe yoktur. Hz. Peygamber (sav) insanların istifadesine sunulan her türlü vakıf karşılığında büyük mükâfatlar verileceğini "Bir Müslüman bir ağaç diker de onun mahsulünden bir insan yahut hayvan yerse muhakkak o yenilen şey, ağacı diken kimse için bir sadaka olacağını bildiriyor. "[Buhari , Edeb, 27.9]
İnsanlık açısından bu kadar önemli olan bu müesseslerin korunması Müslümanların üzerinde ciddi bir vazifedir. Vakıf Malını kurumak hususunda halk arasında dalaşan şu kıssanın da hisse yönü çok dikkat çekicidir. Bir gün Hz. Süleyman, serçe kuşunu azarlamıştı. Bunun üzerine serçe, Hz. Süleyman’ı tehdit ederek: "Senin saltanatını mahvederim!" dedi. Hz. Süleyman: “Şu küçük cüssenle mi benim sarayımı mahvedeceksin?!..” dedi.
Küçük kuş, şöyle cevap verdi: "Kanatlarımı ıslatır ve bir vakıf toprağına sürerim. Sonra da kanatlarıma bulaşan vakıf toprağını senin sarayının damına taşırım. Böylece benim taşıdığım o vakıf toprağı, senin sarayını çökertmeye yeter!" Bu hissede hakkımız olmadığı halde gayesine uygun olmayan vakfın kullanımının ne kadar ağır bir vebale ve felaketlere mucip olacağının dersini verir. Netice olarak İslam medeniyeti, inanlara her konuda yardımlaşmayı öneriyor, bununla sadece kendi mensuplarının değil bütün insanlığa ve hatta bütün mahlûkata yardımı amaçlıyor. Böylece vakıflar İslam medeniyetinin edebi mühürleri olmuşlardır.
Selam ve dua ile
FIKIH KÖŞEMİZ
Önceden mezarlık olan bir alana cami veya başka bina yapılabilir mi?
Kabristanlar, genellikle vakıftır; yani cenaze defnedilmek üzere kamu hizmetine tahsis edilmiş yerlerdir. Zaruret bulunmadıkça bir vakfın amacı dışında kullanılması ve değiştirilmesi caiz değildir. Bu itibarla, mezarlık olarak vakfedilen bir yerin, bu hizmette kullanılması mümkün olduğu sürece başka bir hizmete tahsisi caiz olmayacağı gibi, artık cenaze defnedilmese bile, bu yerin kabristan olarak muhafazası gerekir. Böyle bir kabristanı satmak, üzerine bina yapmak ya da benzer tasarruflarda bulunmak için ölü kemiklerini başka bir mezarlığa nakletmek caiz değildir (Merğînânî, el-Hidâye, IV, 448-450). Ancak başka bir alternatif olmaması sebebiyle, kamu menfaatinin gerektirdiği durumlarda, mezarlık başka bir yere nakledilerek yeri cami vb. amaçlar için kullanılabilir.
İslam ıstılahında vakfın tanımına baktığımızda; "Bir mülkün menfaatini halka tahsis edip aynını Allah Teâla’nın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten ebbeden menetmektir" diye tarif edilerek İslam fukarasının da vakıf anlayışını ortaya koymuştur.
İslam'da ilk fiilî vakıf örneğini bizzat Hz. Peygamberi (sav) hayatında gördüğümüz gibi onun değerli arkadaşlarının hayatlarında fazlasıyla görmemiz mümkün bu arkadaşlarından bir kaçı sayacak olursak Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman, Erkam b. Ebu'l-Erkam, Sa'd b. Ebü Vakkas, Halid b.Velid , Ebub Talha gibi onlarca örnekleri mevcuttur. Kaynaklarımızda sadece Ensar’dan seksenin üzerinde vakıf yapan sahabe isimleri zikredilir ve bazı sahabeler gayri menkullerin yanı sıra, savaş aletlerini de vakfettiği bilinmektedir.
Bir dönem dünya coğrafyasının büyük bir kısmına hâkim olan ecdadımıza gelince kendi tabasının huzur ve sükûnunda vakıf müessesine büyük önem vermiştir. Osmanlı toplumu, bu zengin vakıf kültürü sâyesinde sosyal adâleti zirveye çıkarmıştır. Osmanlı Devleti’nde kurulan vakıf adedinin gerçek sayısı bilinmemekle birlikte farkı rivayetler de 26 bin küsur kadar sayıyı çıkaranlar vardır. Bu rakamlar ecdadımızın bu konuda nasıl zirveleştiğinin de ifadesidir.
Vakıf, gerçekten kutlu bir yoldu. Bu uğurda yapılacak en küçük bir hayrın kat kat karşılığının verileceğine hiç şüphe yoktur. Hz. Peygamber (sav) insanların istifadesine sunulan her türlü vakıf karşılığında büyük mükâfatlar verileceğini "Bir Müslüman bir ağaç diker de onun mahsulünden bir insan yahut hayvan yerse muhakkak o yenilen şey, ağacı diken kimse için bir sadaka olacağını bildiriyor. "[Buhari , Edeb, 27.9]
İnsanlık açısından bu kadar önemli olan bu müesseslerin korunması Müslümanların üzerinde ciddi bir vazifedir. Vakıf Malını kurumak hususunda halk arasında dalaşan şu kıssanın da hisse yönü çok dikkat çekicidir. Bir gün Hz. Süleyman, serçe kuşunu azarlamıştı. Bunun üzerine serçe, Hz. Süleyman’ı tehdit ederek: "Senin saltanatını mahvederim!" dedi. Hz. Süleyman: “Şu küçük cüssenle mi benim sarayımı mahvedeceksin?!..” dedi.
Küçük kuş, şöyle cevap verdi: "Kanatlarımı ıslatır ve bir vakıf toprağına sürerim. Sonra da kanatlarıma bulaşan vakıf toprağını senin sarayının damına taşırım. Böylece benim taşıdığım o vakıf toprağı, senin sarayını çökertmeye yeter!" Bu hissede hakkımız olmadığı halde gayesine uygun olmayan vakfın kullanımının ne kadar ağır bir vebale ve felaketlere mucip olacağının dersini verir. Netice olarak İslam medeniyeti, inanlara her konuda yardımlaşmayı öneriyor, bununla sadece kendi mensuplarının değil bütün insanlığa ve hatta bütün mahlûkata yardımı amaçlıyor. Böylece vakıflar İslam medeniyetinin edebi mühürleri olmuşlardır.
Selam ve dua ile
FIKIH KÖŞEMİZ
Önceden mezarlık olan bir alana cami veya başka bina yapılabilir mi?
Kabristanlar, genellikle vakıftır; yani cenaze defnedilmek üzere kamu hizmetine tahsis edilmiş yerlerdir. Zaruret bulunmadıkça bir vakfın amacı dışında kullanılması ve değiştirilmesi caiz değildir. Bu itibarla, mezarlık olarak vakfedilen bir yerin, bu hizmette kullanılması mümkün olduğu sürece başka bir hizmete tahsisi caiz olmayacağı gibi, artık cenaze defnedilmese bile, bu yerin kabristan olarak muhafazası gerekir. Böyle bir kabristanı satmak, üzerine bina yapmak ya da benzer tasarruflarda bulunmak için ölü kemiklerini başka bir mezarlığa nakletmek caiz değildir (Merğînânî, el-Hidâye, IV, 448-450). Ancak başka bir alternatif olmaması sebebiyle, kamu menfaatinin gerektirdiği durumlarda, mezarlık başka bir yere nakledilerek yeri cami vb. amaçlar için kullanılabilir.