Türkiye’nin geleceğini inşada en büyük problemin insanımız arasında oluşan düşünce ve algılayış farklılığının olduğu görülmektedir. Bu problemi çözmediğimiz ya da problemin çözümü için çaba sarf etmediğimiz takdirde geleceğimiz olan nesillerimiz arasında daha derin bir ayrıştırıcı çizginin oluşacağını görmemiz gerekmektedir.
Türkiye’de basit bir konuda bile fikir ayrılıklarının olması neden kaynaklanmaktadır? Siyasilerin birbirleri ile devamlı şekilde çatışma hâlinde olmalarının gençlerin zihninde nasıl yaralar açtığını kimse görmek istememektedir.
Osmanlı’dan başlayan ve Cumhuriyetle devam eden tavan ve taban çatışması çok partili sisteme geçişle birlikte giderek derin çatlaklara dönüşmüştür.
Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması adlı eserinde bazı ülkelerin vasat seviyede kültürel bir tecanüse sahip olduklarını fakat hangi medeniyete sahip oldukları noktasında bölündüklerini belirterek bu bölünük ülkelerin liderlerinin tipik bir biçimde kervana katılma stratejisi izlediklerini ve ülkelerini Batı’nın (başka bir medeniyetin) üyesi/ parçası yapmayı arzu ettiklerini, fakat memleketlerinin tarih, kültür ve geleneklerinin Batılı olmadığını ifade ederek bu tür bölünmenin en aşikâr prototip örneğini Türkiye’nin teşkil ettiğini söylemektedir. Yazar dünyada birçok milletin bu bölünük zihniyeti yaşadığını, fakat Türkiye’nin bu ayrışımının çok derin olduğunu beyan etmektedir.
Beslenilen medeniyetin farklılıkları halkın zihinsel sürecini ve düşünme yapısını değiştirmiş, bu durum insanlar arasında zihinsel ve davranışsal çatışmaların doğmasına neden olmuştur. Bu aykırı durumlar halk arasında bütünleşmeden ziyade ayrışmayı tetiklemiş, insanlar birbirlerine benzemeyen yönlerini, birbirlerinin zafiyeti olarak görmüş, o zafiyet üzerinden de birbirlerini eleştirmenin yolunu aramışlardır.
Uzunca bir dönem, bazı gruplar sahip oldukları zihinsel yapıları gereği kendilerini ülkeyi yönetmede doğal bir âmir konumunda görmüş, zaten yüzde sekseni köylü olan bu vatandaşa eğer zihinlerini beğenirlerse bazı küçük ihsanlarda bulunmuşlardır. Çok partili hayata geçilmesi ile birlikte vatandaşlar, kendilerine verilen seçme seçilme haklarını zihinsel kültürlerine göre kullanmak istediklerinde, doğal âmir konumunda kendini hissedenler, bazı vesayet unsurlarını devreye sokarak, halkı hizaya sokmayı, onları türlü yollarla terbiye etmeyi kendilerince bir hak olarak görmüşlerdir. Bu tavır insanların zihnine zamanla çok derin kin duygusunu yerleştirmiştir.
Ülkenin siyasetini şekillendiren unsurun zihinsel bölünmüşlük olması, ülkenin hayrına olmamaktadır. Çünkü halk bu durumda siyasilerin eylemlerini değil, söylemlerini ölçüt almakta, hata yapanlar, laf kalabalığı ile kendilerini çok daha kolay bir şekilde aklayabilmektedirler.
Geleceğin Türkiye’sini inşa etmek için hükümetler, önceliklerini bu bölünük zihniyetleri birleştirme yollarını aramaya vermelidir. Bu bölünmüşlüğün eğitim yolu ile kısa sürede giderilmesinin çok zor olacağı görülmektedir. Burada siyasi tavırların hızlı bir şekilde devreye girmesi gerekmektedir.
Tabana şirin görünmek için yapılan söylemlerin yumuşatılması, iktidardaki kişilerin atamalarda liyakati ön plana çıkarması, ülkenin geleceğinden ziyade kendi geleceğini düşünen z kuşağını birleştirmede etkin bir rol oynayacaktır.
Cumhuriyet ile başlayan, 28 Şubat sürecinde zirve yapan, Ak Parti döneminde de tepkisel olarak devam eden ötekileştirme sürecinin bitmesi, herkesin ülkenin geleceğini düşünerek hareket etmesi gerekmektedir.
Memleketin âli menfaatlerinde bile bir araya gelemeyen bu zihinsel bölünüklüğün ülkenin geleceği için çok büyüt tehlikeler barındırdığını artık herkesin görmesi lazımdır.
Türkiye’de basit bir konuda bile fikir ayrılıklarının olması neden kaynaklanmaktadır? Siyasilerin birbirleri ile devamlı şekilde çatışma hâlinde olmalarının gençlerin zihninde nasıl yaralar açtığını kimse görmek istememektedir.
Osmanlı’dan başlayan ve Cumhuriyetle devam eden tavan ve taban çatışması çok partili sisteme geçişle birlikte giderek derin çatlaklara dönüşmüştür.
Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması adlı eserinde bazı ülkelerin vasat seviyede kültürel bir tecanüse sahip olduklarını fakat hangi medeniyete sahip oldukları noktasında bölündüklerini belirterek bu bölünük ülkelerin liderlerinin tipik bir biçimde kervana katılma stratejisi izlediklerini ve ülkelerini Batı’nın (başka bir medeniyetin) üyesi/ parçası yapmayı arzu ettiklerini, fakat memleketlerinin tarih, kültür ve geleneklerinin Batılı olmadığını ifade ederek bu tür bölünmenin en aşikâr prototip örneğini Türkiye’nin teşkil ettiğini söylemektedir. Yazar dünyada birçok milletin bu bölünük zihniyeti yaşadığını, fakat Türkiye’nin bu ayrışımının çok derin olduğunu beyan etmektedir.
Beslenilen medeniyetin farklılıkları halkın zihinsel sürecini ve düşünme yapısını değiştirmiş, bu durum insanlar arasında zihinsel ve davranışsal çatışmaların doğmasına neden olmuştur. Bu aykırı durumlar halk arasında bütünleşmeden ziyade ayrışmayı tetiklemiş, insanlar birbirlerine benzemeyen yönlerini, birbirlerinin zafiyeti olarak görmüş, o zafiyet üzerinden de birbirlerini eleştirmenin yolunu aramışlardır.
Uzunca bir dönem, bazı gruplar sahip oldukları zihinsel yapıları gereği kendilerini ülkeyi yönetmede doğal bir âmir konumunda görmüş, zaten yüzde sekseni köylü olan bu vatandaşa eğer zihinlerini beğenirlerse bazı küçük ihsanlarda bulunmuşlardır. Çok partili hayata geçilmesi ile birlikte vatandaşlar, kendilerine verilen seçme seçilme haklarını zihinsel kültürlerine göre kullanmak istediklerinde, doğal âmir konumunda kendini hissedenler, bazı vesayet unsurlarını devreye sokarak, halkı hizaya sokmayı, onları türlü yollarla terbiye etmeyi kendilerince bir hak olarak görmüşlerdir. Bu tavır insanların zihnine zamanla çok derin kin duygusunu yerleştirmiştir.
Ülkenin siyasetini şekillendiren unsurun zihinsel bölünmüşlük olması, ülkenin hayrına olmamaktadır. Çünkü halk bu durumda siyasilerin eylemlerini değil, söylemlerini ölçüt almakta, hata yapanlar, laf kalabalığı ile kendilerini çok daha kolay bir şekilde aklayabilmektedirler.
Geleceğin Türkiye’sini inşa etmek için hükümetler, önceliklerini bu bölünük zihniyetleri birleştirme yollarını aramaya vermelidir. Bu bölünmüşlüğün eğitim yolu ile kısa sürede giderilmesinin çok zor olacağı görülmektedir. Burada siyasi tavırların hızlı bir şekilde devreye girmesi gerekmektedir.
Tabana şirin görünmek için yapılan söylemlerin yumuşatılması, iktidardaki kişilerin atamalarda liyakati ön plana çıkarması, ülkenin geleceğinden ziyade kendi geleceğini düşünen z kuşağını birleştirmede etkin bir rol oynayacaktır.
Cumhuriyet ile başlayan, 28 Şubat sürecinde zirve yapan, Ak Parti döneminde de tepkisel olarak devam eden ötekileştirme sürecinin bitmesi, herkesin ülkenin geleceğini düşünerek hareket etmesi gerekmektedir.
Memleketin âli menfaatlerinde bile bir araya gelemeyen bu zihinsel bölünüklüğün ülkenin geleceği için çok büyüt tehlikeler barındırdığını artık herkesin görmesi lazımdır.