Ölüm, tartışmasız en ağır gerçek. Hikâyenin bildiğimiz, somut kısmı için son nokta!
Sonrasını açıklama çabamız antropolojik serüvenimiz içinde daha çok dinlerin sahasına giriyor. Dolayısıyla ölümle ilgili ritüeller de bütün ritüeller içerisinde en ağır, en dramatik, en dokunaklı olanlar ve tabii bu ritüeller, bütün toplumlarda dini saygınlık çerçevesinde, çok özel olarak ele alınıyor.
Uhrevilik, saygı, sükût ve kadere baş eğme ve geçiş anları…
★★
İslam öncesi dönemde Türklerin ölümü nasıl karşıladığına, ölüleri nasıl gömdüğüne ilişkin ilginç bir araştırma makalesi okumuştum. Seniha Bölük’ün andığım bu makalesi ‘Türk Ölü Gömme Adetleri’ başlığı altında uzuyordu ve 2020 yılı Ekim ayının sonlarında sosyal medyada ‘Tengri Kam Şaman Araştırmaları’ sayfasında yayınlanmıştı.
İşte o makaleden ilginç birkaç not, birkaç alıntı:
Buna ‘tullama’ adı verilirdi. Böylelikle Alp'in eşi ve atı tul (dul) ve yani topluluğa emanet, toplumun kutsalı ilan edilirdi.
Dul sözcüğünün etimolojisi o geleneğe dayanır.
Geçmişini ve Türk Mitolojisi ile olan bağını bilmesek de bugün hala bazı yörelerde ölülerin üzerine makas bıçak gibi ‘demirden aletler’ konulmaktadır. Anlamını bilmesek de kolektif bilinçaltında kayıtlı olan ve gelecek kuşaklara aktarılan bu gelenek, öylelikle devam eder. Bu ritüel aslında kötü ruhların ölüyü rahatsız etmemesi için yapılır. Çünkü eski Türk inanışına göre kötü ruhlar demirden korkardı.
7 sayısı, şamanların gök yolculuklarında Tanrı’ya ulaşmak için aşmak zorunda oldukları, ‘Gök Katlarını’ sembolize eder. 7 sayısı, 7 gezegen ile de bağlantılıdır. Ruhun da Tanrı’ya ulaşabilmesi için bu gök katlarını tek tek aşması gerektiği düşünülürdü.
Türklerde 40 ise ‘olgunluk sayısıdır’. Kırkılmak, kırklamak ya da kırklanmak, tamamiyle geçiş ritüelleriyle bağlantılı uygulamalardı. Bir insanın olgunlaşma yaşı 40 olarak kabul edilirdi. Bunun sebebi, Fetüsün 40 haftada olgunlaşması ve belirgin bir insana dönüşmesi ile ilgilidir. Eski Türkler, bu tıp bilgisine vâkıftılar.
52 sayısı ise Güneş’in 1 yıllık döngüsünü ifade eder. Başka bir deyişle de Dünya’nın Güneş etrafındaki tam 1 yıllık döngüsünü. 52 hafta 1 yıllık zaman dilimine denk gelir. Eski Türkler, bu bilgiye de vâkıftılar.
Kutsal değer kazanmış sayıların tamamı 7 gün yani bir hafta ile ilgiliydi. 7 gün bir hafta demekti. Türkler ölen yakınlarını geleneksel merasim ile öteki aleme uğurlar. Tıpkı yeni doğanı karşılamak için yaptıkları ritüel ve merasimler gibi. Yeni Doğan bebekler ve Lohusalar için de demirden nesneler konurdu. Yeni doğanın ‘kırkının çıkması’ beklenir ve bu durumda yine bir takım ritüeller ile kutsanır ve kutlanırdı.
★★
Gördüğünüz gibi bugün olduğu kadar geçmişte de ‘hayatla ölüm hep iç içe olmuş’.
Ölümle ilgili ritüeller; toplumsal belleğe işlemiş tüm örf, adet, gelenek ve görenekler, aslında bir çeşit ‘yeni hayat hazırlığı’.
Onun için ağır olduğu kadar da önemli şeyler bunlar.
Sonrasını açıklama çabamız antropolojik serüvenimiz içinde daha çok dinlerin sahasına giriyor. Dolayısıyla ölümle ilgili ritüeller de bütün ritüeller içerisinde en ağır, en dramatik, en dokunaklı olanlar ve tabii bu ritüeller, bütün toplumlarda dini saygınlık çerçevesinde, çok özel olarak ele alınıyor.
Uhrevilik, saygı, sükût ve kadere baş eğme ve geçiş anları…
★★
İslam öncesi dönemde Türklerin ölümü nasıl karşıladığına, ölüleri nasıl gömdüğüne ilişkin ilginç bir araştırma makalesi okumuştum. Seniha Bölük’ün andığım bu makalesi ‘Türk Ölü Gömme Adetleri’ başlığı altında uzuyordu ve 2020 yılı Ekim ayının sonlarında sosyal medyada ‘Tengri Kam Şaman Araştırmaları’ sayfasında yayınlanmıştı.
İşte o makaleden ilginç birkaç not, birkaç alıntı:
- Göktürkler döneminde, ölen Alplerin -savaşkan yiğitlerin- saçları kesilir, naaşla birlikte mezarlarına konurdu. Aynı şeklide atlarının kuyruğu -ve varsa eşlerinin saçları da- kesilir ve Alp’le birlikte toprağa verilirdi.
Buna ‘tullama’ adı verilirdi. Böylelikle Alp'in eşi ve atı tul (dul) ve yani topluluğa emanet, toplumun kutsalı ilan edilirdi.
Dul sözcüğünün etimolojisi o geleneğe dayanır.
- Türklerin Ölü gömme adetlerinde Alpler -savaşkanlar- ve Kağanlar -başbuğlar, liderler- kılıç, ok ve yayları ile gömülürlerdi. Demirden yapılmış parçalar diğer insanların mezarlarına da konurdu.
- Türk mitolojisinde ölen insanların ruhlarının yer altında Erlik Han tarafından sorguya çekildiği düşünülürdü. Erlik Han'ın ve ona bağlı yeraltı ruhlarının demirden ve demirci şamanlardan korktuğu bilinirdi.
Geçmişini ve Türk Mitolojisi ile olan bağını bilmesek de bugün hala bazı yörelerde ölülerin üzerine makas bıçak gibi ‘demirden aletler’ konulmaktadır. Anlamını bilmesek de kolektif bilinçaltında kayıtlı olan ve gelecek kuşaklara aktarılan bu gelenek, öylelikle devam eder. Bu ritüel aslında kötü ruhların ölüyü rahatsız etmemesi için yapılır. Çünkü eski Türk inanışına göre kötü ruhlar demirden korkardı.
- Demirle kötü ruhları korkutma inancının bir başka çeşidi ve belki günümüzde daha yaygın biçimde süreni, ölünün yedisi, kırkı, elli ikisi gibi dönüm noktalarıdır. Bunlar Türk cenaze ritüellerinde önemli eşiklerdir. Aslında 7, 40 ve 52 sayıları Türk mitolojisinde üzerine mistik anlamlar yüklenmiş ‘kozmolojik sayılardır’. Buna, ölen kişinin öteki aleme geçme süresi veya geçiş eşikleri de diyebiliriz.
- İlkel dönemlerde Türkler, ölen kişinin ruhunun er ya da geç evine döneceğini düşünür ve öfkeyle dönmesinden de korkarlardı. Bu yüzden o sayılı günlerde, ölüyü memnun etmek için bir takım ritüeller yapılırdı. Türklerde bu ritüeller İslam’a geçiş sonrasında da yemek vermek, mevlit okutmak şeklinde devam eder. Halbuki İslam’da ve söz gelimi Arap kavimlerinde bu tür uygulamalar yoktur:
7 sayısı, şamanların gök yolculuklarında Tanrı’ya ulaşmak için aşmak zorunda oldukları, ‘Gök Katlarını’ sembolize eder. 7 sayısı, 7 gezegen ile de bağlantılıdır. Ruhun da Tanrı’ya ulaşabilmesi için bu gök katlarını tek tek aşması gerektiği düşünülürdü.
Türklerde 40 ise ‘olgunluk sayısıdır’. Kırkılmak, kırklamak ya da kırklanmak, tamamiyle geçiş ritüelleriyle bağlantılı uygulamalardı. Bir insanın olgunlaşma yaşı 40 olarak kabul edilirdi. Bunun sebebi, Fetüsün 40 haftada olgunlaşması ve belirgin bir insana dönüşmesi ile ilgilidir. Eski Türkler, bu tıp bilgisine vâkıftılar.
52 sayısı ise Güneş’in 1 yıllık döngüsünü ifade eder. Başka bir deyişle de Dünya’nın Güneş etrafındaki tam 1 yıllık döngüsünü. 52 hafta 1 yıllık zaman dilimine denk gelir. Eski Türkler, bu bilgiye de vâkıftılar.
Kutsal değer kazanmış sayıların tamamı 7 gün yani bir hafta ile ilgiliydi. 7 gün bir hafta demekti. Türkler ölen yakınlarını geleneksel merasim ile öteki aleme uğurlar. Tıpkı yeni doğanı karşılamak için yaptıkları ritüel ve merasimler gibi. Yeni Doğan bebekler ve Lohusalar için de demirden nesneler konurdu. Yeni doğanın ‘kırkının çıkması’ beklenir ve bu durumda yine bir takım ritüeller ile kutsanır ve kutlanırdı.
- Ölen kişi toprağa verilince mezarının üzerine ‘can suyu’ olarak adlandırılan su dökülürdü. Bu tören, öteki dünya inancıyla ilgiliydi. Hayat suyu kavramı ile bağlantılıydı. Keza ölen insanların yıkanması da yine antropolojik köken bakımından hayat suyu kavramıyla ilişkilidir. Geçmişte amaç, ‘ruhun öteki alemde kabul görmesini ve orada sonsuza kadar yaşamasını sağlamaktı’... Aynı şekilde kırklanmış bebeklerin de bir takım özel ritüeller eşliğinde yıkanması, onun yeni bir aleme kabul edilmesini sağlama inancıyla ilişkiliydi.
★★
Gördüğünüz gibi bugün olduğu kadar geçmişte de ‘hayatla ölüm hep iç içe olmuş’.
Ölümle ilgili ritüeller; toplumsal belleğe işlemiş tüm örf, adet, gelenek ve görenekler, aslında bir çeşit ‘yeni hayat hazırlığı’.
Onun için ağır olduğu kadar da önemli şeyler bunlar.