“Bugün, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız huzurumuza geldiniz, size verdiğimiz her şeyi arkanızda bıraktınız. Allah’ın size göre ortağı olduklarını iddia ederek yardımlarına, şefaatlarına güvendiğiniz ortakları yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bütün bağlar artık kesilmiş, güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir.” (Enam 94)
Şüphesiz ki ölüm hayatın en acı gerçeğidir. Kur’ân’da üç âyette Allah, “Her nefis ölümü tadacaktır” buyurmaktadır. Allah’ın kelamında İman sahiplerine ölüm karşısında yese kapılmamaları talim edilmiştir: “Biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz.” Demek insan ölümle asıl hayatına rücûu ediyor. Müslümanlar, inançları gereği, –yaşadıkları hayatın mahiyeti ne olursa olsun-, ölümü bir trajediye dönüştürmezler. Allah’a ve Ahrete olan inançları sayesinde, hayatın cevr ü cefasını, bir imtihan olarak kabul eder ve bu bağlamda hayatı ve ölümü sabır ve tevekkülle karşılarlar.
Allah inancı, dünyaya, onun acılarına ve korkularına karşı Müminleri özgür kılmıştır. Tanrısız bir kişi korkularına ve acılarına karşı nasıl özgür biri olarak kendini görebilir? Ahireti olmayan kişi için ölüm, dünya nimetlerinden ayrılmaktır; bu yüzden ölüm onlar için pek acıdır.
Rabbimiz Müminler olarak dünyayı değil kendisini sevmemizi bize öğretmiştir. Allah envaı çeşit renk ve kokudaki çiçekleri, parıltılar saçan yıldızlı gökleri, lezzetli harika yiyecekleri, billur gibi tertemiz suları, biri diğerine benzemeyen insan, hayvan ve bitkileri ne güzel yaratmış, demelidir. Tanrısız tabiata bakmak pozitivizmdir; insan tabiatı görüp Allah’ı görmezse tabiyatperest olur. İkonun ve acının kaynağı da bu bakış açısıdır. İşte bu tıynetteki insanların hayatı her iki âlemde de çatışma, korku, endişe vb. negatif duyguların etkisi altında sonuçlanır. Allah sevgisi olmadan insan ve tabiat sevgisi büyük bir yalandır. Şuurlu Müslümanlar insan ve insan sevgisi, tabiat ve tabiat sevgisinden önce Allah ve Allah sevgisini hayatlarına temel yaptıklarından gerçek iç huzuruna ve bilgeliğe ermişlerdir.
İnsan üryan gelir, üryan gider ve üryan haşrolur. Dünyadan kişinin amelleriyle ilgili manevî kayıtların dışında Ahirete bir şey intikal etmez. Dünya insana yar olsa, dünya insandan uzaklaşmazdı. Faraza dünya bir şahıs olsa, o, haşa Allah’ın ortağı değildir; görüyoruz, dünyanın acısı tatlısı hep fanidir, bekâsı yoktur. Dünyayı, Yaradan’a ortak yapan ve ona teveccüh eden hayal kırıklığından daha ötesini elde edemez. Kimse dünyada kalamaz, buna izin yoktur, herkes kalıca yaşam bölgesine, Ahirete gider. Haliyle dünyanın malı, mülkü, dünyevî mevki ve şöhret, kendilerine güvenilen şahıs ve çevreler hep dünyada kalır. Herkesin güvendiği dağlarına kar yağar!
Sonuç: Bir hadiste şöyle denilmiştir: “Dirilirken de insan anadan doğduğu gibi çıplak, yalınayak ve sünnetsiz” haşredilecektir. Hz. Aişe (r.a.): “Eyvah! Herkes birbirinin mahrem yerlerine bakacak!” deyince Hz. Peygamber (sav), bir başka âyetle cevap vermiştir: “O gün herkesin başından aşkın derdi vardır, ne erkekler kadınlara, ne de kadınlar erkeklere bakamazlar.”