Kelimenin aslı “dabbağ”olup Arapça bir isimdir. Anadolu halkı bu kelimeyi “dabak”veya “tabak” olarak telaffuz etmiştir. Erzurum şehrinde dabak şekli yaygındır. Tebrizkapı semtinde yer alan ve eski dabakçıların bulunduğu mekana Dabakhane denilirdi. Derilerin işlenmesinde ilk aşama dabaklıdır. Dabaklardan sonra daha birçok meslek erbabı, deriyi işleyerek bin bir türlü eşya yaparlar. Erzurum, yüzyılımızın başına kadar, dericilik alanında dünyanın en önde gelen şehirlerinden biriydi. Dabakhane çeşmesine adını veren dabakların işyerleri, çeşmenin çevresinde idi. Dabakların en çok ihtiyaç duyduğu su buradaki dereden sağlanırdı. Getirilen deriler, dere içerisinde berrak, temiz su ile yıkanır ve piyasaya sürülürdü. Çeşmenin yanında yer alan kahvehaneler ise önceleri dabakhane olarak kullanılırdı. Bugün, Çöplük hamamı olarak kullanılan hamamın yanında dereden gelen sular toplanır ve kullanılırdı. Derenin gürül gürül aktığı dönemlerde bu bölgede tahta köprüler ile geçitler sağlanırdı. Şehirdeki ulemadan sonra, başlarında dabaklar şeyhi bulunan ve şehrin asıl belkemiği olan esnaf gelirdi. Dabaklar şeyhi, icabında hükümet nüfuzuna bile karşı koyabilecek bir şahsiyetti. Sanatın icra eden esnaf sahtekarlık yaparsa dükkanı kapattırılır, çürük ve hileli yaptığı işler çivilenerek dükkanının önünde teşhir edilirdi ki tüketici bir daha bu dükkanda alışveriş yapmasın. Bir nevi otokontrol mekanizması. Ne Tanzimat, ne Abdülhamit idaresinin merkeziyetçiliği şehrin ruhu olan ve esasını ahilikten alan bu otoriteyi yıkamamıştır. Dabakçılığın, ayakkabıcılık, saraçlık gibi genel ihtiyaçları karşılayan sanatları beslemesi, belli başlı servet kaynağı olan hayvancılığa dayanan bu sanatı doğrudan doğruya köy ve aşirete bağlıyordu.( Ahmet Tanpınar, Beş Şehir,Dergah Yay.,İstanbul 1985,s.18.) İbn-i Batuta Erzurum’u ziyareti sırasında mekanı incelemiş ve gördüklerini de kayıtlara geçirmiştir. “Oradan üç nehir geçer. Erzurum’un çoğu bahçelidir. Adı geçen bahçede Ahi (Tuman) Duman zaviyesine indik. Bu şahıs pek yaşlı olup yüz otuz yaşını aştığı söylendiği halde, hala bir değneğe dayanarak yürümekte, hafızası yerinde ve beş vakit namaz kılabilmektedir, orucunu yemekten başka bir kusurunu göremedim. Yemekte bize şahsen kendisi hizmette bulundu. Hamamda ise oğulları hizmette oldular. İkinci günü yola koyulmak istediğimiz zaman bize gücenerek buna razı olmadı. Şayet yola çıkarsanız itibarıma gölge düşürmüş olursunuz. Zira misafirlik en aşağı üç gündür.” dedi. (Hancı, Age., s.40.) Esnafın ilk şeyhi Ahi Evran (Asıl adı Mahmut Nureddin, takma adı Ninetullahtır.1236 yılında Horasan’da doğdu. Kösedağ savaşından sonra Moğol baskısı yzüünden Anadolu’ya göç eden bir ailenin çocuğudur. Konya ve Kayseri’de bir süre kaldıktan sonra Kırşehir’e yerleşen Ahi Evran önce demircilik daha sonra da deri işlemeciliği işlerinde çalışmıştır”, Yusuf Ekinci, Ahilik, Talat Matbaası, İstanbul 2001, s.33.)
bir gün çarşıda gezerken iki çırakla karşılaşır. Bu çıraklardan birisi ustasının evine peştamal ile yonga götürüyormuş, diğeri de topladığı köpek pisliğini tabakhaneye ulaştırmaya çalışıyormuş. Şeyh ilk marangoz çırağına “Peşti malindekinin ne olduğunu sorar.”Marangoz çırağı: “Görmüyor musun yongadiyince.”Şeyhi: “Git oğlum, yongan bol olsun”dileğinde bulunur. Dabağın diğer çırağına aynı soruyu sorunca, çırak Şeyhe pislik taşıdığını belli ettirmemek veya terbiyesizlik yapmamak içiné altın ufağı, efendi hazretleri diye cevap verir. Bu cevabı alan dabak şeyhi “Git oğlum, ömrün boyunca altının bol olsun”duasında bulunur. (Sezen, Age., s.229.)
Tanpınarda, Beş şehir adlı eserde dericilik ve deri işlerinin Erzurum da yaygın oluşunu gözlemlemiştir. “Kışın geldiğini kürkçü müjdelermiş Erzurum’da. Kop dağının başı beyazlanmadan, Palandöken sırtları kaşlarını çatmadan önce, Erzincan’dan gelen siyah üzümün renginden, yaylanın üstünden cenuba doğru akan kuş sürülerinden vaktin yaklaştığını anlayan tecrübeliler kürkçüyü çığırırlarmış.”
bir gün çarşıda gezerken iki çırakla karşılaşır. Bu çıraklardan birisi ustasının evine peştamal ile yonga götürüyormuş, diğeri de topladığı köpek pisliğini tabakhaneye ulaştırmaya çalışıyormuş. Şeyh ilk marangoz çırağına “Peşti malindekinin ne olduğunu sorar.”Marangoz çırağı: “Görmüyor musun yongadiyince.”Şeyhi: “Git oğlum, yongan bol olsun”dileğinde bulunur. Dabağın diğer çırağına aynı soruyu sorunca, çırak Şeyhe pislik taşıdığını belli ettirmemek veya terbiyesizlik yapmamak içiné altın ufağı, efendi hazretleri diye cevap verir. Bu cevabı alan dabak şeyhi “Git oğlum, ömrün boyunca altının bol olsun”duasında bulunur. (Sezen, Age., s.229.)
Tanpınarda, Beş şehir adlı eserde dericilik ve deri işlerinin Erzurum da yaygın oluşunu gözlemlemiştir. “Kışın geldiğini kürkçü müjdelermiş Erzurum’da. Kop dağının başı beyazlanmadan, Palandöken sırtları kaşlarını çatmadan önce, Erzincan’dan gelen siyah üzümün renginden, yaylanın üstünden cenuba doğru akan kuş sürülerinden vaktin yaklaştığını anlayan tecrübeliler kürkçüyü çığırırlarmış.”