Eski Türkçede tay sözcüğü anne tarafından akraba olanlar için kullanılmış, annenin erkek kardeşine tagay denilmiş, şu anda kullandığımız dayı sözcüğü buradan gelmiştir. Aynı şekilde eze sözcüğü büyük kız kardeş, abla anlamına gelmektedir. Tay ve eze sözcükleri de birleşerek teyze’ye dönüşmüştür. Bunların kökleri de ortak olarak tay (tayı, dayı) sözcüğüne dayanmaktadır.
Günümüzde yaygın bir şekilde kullanılmakta olan dayı adam, dayılık etmek, dayılanmak, dayı dayı yürümek, dayıya yaslanmak gibi kavramlarının annemizin kardeşi olan dayı ile alakası yoktur.
Dayı kelimesi bize başta Tunus olmak üzere Cezayir, Trablusgarp’ta faaliyet gösteren dayılardan kalmıştır. Hayrettin Paşa Tunus’u fethettikten sonra oranın yönetimini orada divan adı verilen idareye terk etmiş, divan üyeleri kendi aralarından birisini dayı adı ile reis olarak seçip memleketin idaresini ona bırakmışlardır. Her ne kadar meclisin seçmiş olduğu kişi dayı sıfatına haiz olmuş olsa bile o bölgede herkes kendi çapında dayı olarak geçinirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun göndermiş olduğu valiler, bunların işine karışmaz, sadece Osmanlı temsilcisi olarak konaklarda otururlardı.
Dayılık bizde kullanılmakta olan alp, alperen, dadaş, efe gibi kavramlara daha ileri düzeyde bir anlam yüklemesi hâlidir. Dayılar özellikle Akdeniz’de korsanlık faaliyetlerinde bulunur, o bölgedeki Venediklilere, İspanyollara, Cenevizlilere, Fransızlara, İngilizlere karşı zafer kazandıkça dayılık vasfını pekiştirirlerdi. Bunların işi gücü yabancılarla kavga, cidal etmekti. Savaşacak düşman bulamadıkları zaman kendi aralarında vahşi bir rekabete girişirlerdi.
Divandaki azaların oyunu alarak dayı seçilmek için eğitim, feraset değil, kaba kuvvet önemliydi. Aralarındaki en güçlü, hakimiyet alanı en fazla olan, diğerlerini baskı altına alan, en kavgacı kişi dayı olarak seçilirdi. Bu yöntemle dayı olan kişiler, doğal olarak bu mücadele içinde varlıklarını sürdürürler, yine bu mücadele yolu ile ortadan kaldırırlardı. Cezayir’de 1671 yılından 1880 yılına kadar divan tarafından dayı olarak seçilen otuz dayıdan on altısı dayılık iddiası olan diğer kişiler tarafından öldürülmüştür.
Ülke yönetiminin tek sahibi olan dayı, kendince adalet dağıtır, yabancı devletlerle iletişime geçer, devletin işlerini yürütür, istediği kişileri istediği mevkie getirir, gerekli atamaları yapar, kimine kol kanat gerer, kimine ise azap olurdu.
Dayıların devlet hazinesinin haricinde kendilerine ait ayrı bir hazineleri bulunurdu. Onlar öldüğünde veya öldürüldüklerinde tüm mal varlıkları müsadere edilir, çoğu zaman aile efratları da yok edilirdi. Aile fertlerinden kaçıp canın kurtaranlar kendini şanslı görürdü.
Bu eyaletlerin güvenliğini sağlamak için Osmanlı İmparatorluğu’nun göndermiş olduğu Yeniçeri Ağaları dayıyı seçen divanın üyesi olmuş, bu ülkede bunların sayısı arttıktan sonra onlar da oradaki dayılar gibi hareket etmeye, halka kötü davranmaya başlamışlardır.
Tunus ve Cezayir gibi ülkelerde bulunan yeniçerilerin Anadolu’ya döndüklerinde orada gördükleri tarzı devam ettirmeleri dayılanma, kabadayılık yapma, arkasında dayısı olması gibi kavramların dilimize yerleşmesine neden olmuştur.
Kültürümüzde dayının amcadan daha fazla koruyucu olduğu kanısının arka planında, yeniçeriler vasıtasıyla dilimize yerleşen dayılık kavramının etkisi de vardır. Dayılık kavramının ise annemizin kardeşi olan dayılarla alakası bulunmamaktadır.
Günümüzde yaygın bir şekilde kullanılmakta olan dayı adam, dayılık etmek, dayılanmak, dayı dayı yürümek, dayıya yaslanmak gibi kavramlarının annemizin kardeşi olan dayı ile alakası yoktur.
Dayı kelimesi bize başta Tunus olmak üzere Cezayir, Trablusgarp’ta faaliyet gösteren dayılardan kalmıştır. Hayrettin Paşa Tunus’u fethettikten sonra oranın yönetimini orada divan adı verilen idareye terk etmiş, divan üyeleri kendi aralarından birisini dayı adı ile reis olarak seçip memleketin idaresini ona bırakmışlardır. Her ne kadar meclisin seçmiş olduğu kişi dayı sıfatına haiz olmuş olsa bile o bölgede herkes kendi çapında dayı olarak geçinirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun göndermiş olduğu valiler, bunların işine karışmaz, sadece Osmanlı temsilcisi olarak konaklarda otururlardı.
Dayılık bizde kullanılmakta olan alp, alperen, dadaş, efe gibi kavramlara daha ileri düzeyde bir anlam yüklemesi hâlidir. Dayılar özellikle Akdeniz’de korsanlık faaliyetlerinde bulunur, o bölgedeki Venediklilere, İspanyollara, Cenevizlilere, Fransızlara, İngilizlere karşı zafer kazandıkça dayılık vasfını pekiştirirlerdi. Bunların işi gücü yabancılarla kavga, cidal etmekti. Savaşacak düşman bulamadıkları zaman kendi aralarında vahşi bir rekabete girişirlerdi.
Divandaki azaların oyunu alarak dayı seçilmek için eğitim, feraset değil, kaba kuvvet önemliydi. Aralarındaki en güçlü, hakimiyet alanı en fazla olan, diğerlerini baskı altına alan, en kavgacı kişi dayı olarak seçilirdi. Bu yöntemle dayı olan kişiler, doğal olarak bu mücadele içinde varlıklarını sürdürürler, yine bu mücadele yolu ile ortadan kaldırırlardı. Cezayir’de 1671 yılından 1880 yılına kadar divan tarafından dayı olarak seçilen otuz dayıdan on altısı dayılık iddiası olan diğer kişiler tarafından öldürülmüştür.
Ülke yönetiminin tek sahibi olan dayı, kendince adalet dağıtır, yabancı devletlerle iletişime geçer, devletin işlerini yürütür, istediği kişileri istediği mevkie getirir, gerekli atamaları yapar, kimine kol kanat gerer, kimine ise azap olurdu.
Dayıların devlet hazinesinin haricinde kendilerine ait ayrı bir hazineleri bulunurdu. Onlar öldüğünde veya öldürüldüklerinde tüm mal varlıkları müsadere edilir, çoğu zaman aile efratları da yok edilirdi. Aile fertlerinden kaçıp canın kurtaranlar kendini şanslı görürdü.
Bu eyaletlerin güvenliğini sağlamak için Osmanlı İmparatorluğu’nun göndermiş olduğu Yeniçeri Ağaları dayıyı seçen divanın üyesi olmuş, bu ülkede bunların sayısı arttıktan sonra onlar da oradaki dayılar gibi hareket etmeye, halka kötü davranmaya başlamışlardır.
Tunus ve Cezayir gibi ülkelerde bulunan yeniçerilerin Anadolu’ya döndüklerinde orada gördükleri tarzı devam ettirmeleri dayılanma, kabadayılık yapma, arkasında dayısı olması gibi kavramların dilimize yerleşmesine neden olmuştur.
Kültürümüzde dayının amcadan daha fazla koruyucu olduğu kanısının arka planında, yeniçeriler vasıtasıyla dilimize yerleşen dayılık kavramının etkisi de vardır. Dayılık kavramının ise annemizin kardeşi olan dayılarla alakası bulunmamaktadır.