Arapça sohbet kelimesinin yoldaş, malik, sahip anlamları bulunmaktadır. İlk zamanlarda ticaretle uğraşan Arapların uzun çöl yolculuklarında birbirleri ile sohbet etmeleri, yol arkadaşlığını kuvvetlendirmiş bu nedenle sohbet kelimesine yol arkadaşlığı, yoldaş anlamını vermişlerdir. Şair Cem Sultan’ın Gel yoldaş ol Cem’e ki seferden safâ bula/ Kim yâri olmayana değildir safâ sefer/ (Gel, Cem’e yoldaş ol ki yolculuktan mutluluk bulsun. Çünkü yâri olmayan için yolculuk mutluluk değildir) beytinde olduğu gibi insanlar, yol boyunca sohbet edecekleri arkadaşlarını aramışlar, bu nedenle önce refik, sonra tarik (önce arkadaş, sonra yolculuk) diyerek yolculukta sohbet edecekleri yol arkadaşlarını yolculuktan üstün tutmuşlardır.
Eskiler sohbetin olması için zaman, mekân ve ihvan (dostlar), gibi üç belirleyici unsurun bir arada olmasını gerekli görmüşlerdir.
Sohbet kelimesi ile sahip kelimesinin kökleri ortaktır. İhvan (dost) aynı tasaya sahip olan kişidir. Sahip olmayanın sohbeti de olmaz. Fuzuli’nin Mecnun ile oturan Leyla’dan başkasını konuşamaz dediği gibi, bir hedefi, gayesi, ideolojisi, derdi olmayan kişiler ile sohbet yapılmaz. Sohbetin kıvamına ulaşması için sohbet eden kişilerin aynı hedef, aynı dert, aynı tasa, aynı fikir üzerinde olmaları gerekir. Aksi takdirde bu kişiler arasında geçenler sohbet değil, konuşma, mükâleme, söyleşi, iletişim olur. Eskiler dertleri ortak olan kişilere hem-dert, hem-dem (can ciğer) demişlerdir. Çünkü bunların sohbet konularını dertleri belirlemektedir.
Sohbete katılan kişilerin fikri yapısı, bilgi seviyesi sohbetin tadını ve kalitesini belirleyen unsurdur. Sohbetin olması için her konuda aşağı yukarı bir eşitliğin olması gerekir. Bilgide, görgüde, düşüncede, idealde benzerliğin olmadığı yerde sohbetin tadı olmaz. Ziya Paşa’nın Nâdânlar eder sohbet-i nâdânla telezzüz/ Divânelerin hemdemi divâne gerektür/ dediği gibi sohbetten tat almaları için cahillerin bile cahiller ile sohbet etmeleri gerekmektedir. İnsanların seviyesi sohbetin seviyesini belirlemektedir.
Sohbetin diğer bir ayağı zamandır. İş yükünün arttığı ortamlarda sohbete ayrılacak zamanın kısıtlığı nedeni ile sohbet ortamları giderek azalmıştır. Eskilerin subh- ta-seher dedikleri akşamdan başlayıp sabaha kadar süren sohbet ortamlarına günümüzde rastlamak mümkün değildir. Modern hayatla ile birlikte çalışma şartları değişmiş, sabah erkenden işine gidecek insanların sohbete ayıracakları zamanları fazla kalmamıştır.
Müzisyen ve şairlerin katıldığı sohbet ortamlarına sözün içine saz da katılmış, sohbet eğlenceye dönüştüğü için bu tarz sohbetlerdeki fikri derinlik kaybolmaya başlamıştır.
Sohbeti zenginleştiren en önemli unsurlardan birisi de mekândır. Osmanlı döneminde zengin kişilerin konağı veya bir köy odası sohbetlerin yapıldığı en güzel mekânlardı. Zenginlerin konağındaki sohbetlerde yeme içme, saz söz daha fazla olurken, Anadolu’da yârenlik de denilen sohbet ortamları köy odalarında yapılır bu mekânlar kendine has bir zenginliği içinde barındırırdı. Daha sonraları kahveler bu ortamın yerini almıştır. Bir terbiye mekânına dönüşen bu ortamlarda insanlar her türlü eğitimi, görgüyü alır, geçmişin derinliklerinden süzülerek gelen birikimler genç nesillere aktarılırdı.
Bireyselleşmenin arttığı, telefonun, tabletin, sosyal medyanın, televizyonun etkin olduğu, dert sahibi kişilerin azaldığı günümüzde artık ne sohbet edecek mekân, ne de sohbet yapılabilecek dert sahibi bir ihvan kaldı. Herkesi esir alan bir ben duygusu sohbetin kaynağını oluşturan ortak kaygıları, idealleri öldürdü.
Türk kültüründe yemekte konuşmanın adaba aykırı olduğu düşüncesi vardır. Ocağın ve mutfağın kutsallığı, yemek yerken konuşmama gibi birçok adap Mevlevi geleneğinden gelmiştir. Eskiler “önce taam, sonra kelam” (önce yemek sonra söz) der, önce yemeğini yer, sonra sohbet ederdi. Günümüzde bu alışkanlığımız da değişti. Şimdi herkes kendi tabağından yediği için yemek sohbetleri uzamaya, insanlar yemeklerde biraz sohbet etmeye başladı. Bir de sohbet zamanlarının çoğunu futbol aldı. İnsanları ortak zeminde buluşturan futbol, basit, suçlayıcı, derinliği olmayan kelamlar zincirine dönüştü.
Eskiler sohbetin olması için zaman, mekân ve ihvan (dostlar), gibi üç belirleyici unsurun bir arada olmasını gerekli görmüşlerdir.
Sohbet kelimesi ile sahip kelimesinin kökleri ortaktır. İhvan (dost) aynı tasaya sahip olan kişidir. Sahip olmayanın sohbeti de olmaz. Fuzuli’nin Mecnun ile oturan Leyla’dan başkasını konuşamaz dediği gibi, bir hedefi, gayesi, ideolojisi, derdi olmayan kişiler ile sohbet yapılmaz. Sohbetin kıvamına ulaşması için sohbet eden kişilerin aynı hedef, aynı dert, aynı tasa, aynı fikir üzerinde olmaları gerekir. Aksi takdirde bu kişiler arasında geçenler sohbet değil, konuşma, mükâleme, söyleşi, iletişim olur. Eskiler dertleri ortak olan kişilere hem-dert, hem-dem (can ciğer) demişlerdir. Çünkü bunların sohbet konularını dertleri belirlemektedir.
Sohbete katılan kişilerin fikri yapısı, bilgi seviyesi sohbetin tadını ve kalitesini belirleyen unsurdur. Sohbetin olması için her konuda aşağı yukarı bir eşitliğin olması gerekir. Bilgide, görgüde, düşüncede, idealde benzerliğin olmadığı yerde sohbetin tadı olmaz. Ziya Paşa’nın Nâdânlar eder sohbet-i nâdânla telezzüz/ Divânelerin hemdemi divâne gerektür/ dediği gibi sohbetten tat almaları için cahillerin bile cahiller ile sohbet etmeleri gerekmektedir. İnsanların seviyesi sohbetin seviyesini belirlemektedir.
Sohbetin diğer bir ayağı zamandır. İş yükünün arttığı ortamlarda sohbete ayrılacak zamanın kısıtlığı nedeni ile sohbet ortamları giderek azalmıştır. Eskilerin subh- ta-seher dedikleri akşamdan başlayıp sabaha kadar süren sohbet ortamlarına günümüzde rastlamak mümkün değildir. Modern hayatla ile birlikte çalışma şartları değişmiş, sabah erkenden işine gidecek insanların sohbete ayıracakları zamanları fazla kalmamıştır.
Müzisyen ve şairlerin katıldığı sohbet ortamlarına sözün içine saz da katılmış, sohbet eğlenceye dönüştüğü için bu tarz sohbetlerdeki fikri derinlik kaybolmaya başlamıştır.
Sohbeti zenginleştiren en önemli unsurlardan birisi de mekândır. Osmanlı döneminde zengin kişilerin konağı veya bir köy odası sohbetlerin yapıldığı en güzel mekânlardı. Zenginlerin konağındaki sohbetlerde yeme içme, saz söz daha fazla olurken, Anadolu’da yârenlik de denilen sohbet ortamları köy odalarında yapılır bu mekânlar kendine has bir zenginliği içinde barındırırdı. Daha sonraları kahveler bu ortamın yerini almıştır. Bir terbiye mekânına dönüşen bu ortamlarda insanlar her türlü eğitimi, görgüyü alır, geçmişin derinliklerinden süzülerek gelen birikimler genç nesillere aktarılırdı.
Bireyselleşmenin arttığı, telefonun, tabletin, sosyal medyanın, televizyonun etkin olduğu, dert sahibi kişilerin azaldığı günümüzde artık ne sohbet edecek mekân, ne de sohbet yapılabilecek dert sahibi bir ihvan kaldı. Herkesi esir alan bir ben duygusu sohbetin kaynağını oluşturan ortak kaygıları, idealleri öldürdü.
Türk kültüründe yemekte konuşmanın adaba aykırı olduğu düşüncesi vardır. Ocağın ve mutfağın kutsallığı, yemek yerken konuşmama gibi birçok adap Mevlevi geleneğinden gelmiştir. Eskiler “önce taam, sonra kelam” (önce yemek sonra söz) der, önce yemeğini yer, sonra sohbet ederdi. Günümüzde bu alışkanlığımız da değişti. Şimdi herkes kendi tabağından yediği için yemek sohbetleri uzamaya, insanlar yemeklerde biraz sohbet etmeye başladı. Bir de sohbet zamanlarının çoğunu futbol aldı. İnsanları ortak zeminde buluşturan futbol, basit, suçlayıcı, derinliği olmayan kelamlar zincirine dönüştü.