Türkiye tarihi kanlı bir çok askeri darbe ve muhtıralara tanıklık etmiştir. Hem ekonomik hem sosyal hem de siyasal bir çok bedeller ödemiştir. Darbeler genel olarak bozulan toplum düzeninin sağlanması bahanesiyle hayata geçirilmiş fakat işin özünde her zaman ülkenin birlik beraberliği, dini gruplar ve Müslüman kesim hedef alınmıştır. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 askeri darbe ve muhtıralarına baktığımız zaman aslında hedefin hiç bir zaman toplum huzuru olmadığı her zaman Müslümanların baskı altına alınmaya çalışılması olmuştur.
Fakat 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, öncesi sonrası ve yapılış şekli itibariyle diğerlerinden çok daha tehlikeli bir biçimde planlanmıştır. Bu sefer darbeyi yapanlar askeriyenin içindeki cuntacı diye adlandırılan kesim değil, kendisini ehlisünnet olarak tarif eden Müslüman görünümlü küresel bir örgüttür. DEAŞ gibi terör örgütlerinin yaptığı kanlı eylemlerle itibarsızlaştırılmaya çalışılan Müslümanlar bu 15 Temmuz kanlı darbe girişimiyle de iyice dünya kamuoyunda itibar sarsıntısı yaşamıştır. Bu kanlı darbe girişimi başarılı olsa vatan hainlerinin hangi emellerini hayata geçireceğini geçmiş tecrübelerimize dayanarak az çok tahmin edebiliyoruz. Fakat işin tehlikeli ve düşündürücü yanı halkın kahramanca mücadelesi ve müdahalesi sonucu bertaraf edilen bu hain darbe girişimin kurgulayıcılarının, sonucu yine kendi lehlerine çevirmeye çalışmasıdır.
Nedir tehlikeli olan bu çaba?
15 Temmuz akşamı yediden yetmişe şehit olma arzusuyla sokağa çıkan bu aziz millet, namlusu kendilerine çevrilmiş tankların önünde dimdik durarak mermilere adeta meydan okuyarak hiçbir karşılık beklemeksizin devletini ve iradesini kahramanca savunmuştur. Fakat bugün 15 Temmuza kontrollü darbe diyen zihniyet Tehlikenin devam ettiği süre zarfınca evlerinde oturmuş olayların hangi taraf lehine sonuçlanmasını bekliyorlardı.
Önce; ‘’Bu Erdoğan’ın bir oyunu’’ dediler. Evet, bu bir oyundu hem de büyük bir oyun. Fakat oyunu oynayan Erdoğan veya devlet değil, Türkiye’nin ilerleyişini hazmedemeyen küresel güçler ve onların taşeronluğunu yapan Müslüman görünümlü örgütlerdi. Olaylar yatışıp kanlı darbe püskürtüldükten sonra bu gruplar kafalarını kumdan çıkarıp kahramanlık naraları atmaya başladılar. İkinci oyun devreye girdi. Ve bu sefer ellerinde büyük bir koz vardı. Çünkü bu kanlı darbe girişimi, kendini Müslüman tanıtan, adına hizmet hareketi diyen bir terör örgütü tarafından yapıldı. Ve her zaman olduğu gibi bu zihniyet meydanlara çıkıp ; “Şeriatçılara bu devlet teslim edilmemeli”, “Cemaatler terör yuvasıdır” gibi sloganlar atıp topluma tekrardan anti-şeriat baskısı yapmaya başladılar. Hatta kanlı darbeden sonra okunan salalardan rahatsızlık duyup bunu cami basıp müezzini darp etmeye kadar ilerleterek kin ve nefretlerini dışa vurdular.
Toplumda bir cemaat ve tarikat düşmanlığı oluşturma çabası başlatıldı. Tasavvufi cemaatler zan altında bırakılıp yıpratılmak hatta toplumdan izlerini silmek isteniyordu. Ve bu darbeyi püskürten asıl kahramanlar ise farkında olmadan bu zihniyetin ekmeğine yağ sürmeye başladı. Herkes artık bilerek veya bilmeyerek bu grupların dilinden konuşup : “Tüm cemaatler ve tarikatlar kapatılmalıdır. Şeyhler asılmalı ve artık hiçbir cemaate hiçbir hak tanınmamalıdır” diye söylenmeye başladı. Bahsettiğim büyük tehlike tam da bu işte. Çünkü İslam karşıtları kendileri başaramayacaklarını anlayınca bizi kendi silahımızla vurmaya başladılar. Sanki bu ülkede her zaman cemaatler ve tarikatlar darbe yapıp toplumun huzurunu bozmuş imajı verilmek istendi. Tekrar hatırlatmak isterim ki FETÖ bir cemaat ya da tarikat değil küresel güçlerin taşeronluğunu yapan bir terör örgütüdür. Nasıl ki DEAŞ’ın Müslümanlıkla bir alakası yoksa FETÖ’nün de cemaat ya da tarikatla bir alakası yoktur. Fakat toplumun göz ardı etmemesi gereken açık bir gerçek vardır. Bu da bu ülkede bugüne kadar yaşanan bütün darbe girişimlerinin her zaman halkın iradesine tahammül edemeyen, halkın inancına yaşantısına ve fikirlerine müdahale etmek isteyen islam ve devlet düşmanları tarafından yapıldığıdır. Geçmişi darbelerle dolu bu kirli zihniyetin bugün kendini aklayıp inançlı insanlara saldırmasına çanak tutmamalıyız.
Cemaatlerin siyasete direkt olarak karıştırılmasına, herhangi bir cemaate diğerlerinden daha imtiyazlı davranılmasına karşıyım evet. Bir cemaatin veya tarikatın, insanların aklını kiralamaya çalışmasına, gençleri şeyhlere karşı bağnazlaştırmasına, Müslümanlığı kendi tekelinde tutmaya çalışmasına da karşıyım. Çünkü cemaatler ve tarikatlar kendilerine değil cemiyete adam yetiştirmelidir. İslamiyet’i kendi yorumlarına göre değil Kuran ve sünnet çerçevesinde anlatmalıdırlar. İbadetlerde veya kılık kıyafetlerde kendilerine has şekiller oluşturup farklılık ortaya koyma çabası yerine ihlas ve samimiyeti ön plana çıkarmalıdırlar. Bizden olacaksan gel demek yerine ne olursan ol yine gel mantığıyla toplumu kucaklamalıdırlar. Bu ve benzeri hususları samimi bir şekilde dikkate aldıkları sürece ve ‘’Ben’’ merkezden çıkıp ‘’Biz’’ merkezli davrandıkları sürece bu toplumun cemaat ve tarikatlara her daim ihtiyacı olacaktır. Devletimizin de, cemaatlerin bu amaç ve hedef doğrultusunda hizmet vermesi için çalışması ve amacı dışına çıkanlara ise müdahale etmesi gerekir. Ama ayni şekilde toplumda cemaat ve tarikatların itibarsızlaştırılıp tabiri caizse öcü muamelesi görmesine müsaade edilmemesi gerekir. Biz Müslümanlar olarak kendi kendimizi düzeltmeliyiz. İslam ve Türkiye karşıtlarının bizi düzeltmesine yönlendirmesine fırsat vermemeliyiz. İnançlarımıza değerlerimize müdahale edilmesine itibarımıza dokunulmasında asla müsaade etmemeliyiz. Geçmişte yaşadığımız acı tecrübeleri unutur ve ders çıkarmazsak tarih yine tekerrür eder ve vermiş olduğumuz bunca mücadele heba olur gider…
Mahmut TEMEL
Fakat 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, öncesi sonrası ve yapılış şekli itibariyle diğerlerinden çok daha tehlikeli bir biçimde planlanmıştır. Bu sefer darbeyi yapanlar askeriyenin içindeki cuntacı diye adlandırılan kesim değil, kendisini ehlisünnet olarak tarif eden Müslüman görünümlü küresel bir örgüttür. DEAŞ gibi terör örgütlerinin yaptığı kanlı eylemlerle itibarsızlaştırılmaya çalışılan Müslümanlar bu 15 Temmuz kanlı darbe girişimiyle de iyice dünya kamuoyunda itibar sarsıntısı yaşamıştır. Bu kanlı darbe girişimi başarılı olsa vatan hainlerinin hangi emellerini hayata geçireceğini geçmiş tecrübelerimize dayanarak az çok tahmin edebiliyoruz. Fakat işin tehlikeli ve düşündürücü yanı halkın kahramanca mücadelesi ve müdahalesi sonucu bertaraf edilen bu hain darbe girişimin kurgulayıcılarının, sonucu yine kendi lehlerine çevirmeye çalışmasıdır.
Nedir tehlikeli olan bu çaba?
15 Temmuz akşamı yediden yetmişe şehit olma arzusuyla sokağa çıkan bu aziz millet, namlusu kendilerine çevrilmiş tankların önünde dimdik durarak mermilere adeta meydan okuyarak hiçbir karşılık beklemeksizin devletini ve iradesini kahramanca savunmuştur. Fakat bugün 15 Temmuza kontrollü darbe diyen zihniyet Tehlikenin devam ettiği süre zarfınca evlerinde oturmuş olayların hangi taraf lehine sonuçlanmasını bekliyorlardı.
Önce; ‘’Bu Erdoğan’ın bir oyunu’’ dediler. Evet, bu bir oyundu hem de büyük bir oyun. Fakat oyunu oynayan Erdoğan veya devlet değil, Türkiye’nin ilerleyişini hazmedemeyen küresel güçler ve onların taşeronluğunu yapan Müslüman görünümlü örgütlerdi. Olaylar yatışıp kanlı darbe püskürtüldükten sonra bu gruplar kafalarını kumdan çıkarıp kahramanlık naraları atmaya başladılar. İkinci oyun devreye girdi. Ve bu sefer ellerinde büyük bir koz vardı. Çünkü bu kanlı darbe girişimi, kendini Müslüman tanıtan, adına hizmet hareketi diyen bir terör örgütü tarafından yapıldı. Ve her zaman olduğu gibi bu zihniyet meydanlara çıkıp ; “Şeriatçılara bu devlet teslim edilmemeli”, “Cemaatler terör yuvasıdır” gibi sloganlar atıp topluma tekrardan anti-şeriat baskısı yapmaya başladılar. Hatta kanlı darbeden sonra okunan salalardan rahatsızlık duyup bunu cami basıp müezzini darp etmeye kadar ilerleterek kin ve nefretlerini dışa vurdular.
Toplumda bir cemaat ve tarikat düşmanlığı oluşturma çabası başlatıldı. Tasavvufi cemaatler zan altında bırakılıp yıpratılmak hatta toplumdan izlerini silmek isteniyordu. Ve bu darbeyi püskürten asıl kahramanlar ise farkında olmadan bu zihniyetin ekmeğine yağ sürmeye başladı. Herkes artık bilerek veya bilmeyerek bu grupların dilinden konuşup : “Tüm cemaatler ve tarikatlar kapatılmalıdır. Şeyhler asılmalı ve artık hiçbir cemaate hiçbir hak tanınmamalıdır” diye söylenmeye başladı. Bahsettiğim büyük tehlike tam da bu işte. Çünkü İslam karşıtları kendileri başaramayacaklarını anlayınca bizi kendi silahımızla vurmaya başladılar. Sanki bu ülkede her zaman cemaatler ve tarikatlar darbe yapıp toplumun huzurunu bozmuş imajı verilmek istendi. Tekrar hatırlatmak isterim ki FETÖ bir cemaat ya da tarikat değil küresel güçlerin taşeronluğunu yapan bir terör örgütüdür. Nasıl ki DEAŞ’ın Müslümanlıkla bir alakası yoksa FETÖ’nün de cemaat ya da tarikatla bir alakası yoktur. Fakat toplumun göz ardı etmemesi gereken açık bir gerçek vardır. Bu da bu ülkede bugüne kadar yaşanan bütün darbe girişimlerinin her zaman halkın iradesine tahammül edemeyen, halkın inancına yaşantısına ve fikirlerine müdahale etmek isteyen islam ve devlet düşmanları tarafından yapıldığıdır. Geçmişi darbelerle dolu bu kirli zihniyetin bugün kendini aklayıp inançlı insanlara saldırmasına çanak tutmamalıyız.
Cemaatlerin siyasete direkt olarak karıştırılmasına, herhangi bir cemaate diğerlerinden daha imtiyazlı davranılmasına karşıyım evet. Bir cemaatin veya tarikatın, insanların aklını kiralamaya çalışmasına, gençleri şeyhlere karşı bağnazlaştırmasına, Müslümanlığı kendi tekelinde tutmaya çalışmasına da karşıyım. Çünkü cemaatler ve tarikatlar kendilerine değil cemiyete adam yetiştirmelidir. İslamiyet’i kendi yorumlarına göre değil Kuran ve sünnet çerçevesinde anlatmalıdırlar. İbadetlerde veya kılık kıyafetlerde kendilerine has şekiller oluşturup farklılık ortaya koyma çabası yerine ihlas ve samimiyeti ön plana çıkarmalıdırlar. Bizden olacaksan gel demek yerine ne olursan ol yine gel mantığıyla toplumu kucaklamalıdırlar. Bu ve benzeri hususları samimi bir şekilde dikkate aldıkları sürece ve ‘’Ben’’ merkezden çıkıp ‘’Biz’’ merkezli davrandıkları sürece bu toplumun cemaat ve tarikatlara her daim ihtiyacı olacaktır. Devletimizin de, cemaatlerin bu amaç ve hedef doğrultusunda hizmet vermesi için çalışması ve amacı dışına çıkanlara ise müdahale etmesi gerekir. Ama ayni şekilde toplumda cemaat ve tarikatların itibarsızlaştırılıp tabiri caizse öcü muamelesi görmesine müsaade edilmemesi gerekir. Biz Müslümanlar olarak kendi kendimizi düzeltmeliyiz. İslam ve Türkiye karşıtlarının bizi düzeltmesine yönlendirmesine fırsat vermemeliyiz. İnançlarımıza değerlerimize müdahale edilmesine itibarımıza dokunulmasında asla müsaade etmemeliyiz. Geçmişte yaşadığımız acı tecrübeleri unutur ve ders çıkarmazsak tarih yine tekerrür eder ve vermiş olduğumuz bunca mücadele heba olur gider…
Mahmut TEMEL