Bu metin, yazarımız Savaşkan İlmak’ın ‘Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler’ adlı kitabından yazarın izniyle ve ‘uyarlanarak’ alıntılanmıştır:
(PEGEM Akademi Yayınları; Haziran-2021, Ankara - ISBN: 978-625-7582-06-3 - 17’nci hikâye - Sf: 67-71)
Kitapta bunun gibi 33 hikâye daha yer alıyor... *
★★
‘Diyarbakır kırsalında bir dağ köyünde…’ diye başlayan bir metin muhtemelen çoğumuzu daha en başından tedirgin eder.
Sanki ardından bir çatışma haberi, ölü-yaralı sayıları gelecek gibidir. Yaşadıklarımızın ve işittiklerimizin belleğimize bıraktığı derin yara izi bu ne yazık ki…
Halbuki Diyarbakır -görenler bilir- yeryüzündeki cennettir. Sadece muhteşem doğasıyla ve iklimiyle değil, insanıyla, gelenekleriyle, müziğiyle, mutfağıyla, tarihiyle, harikulade yapıtlarıyla, ruhuyla…
Her neyse, dediğim gibi ‘zaten bilen bilir; bilmeyene o kadim şehri anlatmak da benim haddim değildir’…
İşte oradan, Diyarbakır’dan müthiş ve gerçek bir hikâye.
Kitaplara geçecek bir ‘iyi örnek’:
‘Diyarbakır kırsalında bir dağ köyüne atanmış Bursalı bir ilkokul öğretmeni, matematik dersinde öğrencilerine sorar:
- Bir kasada 100 çilek varsa 10 kasada kaç çilek vardır?
Öğrenciler de hesap kitap işini bir yana bırakıp öğretmene
- Öğretmenim, çilek nedir?
diye sorarlar. Soruya karşı soru ama inanılmaz trajik bir soru…
Öğretmen, elindeki renkli kitabı sınıfa çevirir:
- İşte çocuklar, çilek şudur. Şu kırmızı şey. Meyvedir…
- Öğretmenim, biz hiç çilek yemedik. Tadı neye benzer?
Öğretmen durur, sorunun nasıl derin bir yoksunluk durumuna işaret ettiğini düşünür.
Yutkunur, boğazı düğümlenir…
Ama olayı sadece üzüntü düzeyinde bırakmak ona göre değildir.
Hemen toprak örnekleri alır, kavanozlara doldurur ve Bursa’daki tarım firmalarına gönderir. Kavanozlara iliştirdiği mektupta firma etkilisine der ki:
- Bir inceleyin lütfen, bu toprakta çilek yetişir mi?
Çok geçmeden Bursa’dan cevap gelir. Mektupta yazılanlar sevindiricidir: ‘Toprak numunelerini inceledik. Evet, Diyarbakır’da bulunduğunuz toprak ve iklim koşullarında çilek yetişir’...
Hatta firma öğretmenin idealizminden o kadar etkilenmiştir ki mektubun yanında çilek fideleri ve yetiştirme şeklini anlatan bir kılavuz da gönderirler.
Öğretmen kılavuzu öğrencilerine okur. Nasıl çilek yetiştireceklerini onlara tane tane anlatır. Böylelikle kendisi de işin püf noktalarını öğrenir. Öğretim faslı bitince çıkarır bütün çocukları bahçeye. Onlara der ki:
- Çocuklar size bu dönem matematikten sınav yok.
Öğrenciler doğal olarak şaşırırlar:
- E, iyi de biz nasıl not alacağız öğretmenim?
- Hepsine bahçeyi kazdıracağım…
der öğretmen. Çocukların şaşkın bakışları altında konuşmaktadır. Çilekleri diktirip, can sularını verdikten sonra her bir öğrencisine dörder çilek fidesi verip
- Şimdi gideceksiniz evinize; ben size nasıl öğrettiysem siz de anne babanıza öyle öğreteceksiniz.
Çocuklar söyleneni unutmaz!
Diyarbakır kırsalında bir köyde çocuklar evlerinde giderler ve söyleneni yaparlar. Çok kısa bir süre sonra da evlerin önüne, bahçelere ve köyün bütün kullanışlı yerlerine çilek fideleri dikilir. Hem keyif veren hem çevreyi güzelleştiren hem de kıt kanaat geçinen köylülere hesapta olmayan bir gelir kapısı aralayan Bursalı öğretmen der ki:
- Çilek mevsimi gelince toplayıp getireceksiniz. Tabakta on tane çileği gösterip not alacaksınız…
Ömür kısa. Zaman hızlı geçer, daha bir yıl öncesine kadar çileğin tadını bilmeyen çocuklar, tabak tabak çilek getirirler sınıfa.
Çilekler sınıfta dikkatlice sayılır. Başta kurallar çok kesin biçimde konmuş olsa da öğretmen çilekleri eksik olanları üzmez, onlara da tam puan verir.
Günün sonunda çocukları okul kapısında uğurlarken der ki:
- Çocuklar, söyleyin bakalım nasılmış çileğin tadı?
Öğrenciler:
- Valla öğretmenin ucunda not vardır diye yemedik. Hem hiç not yenir? Evde bile anamız babamız bir tanesini bile yememiştir, olduğu gibi size göndermiştir. Hepsi sıralarımızın altında saklıdır…
Bunun üzerine öğretmen kahkahayla güler:
- Hadi bakalım, hemen sınıflarınıza dönün ve notunuz, puanınız ne varsa hepsini yiyin.
der. Çocuklar, mutluluktan havalara uçarlar, ağızlarına burunlarına bulaştıra bulaştıra yerler çilekleri…
★★
Aradan yıllar geçer, Bursalı öğretmenin tayini çıkar, köyden gider.
Gider gitmesine ama geride muhteşem iki şeyi bırakır:
Çocukları ve çilekleri…
Bugün Diyarbakır’da hangi semt pazarına giderseniz gidin, ‘Diyarbakır kırsalında bir dağ köyünden’ gelen ve kendi yetiştirdiği çilekleri satan birine rastlarsınız.
Ve muhtemelen karşılaştığınız o köylülerden biri ya da birkaçı da bundan yirmi beş yıl kadar önce Bursalı öğretmeninin öğrencisi olmuştur.
★★
Kıraç topraklar, laboratuvarsız okullar, donanımsız sınıflar, okulu kapanmış köyler, bunların hepsi elbette çok fena; ama öncelikli soru(n) galiba şu:
(A) Tahta başında ya da şimdilerde biraz da ekran karşısında çocuklara kuru kuruya müfredat yolculuğu yaptırmak mı? Yoksa (B) yaşanan yere, çevreye, kültüre -kısaca hayata ve insanlara- hem soyut hem de somut bir şeyler katmak ve böylelikle yöredeki hayat akışını olumlu yönde az ya da çok değiştirebilmek mi?..
Bu ikisinden hangisi, okulun ve öğretmenin öncelikli işlevi olmalı? A mı, B mi?
İkisi de yerine göre önemlidir kuşkusuz; ama hangisi hakikaten bir öğretmeni sıradan olmaktan çıkarır, bir yörenin yerel kahramanına dönüştürür, unutulmaz yapar?
Düşünün…
Daha birkaç gün önce, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanırken mikrofonlara söylenenleri, konuyla ilgili yetkili büyüklerin iyimserlik içinde dediklerini, o gün paylaşılan caps’leri, atılan nutukları anımsayın ve düşünün...
Lütfen...
Çocuklarımızın gizli potansiyellerini ortaya çıkaracak, onları müreffeh bir ülkeye armağan edecek ve de tabii simetrik olarak onlara müreffeh bir ülke bırakacak şey, öncelikle ne?..
Düşünün lütfen !..
*: Pegem Akademi Yayınları’ndan Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler adlı kitabı edinmek için yayınevi sipariş linki:
https://pegem.net/urun/Okullar-Degil-Okullarin-Icindeki-Hikayeler/62201
(PEGEM Akademi Yayınları; Haziran-2021, Ankara - ISBN: 978-625-7582-06-3 - 17’nci hikâye - Sf: 67-71)
Kitapta bunun gibi 33 hikâye daha yer alıyor... *
★★
‘Diyarbakır kırsalında bir dağ köyünde…’ diye başlayan bir metin muhtemelen çoğumuzu daha en başından tedirgin eder.
Sanki ardından bir çatışma haberi, ölü-yaralı sayıları gelecek gibidir. Yaşadıklarımızın ve işittiklerimizin belleğimize bıraktığı derin yara izi bu ne yazık ki…
Halbuki Diyarbakır -görenler bilir- yeryüzündeki cennettir. Sadece muhteşem doğasıyla ve iklimiyle değil, insanıyla, gelenekleriyle, müziğiyle, mutfağıyla, tarihiyle, harikulade yapıtlarıyla, ruhuyla…
Her neyse, dediğim gibi ‘zaten bilen bilir; bilmeyene o kadim şehri anlatmak da benim haddim değildir’…
İşte oradan, Diyarbakır’dan müthiş ve gerçek bir hikâye.
Kitaplara geçecek bir ‘iyi örnek’:
‘Diyarbakır kırsalında bir dağ köyüne atanmış Bursalı bir ilkokul öğretmeni, matematik dersinde öğrencilerine sorar:
- Bir kasada 100 çilek varsa 10 kasada kaç çilek vardır?
Öğrenciler de hesap kitap işini bir yana bırakıp öğretmene
- Öğretmenim, çilek nedir?
diye sorarlar. Soruya karşı soru ama inanılmaz trajik bir soru…
Öğretmen, elindeki renkli kitabı sınıfa çevirir:
- İşte çocuklar, çilek şudur. Şu kırmızı şey. Meyvedir…
- Öğretmenim, biz hiç çilek yemedik. Tadı neye benzer?
Öğretmen durur, sorunun nasıl derin bir yoksunluk durumuna işaret ettiğini düşünür.
Yutkunur, boğazı düğümlenir…
Ama olayı sadece üzüntü düzeyinde bırakmak ona göre değildir.
Hemen toprak örnekleri alır, kavanozlara doldurur ve Bursa’daki tarım firmalarına gönderir. Kavanozlara iliştirdiği mektupta firma etkilisine der ki:
- Bir inceleyin lütfen, bu toprakta çilek yetişir mi?
Çok geçmeden Bursa’dan cevap gelir. Mektupta yazılanlar sevindiricidir: ‘Toprak numunelerini inceledik. Evet, Diyarbakır’da bulunduğunuz toprak ve iklim koşullarında çilek yetişir’...
Hatta firma öğretmenin idealizminden o kadar etkilenmiştir ki mektubun yanında çilek fideleri ve yetiştirme şeklini anlatan bir kılavuz da gönderirler.
Öğretmen kılavuzu öğrencilerine okur. Nasıl çilek yetiştireceklerini onlara tane tane anlatır. Böylelikle kendisi de işin püf noktalarını öğrenir. Öğretim faslı bitince çıkarır bütün çocukları bahçeye. Onlara der ki:
- Çocuklar size bu dönem matematikten sınav yok.
Öğrenciler doğal olarak şaşırırlar:
- E, iyi de biz nasıl not alacağız öğretmenim?
- Hepsine bahçeyi kazdıracağım…
der öğretmen. Çocukların şaşkın bakışları altında konuşmaktadır. Çilekleri diktirip, can sularını verdikten sonra her bir öğrencisine dörder çilek fidesi verip
- Şimdi gideceksiniz evinize; ben size nasıl öğrettiysem siz de anne babanıza öyle öğreteceksiniz.
Çocuklar söyleneni unutmaz!
Diyarbakır kırsalında bir köyde çocuklar evlerinde giderler ve söyleneni yaparlar. Çok kısa bir süre sonra da evlerin önüne, bahçelere ve köyün bütün kullanışlı yerlerine çilek fideleri dikilir. Hem keyif veren hem çevreyi güzelleştiren hem de kıt kanaat geçinen köylülere hesapta olmayan bir gelir kapısı aralayan Bursalı öğretmen der ki:
- Çilek mevsimi gelince toplayıp getireceksiniz. Tabakta on tane çileği gösterip not alacaksınız…
Ömür kısa. Zaman hızlı geçer, daha bir yıl öncesine kadar çileğin tadını bilmeyen çocuklar, tabak tabak çilek getirirler sınıfa.
Çilekler sınıfta dikkatlice sayılır. Başta kurallar çok kesin biçimde konmuş olsa da öğretmen çilekleri eksik olanları üzmez, onlara da tam puan verir.
Günün sonunda çocukları okul kapısında uğurlarken der ki:
- Çocuklar, söyleyin bakalım nasılmış çileğin tadı?
Öğrenciler:
- Valla öğretmenin ucunda not vardır diye yemedik. Hem hiç not yenir? Evde bile anamız babamız bir tanesini bile yememiştir, olduğu gibi size göndermiştir. Hepsi sıralarımızın altında saklıdır…
Bunun üzerine öğretmen kahkahayla güler:
- Hadi bakalım, hemen sınıflarınıza dönün ve notunuz, puanınız ne varsa hepsini yiyin.
der. Çocuklar, mutluluktan havalara uçarlar, ağızlarına burunlarına bulaştıra bulaştıra yerler çilekleri…
★★
Aradan yıllar geçer, Bursalı öğretmenin tayini çıkar, köyden gider.
Gider gitmesine ama geride muhteşem iki şeyi bırakır:
Çocukları ve çilekleri…
Bugün Diyarbakır’da hangi semt pazarına giderseniz gidin, ‘Diyarbakır kırsalında bir dağ köyünden’ gelen ve kendi yetiştirdiği çilekleri satan birine rastlarsınız.
Ve muhtemelen karşılaştığınız o köylülerden biri ya da birkaçı da bundan yirmi beş yıl kadar önce Bursalı öğretmeninin öğrencisi olmuştur.
★★
Kıraç topraklar, laboratuvarsız okullar, donanımsız sınıflar, okulu kapanmış köyler, bunların hepsi elbette çok fena; ama öncelikli soru(n) galiba şu:
(A) Tahta başında ya da şimdilerde biraz da ekran karşısında çocuklara kuru kuruya müfredat yolculuğu yaptırmak mı? Yoksa (B) yaşanan yere, çevreye, kültüre -kısaca hayata ve insanlara- hem soyut hem de somut bir şeyler katmak ve böylelikle yöredeki hayat akışını olumlu yönde az ya da çok değiştirebilmek mi?..
Bu ikisinden hangisi, okulun ve öğretmenin öncelikli işlevi olmalı? A mı, B mi?
İkisi de yerine göre önemlidir kuşkusuz; ama hangisi hakikaten bir öğretmeni sıradan olmaktan çıkarır, bir yörenin yerel kahramanına dönüştürür, unutulmaz yapar?
Düşünün…
Daha birkaç gün önce, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanırken mikrofonlara söylenenleri, konuyla ilgili yetkili büyüklerin iyimserlik içinde dediklerini, o gün paylaşılan caps’leri, atılan nutukları anımsayın ve düşünün...
Lütfen...
Çocuklarımızın gizli potansiyellerini ortaya çıkaracak, onları müreffeh bir ülkeye armağan edecek ve de tabii simetrik olarak onlara müreffeh bir ülke bırakacak şey, öncelikle ne?..
Düşünün lütfen !..
*: Pegem Akademi Yayınları’ndan Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler adlı kitabı edinmek için yayınevi sipariş linki:
https://pegem.net/urun/Okullar-Degil-Okullarin-Icindeki-Hikayeler/62201