Bu metin, Türkiye’de ‘birinci misyonu öğretmen yetiştirmek olan’ ve sayısı 90’ı geçen eğitim fakültelerinin bütün hocalarına açık mektuptur:
Sözün başında, 1988-1992 yılları arasında eğitim gördüğüm Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi hocaları başta olmak üzere, tüm eğitim fakültelerinde, işine idealistçe bağlanmış, insan ve bilim aşkını diğer bütün hesapların üzerine taşıyabilmiş hocalarımızın önünde saygıyla, hürmetle eğiliyorum.
Onların yaptıkları iş, önemi asla küçümsenemeyecek bir iş.
Elbette bütün fakültelerdeki -söz gelimi tıp fakültelerindeki- hocalarının insana erişen akademik etkinlikleri de ‘yüksek önem’ taşır; ama öğretmen yetiştiren bir hocanın, doktor veya mühendis yetiştiren bir hocadan biraz daha kritik bir iş yaptığını düşünmek için iki sağlam gerekçemiz var:
Birincisi: Göz göre göre kusurlu bir öğretmen yetiştirirseniz ölümcül bir fisyon başlatmış olursunuz. Hata, kısa sürede toplumsal çöküntü doğurur. Aynı şey, öğretmen adayında gözlemlenen -akademisyen kaynaklı olmayan- olumsuz bir niteliğin ortadan kaldırılması için o durumu tanılayan akademisyenin yeterince çabalamadığı zaman da söz konusu olacaktır. Düşünsenize, olumsuz niteliği olan -söz gelimi öfke kontrolü olmayan- bir öğretmen, eğer bu giderilmezse kısa sürede öfkesini kontrol edemeyen onlarca öğrenci üretecek, onların her birine ‘esin kaynağı’ (!) olacaktır…
‘Doktor da öyle değil mi?’ dediğinizi duyar gibiyim.
Doktor öyle değildir; hata yaparsa bir hastanın ölümüne neden olur ve muhtemelen film orada kopar.
Reaksiyon, fisyona dönüşmeden biter.
Şimdi bu son paragrafı bir de tersten okuyalım: Herhangi bir eğitim fakültesi, mükemmel bir öğretmen yetiştirirse önüne geçilemez bir iyilik reaksiyonu başlatmış olur.
Olumlu, yapıcı bir fisyon…
‘Öğretmen yetiştiren bir hocanın, doktor veya mühendis yetiştiren bir hocadan biraz daha kritik bir iş yaptığını’ düşünmemizi gerektirecek ikincisi neden şudur:
Bu biraz da romantik bir yaklaşımdır, kabul ederiz; fakat her halükârda eğitim fakültelerinin hocalarının birer derviş, birer abdal, birer ermiş olduklarını düşünmek yanlış olmaz. Daha doğrusu, öyle olmaları gerektiğine inanabiliriz. Ülkenin uygarlık ve refah bakımından düzlüğe çıkabilmesi için önce eğitim fakültelerinin hocalarının, sonra da onlardan esinlenmiş öğrencilerinin, yani okul öncesinde, ilkokulda, ortaokulda, lisede sorumluluk üstlenen öğretmenlerimizin birer derviş, birer abdal, birer ermiş, adanmış birer insan olmaları şarttır!
Hani, daha modern, daha kitabî sıfatlar düşünmek de olası; mesela ‘süpervizör’, mesela ‘aktivist’, mesela ‘proaktif’. Öğretmenlerimiz öyle birer profesyonel olmalı da diyebiliriz; fark etmez.
Önce eğitim fakültelerinin hocalarının, sonra da onlardan esinlenmiş öğrencilerin, yani öğretmenlerin, iyi birer süpervizör, örnek birer aktivist, proaktif birer toplumsal değişim katalizörü, birer inovasyon öncüsü olmaları lazım; böyle de diyebiliriz.
Ama bizim ‘bugünün dervişi’ dediğimiz kişi zaten bunların tümüdür.
***
‘Öğretmen yetiştiren’ saygıdeğer hocalar,
Yetiştirdiğiniz öğretmenlere lütfen yetiştikleri alana göre ‘gerçek birer okur yazar’ olmalarını öğütleyin. Onların gerçek birer tarih okur yazarı, gerçek birer fizik okur yazarı, gerçek birer edebiyat, felsefe, din, psikoloji, sosyoloji okur yazarı olmalarını teşvik edin. Bunun önemi üzerinde durun ve bunu başaramayan öğrencilerinizi başka işlere yönlendirin; ama öyleleri artık öğretmen olmasınlar ne olur!
Hoş, alana özgü spesifik ve gerçek okur yazarlık gerektirmeyen bir iş de kalmadı ki artık…
Geleceğin öğretmenlerine, alanları her ne ise, o alanda her şeyi bilmelerinin bundan böyle mümkün olamayacağını ve fakat öğrencileriyle birlikte heyecanlı bir keşif yürüyüşüne hazır olmaları gerektiğini öğretin lütfen.
Onlara, sosyal sorumluluklarını hatırlatın.
Çalışacakları okullarda, branşları ne olursa olsun, mesela ortak bir alanda buluşacakları sınıf rehber öğretmenliği misyonu bağlamında engellilere, yaşlılara, çocuklara, yoksullara yönelik sürdürülebilir sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirmelerini öğütleyin ve bu deneyimi onlara henüz fakülte sıralarında kazandırın.
Proje oluşturmayı, sürdürmeyi, sonuçlandırmayı gösterin.
(…)
(Devamı 11 Nisan-Salı günü)
Sözün başında, 1988-1992 yılları arasında eğitim gördüğüm Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi hocaları başta olmak üzere, tüm eğitim fakültelerinde, işine idealistçe bağlanmış, insan ve bilim aşkını diğer bütün hesapların üzerine taşıyabilmiş hocalarımızın önünde saygıyla, hürmetle eğiliyorum.
Onların yaptıkları iş, önemi asla küçümsenemeyecek bir iş.
Elbette bütün fakültelerdeki -söz gelimi tıp fakültelerindeki- hocalarının insana erişen akademik etkinlikleri de ‘yüksek önem’ taşır; ama öğretmen yetiştiren bir hocanın, doktor veya mühendis yetiştiren bir hocadan biraz daha kritik bir iş yaptığını düşünmek için iki sağlam gerekçemiz var:
Birincisi: Göz göre göre kusurlu bir öğretmen yetiştirirseniz ölümcül bir fisyon başlatmış olursunuz. Hata, kısa sürede toplumsal çöküntü doğurur. Aynı şey, öğretmen adayında gözlemlenen -akademisyen kaynaklı olmayan- olumsuz bir niteliğin ortadan kaldırılması için o durumu tanılayan akademisyenin yeterince çabalamadığı zaman da söz konusu olacaktır. Düşünsenize, olumsuz niteliği olan -söz gelimi öfke kontrolü olmayan- bir öğretmen, eğer bu giderilmezse kısa sürede öfkesini kontrol edemeyen onlarca öğrenci üretecek, onların her birine ‘esin kaynağı’ (!) olacaktır…
‘Doktor da öyle değil mi?’ dediğinizi duyar gibiyim.
Doktor öyle değildir; hata yaparsa bir hastanın ölümüne neden olur ve muhtemelen film orada kopar.
Reaksiyon, fisyona dönüşmeden biter.
Şimdi bu son paragrafı bir de tersten okuyalım: Herhangi bir eğitim fakültesi, mükemmel bir öğretmen yetiştirirse önüne geçilemez bir iyilik reaksiyonu başlatmış olur.
Olumlu, yapıcı bir fisyon…
‘Öğretmen yetiştiren bir hocanın, doktor veya mühendis yetiştiren bir hocadan biraz daha kritik bir iş yaptığını’ düşünmemizi gerektirecek ikincisi neden şudur:
Bu biraz da romantik bir yaklaşımdır, kabul ederiz; fakat her halükârda eğitim fakültelerinin hocalarının birer derviş, birer abdal, birer ermiş olduklarını düşünmek yanlış olmaz. Daha doğrusu, öyle olmaları gerektiğine inanabiliriz. Ülkenin uygarlık ve refah bakımından düzlüğe çıkabilmesi için önce eğitim fakültelerinin hocalarının, sonra da onlardan esinlenmiş öğrencilerinin, yani okul öncesinde, ilkokulda, ortaokulda, lisede sorumluluk üstlenen öğretmenlerimizin birer derviş, birer abdal, birer ermiş, adanmış birer insan olmaları şarttır!
Hani, daha modern, daha kitabî sıfatlar düşünmek de olası; mesela ‘süpervizör’, mesela ‘aktivist’, mesela ‘proaktif’. Öğretmenlerimiz öyle birer profesyonel olmalı da diyebiliriz; fark etmez.
Önce eğitim fakültelerinin hocalarının, sonra da onlardan esinlenmiş öğrencilerin, yani öğretmenlerin, iyi birer süpervizör, örnek birer aktivist, proaktif birer toplumsal değişim katalizörü, birer inovasyon öncüsü olmaları lazım; böyle de diyebiliriz.
Ama bizim ‘bugünün dervişi’ dediğimiz kişi zaten bunların tümüdür.
***
‘Öğretmen yetiştiren’ saygıdeğer hocalar,
Yetiştirdiğiniz öğretmenlere lütfen yetiştikleri alana göre ‘gerçek birer okur yazar’ olmalarını öğütleyin. Onların gerçek birer tarih okur yazarı, gerçek birer fizik okur yazarı, gerçek birer edebiyat, felsefe, din, psikoloji, sosyoloji okur yazarı olmalarını teşvik edin. Bunun önemi üzerinde durun ve bunu başaramayan öğrencilerinizi başka işlere yönlendirin; ama öyleleri artık öğretmen olmasınlar ne olur!
Hoş, alana özgü spesifik ve gerçek okur yazarlık gerektirmeyen bir iş de kalmadı ki artık…
Geleceğin öğretmenlerine, alanları her ne ise, o alanda her şeyi bilmelerinin bundan böyle mümkün olamayacağını ve fakat öğrencileriyle birlikte heyecanlı bir keşif yürüyüşüne hazır olmaları gerektiğini öğretin lütfen.
Onlara, sosyal sorumluluklarını hatırlatın.
Çalışacakları okullarda, branşları ne olursa olsun, mesela ortak bir alanda buluşacakları sınıf rehber öğretmenliği misyonu bağlamında engellilere, yaşlılara, çocuklara, yoksullara yönelik sürdürülebilir sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirmelerini öğütleyin ve bu deneyimi onlara henüz fakülte sıralarında kazandırın.
Proje oluşturmayı, sürdürmeyi, sonuçlandırmayı gösterin.
(…)
(Devamı 11 Nisan-Salı günü)