Erzurumlu İkram Özmen, babası Mükremin Özmen’den devraldığı baba mesleği antikacılığı severek sürdürüyor. Bayrağı babasından devralan Özmen, çıraklıktan başladığı bu işe ruhunu katarak yıllardır antika ve koleksiyon ürünleri toplayıp meraklılarına ulaştırıyor. Tarih kokan bu dükkânda bazen bir kâğıt parçası, bazen de kıymetli bir tespih, değerine ve nadirliğine göre binlerce liraya alıcı bulabiliyor.
“Antika uğruna evini barkını satanlar var”
Dükkanında çok sayıda antika ve nostaljik ürün bulunduğunu kaydeden İkram Özmen, bu işin ayrı bir ruhu olduğunu dile getirerek, ‘Tutkusu, aşkı olmayan biri bu işi yapamaz Antika adeta bir hastalık, bambaşka bir şey. Bu uğurda evini, arabasını satanlar, bir eseri kafaya takıp günlerce gözüne uyku girmeyenler var” diyerek antika aşkını anlatıyor.
En eski eşya Osmanlı’dan
Yarım asırdır bu işi sürdüren Özmen, dükkanındaki en eski eşyaların Osmanlı döneminden kalma bakır kazanlar, şamdanlar olduğunu ifade ederek, Burada yüzlerce kıymetli ve paha biçilemez antika var. Bunların arasında en değerli ve eski olanlar ise Osmanlı dönemine ait olan şeyler. Bu eserlerin çok büyük hayranları var. Bizlerde antikanın değerini gerçekten bilenlere satmaya çalışıyoruz aksi halde ziyan olacağını biliyoruz” diye konuştu.
Üç tespihe bir araba
Antikacılığın bir tutku işi olduğunu kaydeden İkram Özmen, bunun için şehir şehir gezen ve hiçbir masraftan kaçınmayan sevdalılar tanıdığını dile getirerek üç tespihe bir araba takası yapan Hilmi Hoca’nın hikâyesini anlatıyor.
Ağızları açık bırakan teklif
İstanbul’da tarihi Çınaraltı kahvehanesinde otururken tespih koleksiyonu olan Hilmi Hoca ile yaptıkları değiş tokuşun detaylarını aktaran Özmen, “Hilmi Bey, İstanbul’da bir üniversitenin İlahiyat Fakültesinde sevilen, sayılan bir hocaydı. Kendisinin çok kıymetli tespih koleksiyonu vardı. Hoca, antika değeri yüksek olan özellikle Osmanlı’da çok değerli olan sıkma kehribar tespihlere bayılırdı.
Bizim de o dönem elimizde çok kıymetli üç kehribar tespih vardı. Bizdeki bu kıymetli hazineyi öğrenen Hilmi Hoca, hiç vakit kaybetmeden iletişime geçti ve herkesin ağzını açık bırakan o teklifi yaptı. Nakit parası olmadığı için arabasıyla takas seçeneğini sunan Hilmi Beyin sözleri hepimizin ağzını açık bırakmıştı. O dönem için lüks sayılan marka bir arabayı bizdeki üç sıkma kehribar tespihe takas etmişti” diye konuştu.
Sanat Güneşi’nin horozları
O dönemin meşhur antika parçalarını babası Mükremin Özmen’in Türkiye’nin her noktasını gezerek satın aldığını kaydeden oğlu İkram Özmen, “Babam antika eşyanın değerini bilir, kokusunu da kırk metre öteden alırdı. Hal böyle olunca Türkiye’nin de her noktasına gider gelirdi. Zeki Müren’in horozları ve eski Başbakan Bülent Ecevit’e ait ‘Erica’ marka daktiloda o gezintilerin ürünüdür. Babam İzmir’de yapılacak olan bir ihalenin haberini alır almaz oraya gidiyor ve o iki kıymetli eşyayı alıyor. Zeki Müren’in porselen üç horozunu ve onunla birlikte eski Başbakan Bülent Ecevit’in daktilosunu alıyor. Bu meşhur isimlerin eşyalarının bizde olduğu öğrenilince zamanında dükkâna çok gelen giden oldu. Hatta Zeki Müren’e ait horoz porselenlerin bir tanesini sattık elimizde ikisi kaldı. Ardından ise hem horozları hem de daktiloyu bir antika meraklısına satmıştık” diye konuştu.
Ecevit’in ‘Erica’sı’
Eski Başbakan Bülent Ecevit’in ‘Erica’ marka daktilosunun da hikâyesini aktaran Özmen, Ecevit’in öğrencilik zamanlarına ait olan bu kıymetli antikayı gördüğü günü hala unutamadığını dile getirerek, “Daktilonun biblolarla birlikte geldiği günü çok net hatırlıyorum. O günün şartlarında gösterişli ve sahibinin Ecevit olması sebebiyle de çok kıymetliydi. Yıllarca elimizden çıkarmadık ve dükkânın başköşesinde durdu. Günün birinde o da satıldı. Yıllar boyu ne zaman ‘Erica’ model bir daktilo görsem o dönemler aklıma gelirdi. Şans eseri günün birinde elime aynı marka bir daktilo geçti ve çok mutlu oldum. Şimdilerde onu gözümün önünden bir an olsun ayırmıyorum” dedi.
Ermeni yapımı ‘Günah çıkarma kabini’
Dükkanındaki yüzlerce antikanın çok derin hatırası olduğunu dile getiren Özmen, ederlerinden çok yüreğe dokunan hikayelerini sevdiğini kaydetti. Antika eserlerin her birinde mutlaka bir hikâyenin olduğunu dile getiren Özmen sözlerine şöyle devam etti: “Buraya gelen her eşyada bir yaşanmışlık, bir hüzün var. Bazı antikalar onlarca kez el değiştirerek sonunda bizim dükkanımıza giriyor. Bizden sonra da yine başka bir hayatın içine dahil oluyor. Örneğin Ermeni yapımı olduğunu düşündüğümüz ve muhtemelen yurt dışından gelen bir ‘Günah çıkarma kabini’ var elimizde. Üzerindeki işlemelere, detaylara baktığınızda hayran kalmamanız imkânsız. Ne oldu, başına neler geldi, kaç kez el değiştirdi? bilinmez fakat bir yaşanmışlık söz konusu”
Vefasız ellerde harcanan hatıralar
Yakın bir zamanda Eline geçen bir pul koleksiyonunun üzücü hikayesini de anlatan Özmen, antikacı olarak işlerinin manevi bir tarafı olduğuna dikkat çekiyor. Bir antika meraklısından ya da koleksiyonerden kolay kolay bir şey alınamayacağını kaydeden Özmen, “Genellikle kıymetli parçaları satanlar çoğunlukla o kişilerin en yakınları oluyor. Mesela elime bir pul koleksiyonu geçti ve içerisinde nadir parçalarda vardı. Koleksiyonun sahibi ölmüş ve çocuğunun da ilk işi getirip babasının hatırasını satmak olmuş. Israrla bunun çok kıymetli olduğunu, maneviyatının çok yüksek olduğunu anlatsam da nafileydi. Benim serzenişlerime kulak dahi asmadan satıp gitti. Bu durum benim hala canımı sıkan olaylardan” diye konuştu.
Şeyma TAHİR