Bu hafta Erzurum’un Çocuk Yazarları serimizde Remzi Saka Bilim ve Sanat Merkezinde okuyan öğrencilerimiz tarafından kaleme alınan hikâyeleri sizlerle paylaşmaya başlıyoruz. Öğretmenleri Gökçe Kültür öncülüğünde başlatılan çalışmalara bizlerde destek vererek ürünlerin kitaplaşmasını sağladık. Erzurum’un Çocuk yazarları her geçen gün artıyor. Keyifli okumalar dilerim.
ORMANIN SAVUNUCULAR
M.S. (Milattan sonra) 105’li yıllarda yeni çıkan ve ağaçtan yapılan kâğıtlar, popülerleşmeye ve pahalılaşmaya başlamıştı. O zaman bizim paramızla destesi yaklaşık 75 TL olan kâğıtlar, devletten izin almadan kaçak olarak yapılmaya başlanmıştı. Fakat kaçak yapanların cezası ağır oluyordu. Yine bir gün, beş dakikalığına baltasını bile paylaşmayacak kadar cimri bir adam, kâğıt üretimi için kaçak olarak bir ormana girdi. Eğer niye izin almadı diye sorarsanız, o zamanlar izin almak için en az 8 altın vermek gerekiyordu ki, bir altın şimdiki 22 liramıza denk geliyordu. Tabii hâl böyle olunca, bizim adam hiç parayı verir mi? Tabii ki vermez. O yüzden aldı baltasını, giydi paltosunu ve hemen ormana gitti. Fakat orman görevlisinin varlığından habersizdi. Ağacın altında bir gölge gördü. Üstelik bu gölgeden garip sesler de geliyordu! Ne olduğunu anlamak için yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı… Sonra, aniden hareket etmeye başlayan bu canlının bir insan olduğunu fark etti! Bir dakika… Aniden hareket etmeye başlayan canlı mı? Bu demektir ki bu kişi uyanıyor! Ama bu kişi kimdi ki? Cimri adam tam bunları düşünürken o kişinin rozetini gördü. Rozetinde “Orman Görevlisi” yazıyordu. Cimri adam, bir iki yutkunduktan sonra aklına bir oyun geldi. Orman görevlisi burada ne işi olduğunu sorunca bizim cimri adam “Ben yeni atanan görevliyim. Kralımız senin yerine beni koydu.” dedi. Şunu itiraf etmeliyim, orman görevlisi tam oyuna kanacak biri. Yani biraz saf biri. Neyse, orman görevlisi bir şekilde kanıyor bu zalim oyuna. Üzgün bir şekilde ormandan ayrılıyor. Tabii üzgün olacak, artık ekmek kapısı yok. Bizim cimri adamsa, fırsat bu fırsat deyip yok denecek kadar az parayla çalıştırdığı adamlarını çağırıyor. Adamlarıyla 7 ağaç kesiyor. Ve buna tüm gününü harcıyor. Niye mi? Çünkü hikâyenin başında da söylemiştim, 105’li yıllardayız. Yani teknoloji çok az var. Durum böyle olunca, 2 adam kesiyor, 2 adam götürüyor. 1 ağaçta 1 saat kaybediyorlar. Zaten kâğıdın pahalı olmasının sebeplerinden biri de bu ya! Biz konumuza dönelim, 1. gün böyle, 2. gün 9 ağaç, 3. gün 10 ağaç 6 derken, ağaçlar yavaş yavaş azalıyor. Bu niye önemli söyleyeyim mi? Çünkü tek bir olgun ağaç yılda 114 kg oksijen üretir. Yani 2 olgun ağaç yılda 4 kişilik bir ailenin oksijen ihtiyacını karşılar. Lakin sadece bununla da kalmaz! Yüzlerce canlının yuvasını, evini, yaşam alanını oluşturur. O zaman, günde 10 ağaç kesmek yüzlerce cinayet demek değil mi? Biz konumuza dönelim. Bizim cimri adam böyle canı isteyince ağaç keserse işimiz iş. Hem sadece o mu? Cimri adamı gören komşuları da ormana girip ağaç kesmeye başladı. “Durun!” , “Yapmayın!” diyecek bir doğasever de yok. İnanır mısınız, bilmem ama günde 69 ağaç kesti bu caniler. Binlerce canlıyı, hadi canlı değilse de yuvasını yok ettiler. Doğayı yakıp yıktılar. Hayvanlara zarar verilmeye de başlanınca artık doğanın insanları olan hayvanlar toplandı. Bence de toplanmaları gerekiyordu. Durum o kadar fenaydı. Planlarını söylemeyeyim, oku ve gör sevgili okurum. İşte günler öyle geçerken, doğa yavaş yavaş yok olurken öğle vakitleri, ormanın en kalabalık olduğu saatlerde ırakta bir gölge göründü. Hayır hayır, bir karartı. Ve bu karartı gitgide insanlara yaklaşıyordu. Yakınlaştıkça sipsivri dişleri ortaya çıkıyor, büyük kahverengi gözleri güneşte parıldıyor, gri ayakları beyaz kollarına uyumlu bir ritimde hareket ediyordu. Sonra insanlar arkalarına bile bakmadan kaçtılar. Hatta baltalarını bile almayı unuttular. Evet, cimri adam bile baltasını orada unutmuştu. Tüm insanlar gittikten sonra bu canlı parçalara bölünmeye başladı. Aslında onu oluşturan ormanın savunucuları olan hayvanlardı. Hayvanlar birer birer dağıldı. İşte hayvanların planı buydu. Aslında o sipsivri dişler, timsaha aitti. O kahverengi gözler ayıya, o gri ayaklar kurda ve o beyaz kollar tavşana aitti. Ama benim en şaşırdığım kısım, bir orman görevlisinin bile koruyamadığı doğayı hayvanların koruması. Üstelik orman görevlisine ne oldu diyorsanız merak etmeyin. O kendine değirmende yeni bir iş buldu bile. Yani lafın kısası, 7 “DOĞAYI KORUYALIM. İNSANLARI DOĞAYA ZARAR VERİP KİRLETMEMELERİ İÇİN BİLİNÇLENDİRELİM VE ŞUNU UNUTMAYALIM, BU DÜNYA BİZİM GELECEĞİMİZ!” Kaleme alan MELİKE BAĞ
ORMANIN SAVUNUCULAR
M.S. (Milattan sonra) 105’li yıllarda yeni çıkan ve ağaçtan yapılan kâğıtlar, popülerleşmeye ve pahalılaşmaya başlamıştı. O zaman bizim paramızla destesi yaklaşık 75 TL olan kâğıtlar, devletten izin almadan kaçak olarak yapılmaya başlanmıştı. Fakat kaçak yapanların cezası ağır oluyordu. Yine bir gün, beş dakikalığına baltasını bile paylaşmayacak kadar cimri bir adam, kâğıt üretimi için kaçak olarak bir ormana girdi. Eğer niye izin almadı diye sorarsanız, o zamanlar izin almak için en az 8 altın vermek gerekiyordu ki, bir altın şimdiki 22 liramıza denk geliyordu. Tabii hâl böyle olunca, bizim adam hiç parayı verir mi? Tabii ki vermez. O yüzden aldı baltasını, giydi paltosunu ve hemen ormana gitti. Fakat orman görevlisinin varlığından habersizdi. Ağacın altında bir gölge gördü. Üstelik bu gölgeden garip sesler de geliyordu! Ne olduğunu anlamak için yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı… Sonra, aniden hareket etmeye başlayan bu canlının bir insan olduğunu fark etti! Bir dakika… Aniden hareket etmeye başlayan canlı mı? Bu demektir ki bu kişi uyanıyor! Ama bu kişi kimdi ki? Cimri adam tam bunları düşünürken o kişinin rozetini gördü. Rozetinde “Orman Görevlisi” yazıyordu. Cimri adam, bir iki yutkunduktan sonra aklına bir oyun geldi. Orman görevlisi burada ne işi olduğunu sorunca bizim cimri adam “Ben yeni atanan görevliyim. Kralımız senin yerine beni koydu.” dedi. Şunu itiraf etmeliyim, orman görevlisi tam oyuna kanacak biri. Yani biraz saf biri. Neyse, orman görevlisi bir şekilde kanıyor bu zalim oyuna. Üzgün bir şekilde ormandan ayrılıyor. Tabii üzgün olacak, artık ekmek kapısı yok. Bizim cimri adamsa, fırsat bu fırsat deyip yok denecek kadar az parayla çalıştırdığı adamlarını çağırıyor. Adamlarıyla 7 ağaç kesiyor. Ve buna tüm gününü harcıyor. Niye mi? Çünkü hikâyenin başında da söylemiştim, 105’li yıllardayız. Yani teknoloji çok az var. Durum böyle olunca, 2 adam kesiyor, 2 adam götürüyor. 1 ağaçta 1 saat kaybediyorlar. Zaten kâğıdın pahalı olmasının sebeplerinden biri de bu ya! Biz konumuza dönelim, 1. gün böyle, 2. gün 9 ağaç, 3. gün 10 ağaç 6 derken, ağaçlar yavaş yavaş azalıyor. Bu niye önemli söyleyeyim mi? Çünkü tek bir olgun ağaç yılda 114 kg oksijen üretir. Yani 2 olgun ağaç yılda 4 kişilik bir ailenin oksijen ihtiyacını karşılar. Lakin sadece bununla da kalmaz! Yüzlerce canlının yuvasını, evini, yaşam alanını oluşturur. O zaman, günde 10 ağaç kesmek yüzlerce cinayet demek değil mi? Biz konumuza dönelim. Bizim cimri adam böyle canı isteyince ağaç keserse işimiz iş. Hem sadece o mu? Cimri adamı gören komşuları da ormana girip ağaç kesmeye başladı. “Durun!” , “Yapmayın!” diyecek bir doğasever de yok. İnanır mısınız, bilmem ama günde 69 ağaç kesti bu caniler. Binlerce canlıyı, hadi canlı değilse de yuvasını yok ettiler. Doğayı yakıp yıktılar. Hayvanlara zarar verilmeye de başlanınca artık doğanın insanları olan hayvanlar toplandı. Bence de toplanmaları gerekiyordu. Durum o kadar fenaydı. Planlarını söylemeyeyim, oku ve gör sevgili okurum. İşte günler öyle geçerken, doğa yavaş yavaş yok olurken öğle vakitleri, ormanın en kalabalık olduğu saatlerde ırakta bir gölge göründü. Hayır hayır, bir karartı. Ve bu karartı gitgide insanlara yaklaşıyordu. Yakınlaştıkça sipsivri dişleri ortaya çıkıyor, büyük kahverengi gözleri güneşte parıldıyor, gri ayakları beyaz kollarına uyumlu bir ritimde hareket ediyordu. Sonra insanlar arkalarına bile bakmadan kaçtılar. Hatta baltalarını bile almayı unuttular. Evet, cimri adam bile baltasını orada unutmuştu. Tüm insanlar gittikten sonra bu canlı parçalara bölünmeye başladı. Aslında onu oluşturan ormanın savunucuları olan hayvanlardı. Hayvanlar birer birer dağıldı. İşte hayvanların planı buydu. Aslında o sipsivri dişler, timsaha aitti. O kahverengi gözler ayıya, o gri ayaklar kurda ve o beyaz kollar tavşana aitti. Ama benim en şaşırdığım kısım, bir orman görevlisinin bile koruyamadığı doğayı hayvanların koruması. Üstelik orman görevlisine ne oldu diyorsanız merak etmeyin. O kendine değirmende yeni bir iş buldu bile. Yani lafın kısası, 7 “DOĞAYI KORUYALIM. İNSANLARI DOĞAYA ZARAR VERİP KİRLETMEMELERİ İÇİN BİLİNÇLENDİRELİM VE ŞUNU UNUTMAYALIM, BU DÜNYA BİZİM GELECEĞİMİZ!” Kaleme alan MELİKE BAĞ