
12 Mart 2020 itibariyile Türkiye’de kademeli olarak kısıtlamalar başladı. Kamu ve özel sektörü kısmen kapsayan kısıtlamalar 1.5 yıl devam etti. Salgın dünyayı kasıp kavururken, Türkiye’nin de ciddi ekonomik ve üretim kaybına uğradığı aşikardır. Kısıtlama boyunca 2 yıl süre içerisinde Cumhurbaşkanı kararıyla işçi çıkartılması yasaklandı. Devlet, bu süre içerisinde özel sektörün maaş ve SGK yükünü önemli ölçüde üstüne aldı. Hazine, aynı dönemde küçük esnaf içinde belli ölçülerde maddi desteğini sürdürdü.
2020 ve 2021 yılları arasında Türkiye’de yalnızca 19 şehir hastanesi yapımı gerçekleştirildi. Neredeyse hafta, onbeş gün ve ayda bir büyük bir alt yapı açılışı gerçekleştirildi. Yollar, köprüler, barajlar, büyük tuneller ile Türkiye’nin bir baştan başa örüldüğünü biliyoruz.
Salgının yükü Batılı ülkelerde olduğu gibi Türkiye’yi de büyük oranda hırpalamaktadır. Üretim ve tedarik zincirleri en gelişmiş ülkelerde büyük yıkımlara yol açıyor. Türkiye, salgını en iyi yöneten ülkeler arasında olduğu gibi üretimde yakaladığı ivme kayda değerdir. 2021 sonunda 10.5 büyümenin yakalanması bekleniyor.
Döviz ve faiz paradoksu..
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı bir açıklamada dikkatleri ‘Dünya’da yeni ekonomik döngünün’ başladığını ve Türkiye’nin 20. Yy. başında kaçırdığı fırsatı bu defa kaçırma lüksünün olmadığını söyledi. Faizlerin düşük tutulması, üretim için işletmelerin krediye kolay ulaşmasının kıymetli olduğunun altını çizdi.
Sesi fazla çıkan büyük bir ekonomi kesimi, faiz indiriminin dövizin ateşini artıracağını ve derhal faiz artışına gidilerek döviz kurunun düşürülmesini öneriyor. Erdoğan ve ekonomi yönetimi, üretim ve ihracat artışıyla cari açığın kapatılarak fazla verilmesiyle enflasyon ve dövizde dengelenmenin geleceğini savunuyor.
Sonuçların en erken 2022’nin Nisan ayı itibariyle alınmaya başlanacağını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanlış yaptığını söyleyenler de var.
Uygulanan politikanın doğru ve yanlış olduğunu savunan ekonomik çevreler var. Yanlış gidildiğini söyleyenlerin sesleri daha fazla çıkıyor.
Dövizde yaşanan tırmanışa rağmen Türkiye’nin cari fazla vermeye başlaması, ihracatın rekor üstüne rekor kırması ve büyümede yakalanan ivme Erdoğan’ın tezinin çokda yabana atılamayacağını gösteriyor.
Fiyat artışları ve dövizden kaynaklanan oynaklık nedeyile gıdadan metallere, hammade ve ara mallarına ulaşımda sorun yaşanmasını, bu sorunun yeniden fiyat artışına sebep gösterilmesi ilginç bir paradoksu getiriyor.
Oysa Türkiye Cumhuriyeti devleti ayaktadır. Memur, işçi, emekli maaşını almaktadır. Sosyal yardımlar değişime uğramadan sürmektedir.
Her kesime düşen, durumu fırsata çevirmek yerine daha sakin ve bu ülkenin hepimize ait olduğunu hatırlayarak davranış sergilemesidir.
Gelecekte artış olabilir diye stok, maliyetin çok katı fiyat artışı zulümdür.
Unutmayın zulm ile abad olunmaz.
Sonuçta kefenin cebide yok!
2020 ve 2021 yılları arasında Türkiye’de yalnızca 19 şehir hastanesi yapımı gerçekleştirildi. Neredeyse hafta, onbeş gün ve ayda bir büyük bir alt yapı açılışı gerçekleştirildi. Yollar, köprüler, barajlar, büyük tuneller ile Türkiye’nin bir baştan başa örüldüğünü biliyoruz.
Salgının yükü Batılı ülkelerde olduğu gibi Türkiye’yi de büyük oranda hırpalamaktadır. Üretim ve tedarik zincirleri en gelişmiş ülkelerde büyük yıkımlara yol açıyor. Türkiye, salgını en iyi yöneten ülkeler arasında olduğu gibi üretimde yakaladığı ivme kayda değerdir. 2021 sonunda 10.5 büyümenin yakalanması bekleniyor.
Döviz ve faiz paradoksu..
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı bir açıklamada dikkatleri ‘Dünya’da yeni ekonomik döngünün’ başladığını ve Türkiye’nin 20. Yy. başında kaçırdığı fırsatı bu defa kaçırma lüksünün olmadığını söyledi. Faizlerin düşük tutulması, üretim için işletmelerin krediye kolay ulaşmasının kıymetli olduğunun altını çizdi.
Sesi fazla çıkan büyük bir ekonomi kesimi, faiz indiriminin dövizin ateşini artıracağını ve derhal faiz artışına gidilerek döviz kurunun düşürülmesini öneriyor. Erdoğan ve ekonomi yönetimi, üretim ve ihracat artışıyla cari açığın kapatılarak fazla verilmesiyle enflasyon ve dövizde dengelenmenin geleceğini savunuyor.
Sonuçların en erken 2022’nin Nisan ayı itibariyle alınmaya başlanacağını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanlış yaptığını söyleyenler de var.
Uygulanan politikanın doğru ve yanlış olduğunu savunan ekonomik çevreler var. Yanlış gidildiğini söyleyenlerin sesleri daha fazla çıkıyor.
Dövizde yaşanan tırmanışa rağmen Türkiye’nin cari fazla vermeye başlaması, ihracatın rekor üstüne rekor kırması ve büyümede yakalanan ivme Erdoğan’ın tezinin çokda yabana atılamayacağını gösteriyor.
Fiyat artışları ve dövizden kaynaklanan oynaklık nedeyile gıdadan metallere, hammade ve ara mallarına ulaşımda sorun yaşanmasını, bu sorunun yeniden fiyat artışına sebep gösterilmesi ilginç bir paradoksu getiriyor.
Oysa Türkiye Cumhuriyeti devleti ayaktadır. Memur, işçi, emekli maaşını almaktadır. Sosyal yardımlar değişime uğramadan sürmektedir.
Her kesime düşen, durumu fırsata çevirmek yerine daha sakin ve bu ülkenin hepimize ait olduğunu hatırlayarak davranış sergilemesidir.
Gelecekte artış olabilir diye stok, maliyetin çok katı fiyat artışı zulümdür.
Unutmayın zulm ile abad olunmaz.
Sonuçta kefenin cebide yok!