Efendimiz (sav) “Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala tamah etmeden gönül zenginliği ile sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kimde hırs ve tamah dolu bir kalple bu malı isterse, tıpkı yiyip de doymayan kimse gibi, onun için malın bereketi kaçar. Veren el alan elden üstündür”. ( Buhari, Zekât 50). Hz peygamberin ashabını uyardığı dünyevileşme, dini inanç, değer ve davranışların insanın hayatından uzaklaştırılması anlamına gelip Yüce Yaratıcıyı, ölümü, hesabı unutup tamamen dünyaya bağlanma halidir. Dünyevileşme Allah’ı ve ahireti tamamen unutma veya inkar olabileceği gibi inancını kişi üzerinde etkisini kaybetme şeklinde de olabilir. Bu tutum kişiyi hiç ölmeyecekmişçesine dünyaya sarılan, ölüm ve ötesini sürekli öteleyen, ahirete yönelik yatırımlarını ihmal eden bir tabiat haline büründürür.
İslam dini kişinin hayattaki her faaliyetini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen aktif bir dindir. Allah’ın koymuş olduğu emir ve yasaklar insanın dünya ve ahiretine yönelik ebedi saadeti vadeden kurallardır. O’nun emir ve yasakları göz ardı edildiğinde dünyevileşme kendini gösteriyor. Kur’an’da bunu bir çok örneğine rastlayabiliriz. “Karun, Musa'nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: "Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez" demişlerdi. Karun: "Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir" demişti. Allah'ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz.” (Kasas, 28/76-78)
“Firavun, milletine şöyle seslendi: "Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yahut ben zavallı ve nerdeyse konuşamayan bu kimseden daha üstün değil miyim? Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardım edecek melekler gelmeli değil mi? Firavun, milletini küçümsedi ama onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti.” (Zuhruf, 43/51-54). Ayetlerden sizlere aktardığımız üzere Karun ve Firavunun bu halde olmasının sebebini Allah’ı, ahireti ve hesabı unutup dünyevileşmeleridir.
Ümmet-i Muhammed’in en büyük fitnesi dünya malıdır. Asıl itibariyle dünya malı insan için musibet değildir. Musibet olan dünya malına tamah etmek, onu elde etmek için haramlara bulaşmaktır. Yoksa hiç kuşkusuz insanoğlunun doğasında dünya ve nimetlerine karşı bir ilgi bulunur. Efendimiz (sav) Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26) Asıl dikkat edilmesi gerek husus dünya ve ahret dengesi içinde yaşamak. Müslüman, iki dünyasını da hesaba katarak yaşamalı, dünya nimetlerinden faydalanmak, zengin olmak” dünyevileşmek değildir. Yeter ki insan malın, makamının, şöhretinin mahkumu (esiri) olmasın.
Kur’an’ı Kerimde dünya hayatının geçici ve atlatıcı olduğu defalarca vurgulanmış, dünya hayatı için aşırı hırs gösterilmesi anlamsız bulunmuştur. Allah Resulü bir gün Tekasür süresini okurken mübarek dudaklarından şu nebevi ikazlar dökülüvermiştir. Ademoğlu malım malım deyip duruyor. Ey Ademoğlu yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sevap kazanmak için sadaka olarak önden gönderdiğinden başka malın mı var ki geri kalan tüm malların mirasçılarındır.”(Muslim, “Zühd”,4)
Malın hayır getirmesi hak ederek elde edilmesine ve Allah yolunda harcanmasına bağlıdır. Yüce Yaratıcını “Ne ticaretin, ne de alışverişin kendilerini Allah’ı zikretmekten (Onun emirlerini yerine getirmekten), namazını eda etmekten ve zekâtını vermekten asla alıkoymadığı (ve Rabbini hiçbir zaman unutmayan) öyle adamlar vardır ki; onlar, kalplerin ve gözlerin çevrileceği (dehşetten allak bullak olacağı)günden korkup (çekinerek hayatlarını sürdürürler”. (Nur,37) şeklinde tasvir edilen bir Müminin malı elbette hem dünyasına hem ahiretine hayır getirir çünkü kazandığı malı ahirete götüremeyeceğini bilerek ahiretteki sermayesi mal değil sâlih amel olduğu bilincindedir.
Sonuç olarak Hz Mevlana’nın şu tespiti bizlere neyi nereye koyacağımız konusunda müthiş bir ölçüdür. “Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye, onun hedefe gitmesine yardımcıdır.” Menziline ulaşabilmesi için nasıl ki geminin yolu denizden geçer; uhrevî hedeflerine ulaşabilmesi için de insanın yolu dünyadan geçer.
İslam’da kâr haddi ne kadardır?
İslam dini, alım satım akitlerinde kesin bir kâr haddi koymamış, bunu piyasa şartlarına bırakmıştır. Temel ilke budur. Konuyla ilgili olarak Allah Rasûlü (s.a.s.), fiyatlar artmaya başladığında kendisinden bu duruma müdahale etmesi istendiğinde şöyle buyurmuştur: “Şüphe yok ki, fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden herhangi birinin malına ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle o kimsenin hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem.” (Ebû Dâvud, Bûyû’ 49; Tirmizî, Bûyû’ 73)
Bununla birlikte piyasada suiistimaller olduğu, karaborsacılar devreye girerek halkı mağdur ettikleri, özellikle halkın zaruri ihtiyaçları sayılabilecek mallarda aşırı fiyat artışları yaşandığı durumlarda, kamu otoritesinin fiyatlara müdahale etme yetkisi (narh koyması) vardır (Merğînânî, el-Hidâye, IV, 93). Aşırı fiyatın tespitinde ise bilirkişilerin günün piyasa şartları içerisindeki belirlemeleri esas alınır.
İslam dini kişinin hayattaki her faaliyetini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen aktif bir dindir. Allah’ın koymuş olduğu emir ve yasaklar insanın dünya ve ahiretine yönelik ebedi saadeti vadeden kurallardır. O’nun emir ve yasakları göz ardı edildiğinde dünyevileşme kendini gösteriyor. Kur’an’da bunu bir çok örneğine rastlayabiliriz. “Karun, Musa'nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: "Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez" demişlerdi. Karun: "Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir" demişti. Allah'ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz.” (Kasas, 28/76-78)
“Firavun, milletine şöyle seslendi: "Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yahut ben zavallı ve nerdeyse konuşamayan bu kimseden daha üstün değil miyim? Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardım edecek melekler gelmeli değil mi? Firavun, milletini küçümsedi ama onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti.” (Zuhruf, 43/51-54). Ayetlerden sizlere aktardığımız üzere Karun ve Firavunun bu halde olmasının sebebini Allah’ı, ahireti ve hesabı unutup dünyevileşmeleridir.
Ümmet-i Muhammed’in en büyük fitnesi dünya malıdır. Asıl itibariyle dünya malı insan için musibet değildir. Musibet olan dünya malına tamah etmek, onu elde etmek için haramlara bulaşmaktır. Yoksa hiç kuşkusuz insanoğlunun doğasında dünya ve nimetlerine karşı bir ilgi bulunur. Efendimiz (sav) Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26) Asıl dikkat edilmesi gerek husus dünya ve ahret dengesi içinde yaşamak. Müslüman, iki dünyasını da hesaba katarak yaşamalı, dünya nimetlerinden faydalanmak, zengin olmak” dünyevileşmek değildir. Yeter ki insan malın, makamının, şöhretinin mahkumu (esiri) olmasın.
Kur’an’ı Kerimde dünya hayatının geçici ve atlatıcı olduğu defalarca vurgulanmış, dünya hayatı için aşırı hırs gösterilmesi anlamsız bulunmuştur. Allah Resulü bir gün Tekasür süresini okurken mübarek dudaklarından şu nebevi ikazlar dökülüvermiştir. Ademoğlu malım malım deyip duruyor. Ey Ademoğlu yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sevap kazanmak için sadaka olarak önden gönderdiğinden başka malın mı var ki geri kalan tüm malların mirasçılarındır.”(Muslim, “Zühd”,4)
Malın hayır getirmesi hak ederek elde edilmesine ve Allah yolunda harcanmasına bağlıdır. Yüce Yaratıcını “Ne ticaretin, ne de alışverişin kendilerini Allah’ı zikretmekten (Onun emirlerini yerine getirmekten), namazını eda etmekten ve zekâtını vermekten asla alıkoymadığı (ve Rabbini hiçbir zaman unutmayan) öyle adamlar vardır ki; onlar, kalplerin ve gözlerin çevrileceği (dehşetten allak bullak olacağı)günden korkup (çekinerek hayatlarını sürdürürler”. (Nur,37) şeklinde tasvir edilen bir Müminin malı elbette hem dünyasına hem ahiretine hayır getirir çünkü kazandığı malı ahirete götüremeyeceğini bilerek ahiretteki sermayesi mal değil sâlih amel olduğu bilincindedir.
Sonuç olarak Hz Mevlana’nın şu tespiti bizlere neyi nereye koyacağımız konusunda müthiş bir ölçüdür. “Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye, onun hedefe gitmesine yardımcıdır.” Menziline ulaşabilmesi için nasıl ki geminin yolu denizden geçer; uhrevî hedeflerine ulaşabilmesi için de insanın yolu dünyadan geçer.
İslam’da kâr haddi ne kadardır?
İslam dini, alım satım akitlerinde kesin bir kâr haddi koymamış, bunu piyasa şartlarına bırakmıştır. Temel ilke budur. Konuyla ilgili olarak Allah Rasûlü (s.a.s.), fiyatlar artmaya başladığında kendisinden bu duruma müdahale etmesi istendiğinde şöyle buyurmuştur: “Şüphe yok ki, fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden herhangi birinin malına ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle o kimsenin hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem.” (Ebû Dâvud, Bûyû’ 49; Tirmizî, Bûyû’ 73)
Bununla birlikte piyasada suiistimaller olduğu, karaborsacılar devreye girerek halkı mağdur ettikleri, özellikle halkın zaruri ihtiyaçları sayılabilecek mallarda aşırı fiyat artışları yaşandığı durumlarda, kamu otoritesinin fiyatlara müdahale etme yetkisi (narh koyması) vardır (Merğînânî, el-Hidâye, IV, 93). Aşırı fiyatın tespitinde ise bilirkişilerin günün piyasa şartları içerisindeki belirlemeleri esas alınır.