Yaşananların bu asrın kurallarına göre şiddetle devam eden bir savaş olduğunu anlamayanlara söyleyecek sözümüz yok!
Onların da aslında olup bitenle ilgili gerçek bir fikirleri olmadığı için ağızlarının içinde başkalarının ezberini gevelemekten başka yapabilecekleri bir şey yok!
Biz bir asırdan fazladır Ortadoğu’ya getirilmek istenen barış ve demokrasinin bedellerini ödemekten, kafamızı kaldırıp ne durumda olduğumuza bakmaya fırsat bulamadık.
Hep başımız yerde, dökülenleri nasıl toparlayabiliriz telaşıyla debelenip durduk.
O da bütün debelenmelerimiz, yanıp dönmelerimiz yeni bir belanın başımıza musallat olmasıyla kendini başka bir debelenmenin kucağına terk edene kadar.
Medeni(!) batıya göre bu böyle sürüp gitmeliydi.
Doğal olan; Türkiye’nin, Osmanlı’dan miras cezasını çekmesi ve hep daha ağır bir boyunduruğun altında tutularak yeniden yeniden kaybedişinin seyredilmesiydi.
Böyle düşünmekte haksız sayılmazlar!
Onlar rahat rahat keyif çatarken bir Alparslan çıktı ve Anadolu’yu hepsine zehir etti.
Bir Selahattin Eyyubi çıktı İslam dünyasının karışıklığından yararlanıp tereyağından kıl çeker gibi Kudüs’ün üzerine oturanların feleğini şaşırttı.
Bir Fatih çıktı, Konstantinopolis dedikleri güzelim İslam beldesi İstanbul’dan onların kökünü kazımakla kalmadı, köhnemiş Bizans’larının da köküne kibrit suyu ekti. Yetmedi dünyaya kötü kokular salan Orta Çağ’larını başlarına geçirip yeni bir çağ ve muhteşem bir adalet çağlayışı başlattı.
Bitti mi?
Ne gezer!
Bir Kanuni geldi, ne kadar kokuşmuş Frenk Devleti varsa hepsini hizaya getirdi. Ben devletim diye geçinen Fransız’lara acıyıp kapitülasyon denilen lütuflarla başlarını okşayacak kadar eğdi başlarını yere.
Bitti mi?
Ne gezerrrrrr!
Bu tarih akışına bakan hangi aklı başında Avrupalıyım diye övünür?
Daha bunun Yavuz’u var…
Bayezid’i var….
Hele hele yakın zamanda olduğu ve herkesin bitmiş dediği bir dönemde Osmanlı’nın başında bulunduğu için bir türlü hazmedilemeyen Abdülhamid’i var!
Yılanla köylünün hikayesi gibi; “Bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlat acısı varken biz artık seninle dost olamayız."
İşte bu gerçeği hepimiz biliyoruz ve gayet iyi anlıyoruz da, yöneticilerimizin dirayetsizliğinden mi desek, yoksa ahalinin korkaklığına mı versek bir türlü açık edip tedbir alamıyorduk.
Serde sözde adamlık da var! Sindiğini, pustuğunu açık edemeyince ne yapacaksın; güçlünün ağzından konuşup onun tarafından kendini göstererek kuru kabadayılığa sığınacaksın.
Elbette bunun bir bedeli var ve ne yazık ki, biz de yıllardır bu bedeli ödeye ödeye biçare kaldık.
Ancak umuyoruz ki, herşeyin değişeceği zamanların ayak sesleri artık sağır kulakların bile duyacağı şiddete erişmek üzere…
Cumhurbaşkanımız ve Baş Komutanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği “uyuyan devi uyandırdınız!” sözleri laf-ı güzaf kabilinden bir söz değil.
Öylesine söylenilecek ve unutulup gidilecek sözlerden hiç değil.
Bedeli ağır olduğu söyleyence de, söylenence de bilinen sözlerden bu söz.
Zira hançer derine batmış ve ne yapsalar bin yıllık yaranın cerahati bir türlü bitmiyor!
Biz Allah için bu toprakları vatan belleyenler “şehitler ölmez vatan bölünmez” duamızı orada burada değil şehit cenazelerinin başında gururlu ve kararlı bir şekilde söylediğimiz müddetçe Rabb’imiz de inşallah bu devi bir daha uyutmaz!
Bu sözü sevmeyenler/nefret edenler bu vatanın en önemli noktalarını ele geçirmeyi hâlâ başarıyorlarsa da, bilsinler ki artık bu yama dikiş tutmaz.
Bu ülkenin ana muhalefeti böyle bir geniş karınlılığa demokrasi diyorsa da, bu duruma olsa olsa en hafif ifadeyle Stockholm Sendromundan başka teşhis konulamaz.
Haaa unutmadan! Zaten bir daha uyursak Allah saklasın bizi artık bitkisel hayatta bile bırakmazlar!
Onların da aslında olup bitenle ilgili gerçek bir fikirleri olmadığı için ağızlarının içinde başkalarının ezberini gevelemekten başka yapabilecekleri bir şey yok!
Biz bir asırdan fazladır Ortadoğu’ya getirilmek istenen barış ve demokrasinin bedellerini ödemekten, kafamızı kaldırıp ne durumda olduğumuza bakmaya fırsat bulamadık.
Hep başımız yerde, dökülenleri nasıl toparlayabiliriz telaşıyla debelenip durduk.
O da bütün debelenmelerimiz, yanıp dönmelerimiz yeni bir belanın başımıza musallat olmasıyla kendini başka bir debelenmenin kucağına terk edene kadar.
Medeni(!) batıya göre bu böyle sürüp gitmeliydi.
Doğal olan; Türkiye’nin, Osmanlı’dan miras cezasını çekmesi ve hep daha ağır bir boyunduruğun altında tutularak yeniden yeniden kaybedişinin seyredilmesiydi.
Böyle düşünmekte haksız sayılmazlar!
Onlar rahat rahat keyif çatarken bir Alparslan çıktı ve Anadolu’yu hepsine zehir etti.
Bir Selahattin Eyyubi çıktı İslam dünyasının karışıklığından yararlanıp tereyağından kıl çeker gibi Kudüs’ün üzerine oturanların feleğini şaşırttı.
Bir Fatih çıktı, Konstantinopolis dedikleri güzelim İslam beldesi İstanbul’dan onların kökünü kazımakla kalmadı, köhnemiş Bizans’larının da köküne kibrit suyu ekti. Yetmedi dünyaya kötü kokular salan Orta Çağ’larını başlarına geçirip yeni bir çağ ve muhteşem bir adalet çağlayışı başlattı.
Bitti mi?
Ne gezer!
Bir Kanuni geldi, ne kadar kokuşmuş Frenk Devleti varsa hepsini hizaya getirdi. Ben devletim diye geçinen Fransız’lara acıyıp kapitülasyon denilen lütuflarla başlarını okşayacak kadar eğdi başlarını yere.
Bitti mi?
Ne gezerrrrrr!
Bu tarih akışına bakan hangi aklı başında Avrupalıyım diye övünür?
Daha bunun Yavuz’u var…
Bayezid’i var….
Hele hele yakın zamanda olduğu ve herkesin bitmiş dediği bir dönemde Osmanlı’nın başında bulunduğu için bir türlü hazmedilemeyen Abdülhamid’i var!
Yılanla köylünün hikayesi gibi; “Bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlat acısı varken biz artık seninle dost olamayız."
İşte bu gerçeği hepimiz biliyoruz ve gayet iyi anlıyoruz da, yöneticilerimizin dirayetsizliğinden mi desek, yoksa ahalinin korkaklığına mı versek bir türlü açık edip tedbir alamıyorduk.
Serde sözde adamlık da var! Sindiğini, pustuğunu açık edemeyince ne yapacaksın; güçlünün ağzından konuşup onun tarafından kendini göstererek kuru kabadayılığa sığınacaksın.
Elbette bunun bir bedeli var ve ne yazık ki, biz de yıllardır bu bedeli ödeye ödeye biçare kaldık.
Ancak umuyoruz ki, herşeyin değişeceği zamanların ayak sesleri artık sağır kulakların bile duyacağı şiddete erişmek üzere…
Cumhurbaşkanımız ve Baş Komutanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği “uyuyan devi uyandırdınız!” sözleri laf-ı güzaf kabilinden bir söz değil.
Öylesine söylenilecek ve unutulup gidilecek sözlerden hiç değil.
Bedeli ağır olduğu söyleyence de, söylenence de bilinen sözlerden bu söz.
Zira hançer derine batmış ve ne yapsalar bin yıllık yaranın cerahati bir türlü bitmiyor!
Biz Allah için bu toprakları vatan belleyenler “şehitler ölmez vatan bölünmez” duamızı orada burada değil şehit cenazelerinin başında gururlu ve kararlı bir şekilde söylediğimiz müddetçe Rabb’imiz de inşallah bu devi bir daha uyutmaz!
Bu sözü sevmeyenler/nefret edenler bu vatanın en önemli noktalarını ele geçirmeyi hâlâ başarıyorlarsa da, bilsinler ki artık bu yama dikiş tutmaz.
Bu ülkenin ana muhalefeti böyle bir geniş karınlılığa demokrasi diyorsa da, bu duruma olsa olsa en hafif ifadeyle Stockholm Sendromundan başka teşhis konulamaz.
Haaa unutmadan! Zaten bir daha uyursak Allah saklasın bizi artık bitkisel hayatta bile bırakmazlar!