Güzel davranışlarda dünyevî bir karşılık beklemeden, sadece Allah rızasını gözetmek mânâsına gelen hasbîlik, zor ve sıkıntılı durumlarda Allah’ın kendisine yardımcı olarak kâfi geleceğini bilmek, bu bilinçle gösterilen sabır karşılığında Allah’ın ecrini ummak demektir. Başka bir ifadeyle “hasbîlik”, her türlü şahsî çıkar ve menfaatten uzak durulması, her işi gönüllü olarak ve yalnız Allah için, O’nun hoşnutluğunun elde edilmesi için yapılmasıdır. Hasbilik fıkıh kültürümüzde, dinî-örfî ilkeler ışığında ve dengeli bir şekilde fert, toplum, devlet hakları ile kamu ahlâk ve düzeninin korunması olan hisbe faaliyeti müslümanlar için farz-ı kifâye sayılmıştır. Buna göre gerçek anlamda hasbî olan bir mümin, Allah için en büyük fedakârlığı göstermeye hazırdır Müminin Allah yolunda feda edebileceği en kıymetli varlığı şüphesiz ki canıdır. Hz. Âişe’nin yeğeni olan Urve b. Zübeyr’in, zorlu Tebük günü şiddetli sıcağa rağmen Allah Resûlu’nün talimatı üzerine hiç tereddüt etmeden Şam’a doğru yola çıkan müminlere “hisbe ehli” demesi bundandır. Bu yüzdendir ki Hz. Ömer şehidi, “canını Allah yolunda feda eden kimse (ihtesebe)” olarak tanımlamıştır. (Muvatta, Cihat,15)
Hasbiliğin ahlakında sadece Allah (cc) hoşnutluğunu kazanma vardır, çevresine şirin görünme kaygısı taşımaz. Hatta bazı insanlar hoşlanmasa da o, Allah’ın hoşnutluğunu esas alır. Bu durumda Cenâb-ı Hak elbette onu zor durumda bırakmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz, "Kim (bir konuda) insanlar kendisine buğzetse dahi, (o konuda) Allah’ın rızasını ararsa, Allah da insanların vereceği sıkıntıdan onu kurtarır. Kim de Allah’ın hoşnut olmayacağı (bir konuda) insanların beğenisini elde etmek isterse, Allah onu o insanlar(ın insafın)a terk eder." (Tirmizi, Züht, 64) buyurmaktadır. Unutmamak gerekir ki Allah rızası için bir şey yapanı insanlar da sever ve metheder. İnsanların bu iltifatı ise mümine cenneti dünyadayken müjdeleyen bir mükâfattır. (Müslim, Birr,166)
İnananları en yüce mertebeye, Allah’ın rızasına ulaştıran hasbîlik, insanları Allah’a davet uğrunda büyük sıkıntılara maruz kalan birçok peygamberin dilinde en değerli ifadesini bulmuştur: “Buna (tebliğ görevime) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” (Şuara,109) Yine Rahmet Elçisi"ne (sav), “Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am,162) demeyi telkin eden ilâhî öğüt de hasbîliğin en güzel özetidir.
Müslüman’ın yerine getirdiği ibadetlerin Allah nezdinde bir değer ifade etmesi, bir başka deyişle “sevabı hak etmesi” elbette hasbî olmasına bağlıdır. Hasbîlik, ibadetlerimizin veya ahlâkî davranışlarımızın yanında duygularımızda da esas almamız gereken bir tutumdur. Reklam ve rant kaygısı taşıyan hayırların, sözde hayır sahibine mânevî açıdan neler kaybettireceğini açıklamaya gerek yoktur. Şu hâlde gerçekten iyilik yapmak isteyen birisi, bunu hiç kimseye duyurmadan yapmanın yollarını pekâlâ bulabilir. Tıpkı ensardan bazı hayırsever Müslümanların Medine’de Peygamber’in rahle-i tedrisinde eğitim gören Suffe ashâbı için bahçelerinden topladıkları hurmaları getirip Mescid-i Nebî’nin duvarına asmaları örneğinde olduğu gibi, Allah rızası için muhtaçlara yardım etmek isteyenler, topluma ifşa etmeden bunu yapmanın yollarını aramalıdır. Elbette açık da olsa gizli de olsa yapılan hayırların karşılığı Allah katındadır. Hasbî olmak, her şeyden önce içten olmayı gerektirdiğine göre ticarî veya siyasî gayelerle, dünyevî amaçlarla yapılan hayırların Allah nezdinde bir değerinin olmayacağı açıktır.
Hasbîliğin bir başka boyutu da müminin zorluklar karşısındaki duruşunda kendini gösterir. Şöyle ki hasbî olan mümin, bir musibetle karşı karşıya kaldığında bunun bir imtihan olduğunu ve Allah’ın bilgisi ve takdiri dâhilinde gerçekleştiğini, buna sabrettiği takdirde de ödüllendirileceğini bilir. Bu durumda hasbîlik, sabrı, kuru bir teslimiyetten çıkarıp erdemli bir duruşa dönüşür. Müslüman, hastalık ve ölüm gibi hayatın acı ve hüzün verici gerçekleriyle karşılaştığında sabrederek ve hasbî bir tutum sergileyerek hem inancını muhafaza eder, hem de acılarına karşı daha dirençli olur. Rahmet Peygamberi, kendisine birini göndererek oğlunun ölmek üzere olduğunu haber veren kızı Zeyneb’e, bir aracı vasıtasıyla şu nasihatte bulunmuştu: “Allah’ın aldığı da verdiği de O’nundur. O’nun nezdinde her şeyin süresi belirlenmiştir. (Kızıma) söyle, sabretsin ve bu sabrının Allah katında bir karşılığı olduğunu bilsin. (Buhari, Cenaiz,32) Hâsılı, bütün insanlar nihayetinde Allah’a döneceklerine göre, mümin insan, hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmış olarak O’na kavuşmayı ümit etmelidir. İnsanları severken de onlara iyilik yaparken de kısacası bütün güzel duygu ve davranışlarında maddî bir karşılık elde etme veya birilerine şirin görünme kaygısı taşımamalıdır.
Hasbiliğin ahlakında sadece Allah (cc) hoşnutluğunu kazanma vardır, çevresine şirin görünme kaygısı taşımaz. Hatta bazı insanlar hoşlanmasa da o, Allah’ın hoşnutluğunu esas alır. Bu durumda Cenâb-ı Hak elbette onu zor durumda bırakmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz, "Kim (bir konuda) insanlar kendisine buğzetse dahi, (o konuda) Allah’ın rızasını ararsa, Allah da insanların vereceği sıkıntıdan onu kurtarır. Kim de Allah’ın hoşnut olmayacağı (bir konuda) insanların beğenisini elde etmek isterse, Allah onu o insanlar(ın insafın)a terk eder." (Tirmizi, Züht, 64) buyurmaktadır. Unutmamak gerekir ki Allah rızası için bir şey yapanı insanlar da sever ve metheder. İnsanların bu iltifatı ise mümine cenneti dünyadayken müjdeleyen bir mükâfattır. (Müslim, Birr,166)
İnananları en yüce mertebeye, Allah’ın rızasına ulaştıran hasbîlik, insanları Allah’a davet uğrunda büyük sıkıntılara maruz kalan birçok peygamberin dilinde en değerli ifadesini bulmuştur: “Buna (tebliğ görevime) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” (Şuara,109) Yine Rahmet Elçisi"ne (sav), “Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am,162) demeyi telkin eden ilâhî öğüt de hasbîliğin en güzel özetidir.
Müslüman’ın yerine getirdiği ibadetlerin Allah nezdinde bir değer ifade etmesi, bir başka deyişle “sevabı hak etmesi” elbette hasbî olmasına bağlıdır. Hasbîlik, ibadetlerimizin veya ahlâkî davranışlarımızın yanında duygularımızda da esas almamız gereken bir tutumdur. Reklam ve rant kaygısı taşıyan hayırların, sözde hayır sahibine mânevî açıdan neler kaybettireceğini açıklamaya gerek yoktur. Şu hâlde gerçekten iyilik yapmak isteyen birisi, bunu hiç kimseye duyurmadan yapmanın yollarını pekâlâ bulabilir. Tıpkı ensardan bazı hayırsever Müslümanların Medine’de Peygamber’in rahle-i tedrisinde eğitim gören Suffe ashâbı için bahçelerinden topladıkları hurmaları getirip Mescid-i Nebî’nin duvarına asmaları örneğinde olduğu gibi, Allah rızası için muhtaçlara yardım etmek isteyenler, topluma ifşa etmeden bunu yapmanın yollarını aramalıdır. Elbette açık da olsa gizli de olsa yapılan hayırların karşılığı Allah katındadır. Hasbî olmak, her şeyden önce içten olmayı gerektirdiğine göre ticarî veya siyasî gayelerle, dünyevî amaçlarla yapılan hayırların Allah nezdinde bir değerinin olmayacağı açıktır.
Hasbîliğin bir başka boyutu da müminin zorluklar karşısındaki duruşunda kendini gösterir. Şöyle ki hasbî olan mümin, bir musibetle karşı karşıya kaldığında bunun bir imtihan olduğunu ve Allah’ın bilgisi ve takdiri dâhilinde gerçekleştiğini, buna sabrettiği takdirde de ödüllendirileceğini bilir. Bu durumda hasbîlik, sabrı, kuru bir teslimiyetten çıkarıp erdemli bir duruşa dönüşür. Müslüman, hastalık ve ölüm gibi hayatın acı ve hüzün verici gerçekleriyle karşılaştığında sabrederek ve hasbî bir tutum sergileyerek hem inancını muhafaza eder, hem de acılarına karşı daha dirençli olur. Rahmet Peygamberi, kendisine birini göndererek oğlunun ölmek üzere olduğunu haber veren kızı Zeyneb’e, bir aracı vasıtasıyla şu nasihatte bulunmuştu: “Allah’ın aldığı da verdiği de O’nundur. O’nun nezdinde her şeyin süresi belirlenmiştir. (Kızıma) söyle, sabretsin ve bu sabrının Allah katında bir karşılığı olduğunu bilsin. (Buhari, Cenaiz,32) Hâsılı, bütün insanlar nihayetinde Allah’a döneceklerine göre, mümin insan, hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmış olarak O’na kavuşmayı ümit etmelidir. İnsanları severken de onlara iyilik yaparken de kısacası bütün güzel duygu ve davranışlarında maddî bir karşılık elde etme veya birilerine şirin görünme kaygısı taşımamalıdır.