Bu gün sizlere bir öykü anlatacağım...
’40’lı yıllar...
Yer Şenkaya ilçesi...
Seher, kara-kuru ,cılız küçücük bir kız... İlkokulu daha yeni bitiriyor. Ağabeysinin eşi ile birlikte ot topluyorlar.
Hediye’nin yılandan korkusu yok.
Otları tırmıkla önüne katmış gidiyor...
Küçük kız, onu hayret takdir ve sevinçle karışık duygularla izliyor...
Yılandan yana korkusu var...
Biçili otların, ‘las’ların altında kıvrılmış, oldukça küçük ve bugüne kadar kimseyi ısırdıkları görülmemiş...
Zaten bir çoğu su yılanı...
Olsun...
Küçük kız gene de korkuyor, itici ve soğuk yüzlü hayvandan...
*
Aşağıdan ağabeyi görünüyor, sevinçle bir şeyler söyleyerek yaklaşıyor...
Ama uzak olduğu için anlaşılmıyor...
Yaklaştıkça belirginleşiyor ve ne dediği anlaşılıyor...
Seher ve Hediye işi bırakmış, merakla İhsan’ı dinliyorlar...
İhsan; geniş omuzlu, uzun boylu, kumral, kaşı-gözü düzgün, kirli sakallı, 85 kg civarında yakışıklı bir adam...
Nefes nefese kalmış.
Diyor ki;
‘Seher, Beşikdüzü Öğretmen Okulunu kazanmış, götürmek gerek’
Seher’i alıyor bir düşünce...
Önde baba yok...
Seher yetim...
Baba sağken zenginmişler.
Şirketleri, dükkanları neyin varmış...
Yokluk nedir bilmezlermiş.
Baba, kömür ticaretiyle de uğraşırmış...
Bu ticaretin birinde kalp krizi geçirmiş ve genç yaşında bu dünyaya veda etmiş.
Öldüğünde, Seher 40 günlükmüş...
Sonra...
Sonra fakirlik yılları başlamış...
Elde yok, avuçta yok...
İşte bu koşullarda abisinin heyecanlı anlatımlarını duymuyor bile...
Aklında fikrinde ‘Ne etmeli, Nasıl yapmalı ki okuyup, hayatını kurtarmalı !..’
Üçünün de kafasında sorular yumağı, evin yolunu tuttular...
*
Ertesi gün ormanın yolunu tuttu ihsan...
Daha önceden keşif yaptığı ve gözüne kestirdiği yaşlı, kaba çamı kesip satacak, kardeşine ve kendisine yol parası yapacaktı...
Nitekim öyle de oldu.
*
Askerden bir tahta bavulla terhis olmuştu. Trabzon-Beşikdüzü’ne de aynı bavulu aldılar. Zaten bir tane bavulları vardı...
Dağdan Yeniköy’e yürüyerek gidip, oradan trenle Erzurum’a yolculuk ve sonra otobüs ya da kamyonla Trabzon-Beşikdüzü’ne varış...
Hayli uzum ve meşakkatli bir yolculuk.
Cılız kız çabuk yoruluyor...
Bir omuzuna kardeşini, diğerine tahta bavulu alıyor ve Allahuekber dağlarını aşarak Yeniköy’e, trene ulaşıyor.
Artık gerisi kolay...
Çetin bir yolculuktan sonra Beşikdüzü’ne varıyorlar.
Okul İdaresi kaydını yapıyor ancak ‘Yüklenme Senedi’ istiyorlar.
İhsan’ın cebinde para yok. Memleketine gitmeli, para temin etmeli ve yüklenme senedi yaptırmalı...
İlk defa evinden, ağabeyinden ayrılacak Seher ağlıyor, tek kalmak istemiyor.
Sonunda memleketlisi bir abla küçük kıza sahip çıkıyor; İhsan, geldiği yollardan memleketine dönüyor ve yine ormana giderek çam kesip satıyor, Yüklenme Senedini yaptırıyor.
*
Bütün bunlar ‘40’lı yokluk ve yoksulluk yıllarında oluyor.
Ve yine bütün bunları kız kardeşi için yapan, babaları olmayan ve yokluk içindeki bir erkek kardeş...
Umuyorum ki her ikisi de rahat uyuyordur...
’40’lı yıllar...
Yer Şenkaya ilçesi...
Seher, kara-kuru ,cılız küçücük bir kız... İlkokulu daha yeni bitiriyor. Ağabeysinin eşi ile birlikte ot topluyorlar.
Hediye’nin yılandan korkusu yok.
Otları tırmıkla önüne katmış gidiyor...
Küçük kız, onu hayret takdir ve sevinçle karışık duygularla izliyor...
Yılandan yana korkusu var...
Biçili otların, ‘las’ların altında kıvrılmış, oldukça küçük ve bugüne kadar kimseyi ısırdıkları görülmemiş...
Zaten bir çoğu su yılanı...
Olsun...
Küçük kız gene de korkuyor, itici ve soğuk yüzlü hayvandan...
*
Aşağıdan ağabeyi görünüyor, sevinçle bir şeyler söyleyerek yaklaşıyor...
Ama uzak olduğu için anlaşılmıyor...
Yaklaştıkça belirginleşiyor ve ne dediği anlaşılıyor...
Seher ve Hediye işi bırakmış, merakla İhsan’ı dinliyorlar...
İhsan; geniş omuzlu, uzun boylu, kumral, kaşı-gözü düzgün, kirli sakallı, 85 kg civarında yakışıklı bir adam...
Nefes nefese kalmış.
Diyor ki;
‘Seher, Beşikdüzü Öğretmen Okulunu kazanmış, götürmek gerek’
Seher’i alıyor bir düşünce...
Önde baba yok...
Seher yetim...
Baba sağken zenginmişler.
Şirketleri, dükkanları neyin varmış...
Yokluk nedir bilmezlermiş.
Baba, kömür ticaretiyle de uğraşırmış...
Bu ticaretin birinde kalp krizi geçirmiş ve genç yaşında bu dünyaya veda etmiş.
Öldüğünde, Seher 40 günlükmüş...
Sonra...
Sonra fakirlik yılları başlamış...
Elde yok, avuçta yok...
İşte bu koşullarda abisinin heyecanlı anlatımlarını duymuyor bile...
Aklında fikrinde ‘Ne etmeli, Nasıl yapmalı ki okuyup, hayatını kurtarmalı !..’
Üçünün de kafasında sorular yumağı, evin yolunu tuttular...
*
Ertesi gün ormanın yolunu tuttu ihsan...
Daha önceden keşif yaptığı ve gözüne kestirdiği yaşlı, kaba çamı kesip satacak, kardeşine ve kendisine yol parası yapacaktı...
Nitekim öyle de oldu.
*
Askerden bir tahta bavulla terhis olmuştu. Trabzon-Beşikdüzü’ne de aynı bavulu aldılar. Zaten bir tane bavulları vardı...
Dağdan Yeniköy’e yürüyerek gidip, oradan trenle Erzurum’a yolculuk ve sonra otobüs ya da kamyonla Trabzon-Beşikdüzü’ne varış...
Hayli uzum ve meşakkatli bir yolculuk.
Cılız kız çabuk yoruluyor...
Bir omuzuna kardeşini, diğerine tahta bavulu alıyor ve Allahuekber dağlarını aşarak Yeniköy’e, trene ulaşıyor.
Artık gerisi kolay...
Çetin bir yolculuktan sonra Beşikdüzü’ne varıyorlar.
Okul İdaresi kaydını yapıyor ancak ‘Yüklenme Senedi’ istiyorlar.
İhsan’ın cebinde para yok. Memleketine gitmeli, para temin etmeli ve yüklenme senedi yaptırmalı...
İlk defa evinden, ağabeyinden ayrılacak Seher ağlıyor, tek kalmak istemiyor.
Sonunda memleketlisi bir abla küçük kıza sahip çıkıyor; İhsan, geldiği yollardan memleketine dönüyor ve yine ormana giderek çam kesip satıyor, Yüklenme Senedini yaptırıyor.
*
Bütün bunlar ‘40’lı yokluk ve yoksulluk yıllarında oluyor.
Ve yine bütün bunları kız kardeşi için yapan, babaları olmayan ve yokluk içindeki bir erkek kardeş...
Umuyorum ki her ikisi de rahat uyuyordur...