Bedenimiz ölüyor, varsın ölsün!
İnsan, bedenden (toprak, su, hava, ateş) ibaret olsaydı insanın dramı büyüktü.
Fakat insandaki ‘insan’ ruhtur. Hani Yunus Emre diyor ya: ‘Bir ben var bende benden içeri!’
Hayat, ölen şeyde (beden) aranmaz. İnsan hayatı ve bilinci ruhtan ibaret. Ruh bedeni terk edince, -şoförün otomobilini terk edip evine gitmesiyle otomobilin ortada kalması gibi,- beden artık katı bir çisim.
Beden öğrenmez, konuşmaz, beden âlim ulema, ağa paşa, yazarçizer olmaz; ruh, bedende nice nice vasıflar kazanır. Bu yüzden Hak Teâlâ muhatap olarak bedeni değil ruhu alır. Ağa paşa olmanın, fakir fukara olmanın hesabı ruhtan sorulur.
Ruh bedene sığamayacak kadar büyük; ölüm, bedenin artık ruhu taşıyamaması. Bedende olacağını olmuş ruh ahirette yeni bir bedenle haşrolacak.
Her varlığın kendine göre bir ruhu var. Şimdi bahar, Erzurum’da, Nisan sonu; her yan yeşillenmeye başladı; kır çiçekleri de selam veriyor. Kayısı ağaçları, kızılcıklar meyveleri müjdeleyen çiçeklerini açtı. Elmalar, armutlar, vişneler ise sırada… Fenciler, tabiattaki ve ağaçlardaki bu değişimi, zahiren baharın gelmesine ve bu bitkilerin erkenci genetik özelliklerine verir. Sathi nazarla görünen de budur. Din dili bakımından ise, her canlıda değişimi sağlayan o canlılardaki hayatı ortaya çıkaran manevi yapıdır. Canlı hayatı manevi yasaların komutasında hareket ediyor. İnsanî ruh ise, tabiri caizse, anayasa hükmünde.
Rabbin ‘ol’ emri, hayat yasalarına göre, varlığın gözüküp kaybolması emri.
İnsanın yaptıklarından eli kolu, ağzı dili, gözü kulağı değil ruhu sorumlu.
Hayvanların ve bitkilerin durumu da böyle; onlardaki varoluş hâli de hayvani ve nebati ruhun bir tezahürü.
Her canlıda kendine özgü hücreler var ki, sayılamayacak kadar çok. Bu hücreleri belli amaçlar için bir araya getiren o canlıların ruhu.
O halde, insandaki hayat ve beden realitesinin özü ruh. Bedenle gözüken ruh, yaşamın kaynağı. Ebedi olan ruh; her şeyin hayatıysa o şeyin ruhuyla baki.
İnsan ruhunun, ömrün dört mevsimindeki baharı, Kuran ve Sünnet ikliminde yaşamak. Bu iklimin ruhlarıdır ki selamete erer.
İnsan, bedenden (toprak, su, hava, ateş) ibaret olsaydı insanın dramı büyüktü.
Fakat insandaki ‘insan’ ruhtur. Hani Yunus Emre diyor ya: ‘Bir ben var bende benden içeri!’
Hayat, ölen şeyde (beden) aranmaz. İnsan hayatı ve bilinci ruhtan ibaret. Ruh bedeni terk edince, -şoförün otomobilini terk edip evine gitmesiyle otomobilin ortada kalması gibi,- beden artık katı bir çisim.
Beden öğrenmez, konuşmaz, beden âlim ulema, ağa paşa, yazarçizer olmaz; ruh, bedende nice nice vasıflar kazanır. Bu yüzden Hak Teâlâ muhatap olarak bedeni değil ruhu alır. Ağa paşa olmanın, fakir fukara olmanın hesabı ruhtan sorulur.
Ruh bedene sığamayacak kadar büyük; ölüm, bedenin artık ruhu taşıyamaması. Bedende olacağını olmuş ruh ahirette yeni bir bedenle haşrolacak.
Her varlığın kendine göre bir ruhu var. Şimdi bahar, Erzurum’da, Nisan sonu; her yan yeşillenmeye başladı; kır çiçekleri de selam veriyor. Kayısı ağaçları, kızılcıklar meyveleri müjdeleyen çiçeklerini açtı. Elmalar, armutlar, vişneler ise sırada… Fenciler, tabiattaki ve ağaçlardaki bu değişimi, zahiren baharın gelmesine ve bu bitkilerin erkenci genetik özelliklerine verir. Sathi nazarla görünen de budur. Din dili bakımından ise, her canlıda değişimi sağlayan o canlılardaki hayatı ortaya çıkaran manevi yapıdır. Canlı hayatı manevi yasaların komutasında hareket ediyor. İnsanî ruh ise, tabiri caizse, anayasa hükmünde.
Rabbin ‘ol’ emri, hayat yasalarına göre, varlığın gözüküp kaybolması emri.
İnsanın yaptıklarından eli kolu, ağzı dili, gözü kulağı değil ruhu sorumlu.
Hayvanların ve bitkilerin durumu da böyle; onlardaki varoluş hâli de hayvani ve nebati ruhun bir tezahürü.
Her canlıda kendine özgü hücreler var ki, sayılamayacak kadar çok. Bu hücreleri belli amaçlar için bir araya getiren o canlıların ruhu.
O halde, insandaki hayat ve beden realitesinin özü ruh. Bedenle gözüken ruh, yaşamın kaynağı. Ebedi olan ruh; her şeyin hayatıysa o şeyin ruhuyla baki.
İnsan ruhunun, ömrün dört mevsimindeki baharı, Kuran ve Sünnet ikliminde yaşamak. Bu iklimin ruhlarıdır ki selamete erer.