Kûdemânın görüp âsârını biz zevk ettik
Kûdemâ görmedi hayfâ bizim âsârımızı
Nâbî
(Biz eskilerin eserlerini görerek, okuyarak zevk aldık, eskiler yazık ki bizim eserlerimizi göremediler.) – iyiki de görmediler-
Osmanlı’nın son zamanları ile Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde okuryazar oranının çok düşük olduğu şeklinde çok yaygın bir kanaat vardır. Hatta bu oranın bayanlarda yüzde üç, erkeklerde yüzde yedi olduğu söylenmektedir. Bu söylemler doğru olmakla birlikte bu kültürün içinde biz on dokuzuncu yüzyılda çok başarılı bireyler yetiştirdik. Cumhuriyeti kuran kadrolar bu yüzyılın ürünüdür. Bu yüzyılda Mehmet Akif, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret, Beşir Fuat, Halit Ziya, Ömer Seyfettin, Erzurumlu Emrah, Dertli, Seyrani, olmak üzere binleri bulacak ozan, şair, yazar, devlet adamı yetiştirmeye muvaffak olduk.
Şu anda okuryazar oranınız yüzde doksanlara ulaşmış olmasına rağmen, ülkemizde kitap okuyanların sayısı ciddi endişeler yaratmaktadır. Uluslararası Eğitim Başarıları Değerlendirme Kuruluşu’nun otuz dört ülke üzerinde yaptığı araştırmada Türkiye’de evlerin yüzde kırkında on taneden daha az kitap bulunduğunu, yüzden fazla kitap bulanan ev sayısının ise yüzde beş civarında olduğu söylenmektedir.
Elbette sayılara takılıp kesin yargıya varmak çok doğru yaklaşım değildir. Fakat genel görünüm de bizlere zaten bazı işaretleri vermektedir.
Eğitimin ana gövdesi bireylere düşünmeyi, sorgulamayı, yeni bilgilere ulaşmayı öğretmektir. Düşünmeyen bir bireyin bilgi üretmesi imkânsızdır. Okumak düşünmeyi, yorum yapmayı, bağımsız olmayı öğrenmenin ana gövdesidir. Okumayan bir bireyin ana gövdesi zayıf demektir. Zayıf kök ve gövde üzerine verilecek tüm eğitimler elbette verimsiz olacaktır. Bu kültür üzerinden verilecek tıp, hukuk, fizik, kimya, matematik eğitimleri, bireylerde istenilen değişimleri yapamayacaktır.
Bir ülkede okuma sorunu varsa bundan sadece Türkçe- Edebiyat öğretmenleri değil, tüm herkesin sorumlu tutulması ve tüm branş dallarında çalışan kişilerin bu soruna çözüm getirecek çalışmalarda bulunması gerekmektedir. Bizde herkes sorumluluğu bir başkasına attığı için bu kültürel çıkmazdan kurtulmamız imkânsız olmaktadır.
Okullarda öğrencilere tablet bilgisayarlar dağıtma yerine, onlara kitaplar, dergiler dağıtsak, onlarda okuma kültürünü geliştirebilsek, istediğimiz hedeflere bizi ulaştıracak genç nesiller yetiştirmede daha başarılı oluruz. Kitap okumayan bir bireye bilgisayarda bazı ezber hareketleri çok hızlı yapmayı öğretebiliriz. Ama o kişilerin çok önemli yazılımlar yapması zordur. Kitap okuyan, araştıran, bağlantılar kuran, muhakeme ve mukayese yapan bireyler ince noktaları yakalamada daha mahir olurlar.
Öğrencilerin düşünme becerisini geliştirmek için onlarda okuma bilincinin gelişmesinin imkânlarını genişletmeliyiz. Nicel veriler üzerine yoğunlaşarak okuryazar oranımızla övünürken niteliği kaçırdık. Öğrencilerin test sınavlarında yapmış olduğu doğru soru sayısı okulların hanesine başarı olarak yazılmaktadır. Çünkü nicel olanı saymak kolay, niteliği ölçmek ise zordur.
Özel okullar, Fen liseleri başarılı öğrencilerin arkasına sığınarak kendilerine pay çıkarmakta, kaçanı kovalayarak kahraman edasına bürünmektedirler. Kitap okuma alışkanlığının olmadığı bir ortamda, en yüksek puanlı okulda okuyan öğrenci ile en düşük puanlı okulda okuyan öğrenci arasında hiçbir fark yoktur. Sadece sayılar üzerine yanılmış bir toplum algısı vardır.