Doğup büyüdüğüm cennet ilçede -Oltu’da- herhalde herkes tanır Raci Cengiz’i.
Benim sevgili Raci abim…
Hani yeri yurdu bırakıp gitse, İstanbul’un en büyük kulüplerinde futbol oynayabilecek bir yetenekti. Spor alanında Erzurum’un yaşayan kütüphanesi olarak gördüğüm kişiye, Pusula’dan spor yazarı kardeşim sevgili Nurullah Pala’ya sorun, yüksek ihtimalle teyit edecektir bunu:
Erzurum Amatör Küme Futbol Ligi’nde 80’li yıllara damga vurmuş, o klasmanın en büyük futbolculardan biridir Raci Cengiz…
Öte yandan o, benim çocukluk arkadaşım, can kardeşim Hakan’ın abisidir. Dolayısıyla; bizim kuşak için efsanedir ama benim için efsanenin çok daha ilerisindedir…
Babamın emekli oluncaya dek 15 yıl kesintisiz teknik direktörlük yaptığı Oltu 25 Mart Spor’da herhalde babamla ve amcamın oğlu sevgili Fuat abimle birlikte futbol takımının kadrosunda en uzun süre yer almış yerel futbol kahramanlarından biridir. Beton gibi sağlam bir fizik ve 90 değil 180 dakika hiç eksilmeyen bir kondisyon düşünün, O’dur işte.
Öte yandan ciddiyet zırhının içinde muzipçe gülümseyen, etrafındakilere sürekli kahkahalar attıran muhteşem bir mizah yeteneği vardır; halbuki dışarıdan bakıldığında her şeye muhaliftir ve ‘Çarşı, her şeye karşı’ mottosunun adeta Oltu bayisidir…
O, sahada da uysal değil, muhalif bir karakterdi; haksızlığa hiç gelmezdi ama işini yaparken eğlenmeyi çok iyi becerirdi.
Çünkü hâlâ hiç teklemeden işleyen, içine herkesi sığdıran tertemiz ve koskocaman bir yüreği var.
İyi de şimdi durup dururken niye Raci abimin kulaklarını çınlatıyorum?
Geçen gün karşıma çıkan muhteşem bir paylaşımından ötürü…
Raci Cengiz’in Facebook sayfasında paylaştığı, benim de bilgisayarıma ‘Bunu unutma, mutlaka kullan!’ etiketiyle not ettiğim o yazı “Bir çocuğun ayakkabısı denize düşer, kaybolur…” diye başlıyor…
Ve şöyle devam ediyor:
“Ayakkabısı denizde kaybolan çocuk sahilde kumların üzerine şunu yazar: Bu deniz hırsızdır!
Biraz ötede bir balıkçı, ağına yakalanmış çok miktarda balığı kıyıya çeker ve kumlara şöyle yazar: Bu deniz cömerttir!
Bir genç denizde boğulur: Acılı, ağıt yakan annesi kumlara şöyle yazar: Bu deniz katildir!
İhtiyar bir balıkçı koca bir inci barındıran istiridye çıkarır denizden ve kumlara şöyle yazar: Bu denizin gönlü çok zengindir.
Bir dalga gelir, sahilde yazılı tüm yazıları siler. Deniz sükûnet ve huşu içinde seslenir:
Eğer deniz olmak istiyorsan başkalarının söylediklerine çok da kulak asmayacaksın...”
***
Orijinal kaynağı araştırdım:
Yenigün Gazetesi’nden Yunus Karakaya bir yazısında kullanmış bu epigramı. İsrail’deki Türkiyeliler Birliği, network dergisinde bu metne bir başka metnin içerisinde ve Riva Essemini imzasıyla yer vermiş. Alanya Postası’nda Kaan Sağlam, Ekşisözlük’te Küçük İmsonmik rumuzlu yazar, Yeni Sakarya Gazetesi’nde İsmail Özdemir, Vezirköprü Yaşam Gazetesi’nden Seyr-i Alem rumuzlu yazar yine bu epigramı kullanmış…
Ve onlar gibi yüzlercesi daha forumlarda, bloglarda, web sitelerinde alıntılamış. Yüzlerce farklı versiyonla kopyalanmış…
Ne yazık ki ilk kez kimin kaleme aldığını, ilk hangi kitapta geçtiğini belirleyemedim; ama Raci Cengiz vesile oldu, ben de kendi okurlarıma iletmiş oldum.
Nereden nereye?..
***
İlk bakışta bu metnin mesajının ‘işittiğimiz her söze kulak asmamakla ilgili’ olduğunu düşünebilirsiniz; ama farklı bir açıdan bakarsanız bu metnin gerçek bir izafiyet dersi verdiğini düşünmeniz de mümkün:
Görece, izafiyet, rölativite…
‘Aynı nesneye bak, aynı olayı izle, aynı eyleme tanık ol ama diğer tanıktan, diğer izleyiciden bütünüyle farklı bir şey gör’.
İzafiyet işte bu!
Bir de Einstein’ın İzafiyet Teorisi var ki onun kapsamı oldukça farklı…
***
Şimdi bir bakalım, hayatta göreceli olarak değerlendirdiğimiz, diğer tanıklardan veya diğer izleyicilerden farklı biçimde gördüğümüz; birbirimizden taban tabana zıt biçimde algıladığımız, tanımladığımız, tarif ettiğimiz denizden başka neler var:
Takımlar ve partiler mesela.
Fanatik taraftarları için her şeydir belki; ama o sporla veya politikayla ilgilenmeyenler için hiçbir şeydir partiler ve takımlar!
Bazı yemekler…
Söz gelimi ıspanak.
Temel Reis gibi benim için de üst üste 30 gün hiç yakınmadan yenilebilecek bir yemektir Ispanak. Hiç bıkmam…
Bazıları içinse zulümdür…
Ve daha bin tane görece sayabilirsiniz.
Görece, izafiyet, rölativite…
‘Yeşil işe yaramaz, maviyi sevmek saçma, sadece kırmızı şeyler güzeldir’ diyebilir misiniz Allahaşkına?
Belki de kendinizi zorlayıp bunu dersiniz.
Ama azıcık bunak durumuna düşersiniz.
Kırmızıdan nefret eden bir boğa çıkar karşınıza, o zaman ne olacak?
***
Kışı seven ile yazı seven, vişneyi seven ile kirazı seven, gitarı seven ile sazı seven, vuslatı seven ile nazı seven ilk bakışta tezat gözüküyor… Halbuki bunlar, hayat içinde birbiriyle hem çatışıyor hem de farkına varmadan birbirine karışıyor.
Liste uzayıp gidiyor, kumsal yazılarla doluyor.
Sonra bir dalga geliyor, kumun üstüne yazılmış bütün bu göreceli şeyleri, bütün bu tercihleri silip geçiyor.
Biz ona işte sadece ‘Vay be!’ diyebiliyoruz.
Başka da hiçbir şey yapamıyoruz.
Benim sevgili Raci abim…
Hani yeri yurdu bırakıp gitse, İstanbul’un en büyük kulüplerinde futbol oynayabilecek bir yetenekti. Spor alanında Erzurum’un yaşayan kütüphanesi olarak gördüğüm kişiye, Pusula’dan spor yazarı kardeşim sevgili Nurullah Pala’ya sorun, yüksek ihtimalle teyit edecektir bunu:
Erzurum Amatör Küme Futbol Ligi’nde 80’li yıllara damga vurmuş, o klasmanın en büyük futbolculardan biridir Raci Cengiz…
Öte yandan o, benim çocukluk arkadaşım, can kardeşim Hakan’ın abisidir. Dolayısıyla; bizim kuşak için efsanedir ama benim için efsanenin çok daha ilerisindedir…
Babamın emekli oluncaya dek 15 yıl kesintisiz teknik direktörlük yaptığı Oltu 25 Mart Spor’da herhalde babamla ve amcamın oğlu sevgili Fuat abimle birlikte futbol takımının kadrosunda en uzun süre yer almış yerel futbol kahramanlarından biridir. Beton gibi sağlam bir fizik ve 90 değil 180 dakika hiç eksilmeyen bir kondisyon düşünün, O’dur işte.
Öte yandan ciddiyet zırhının içinde muzipçe gülümseyen, etrafındakilere sürekli kahkahalar attıran muhteşem bir mizah yeteneği vardır; halbuki dışarıdan bakıldığında her şeye muhaliftir ve ‘Çarşı, her şeye karşı’ mottosunun adeta Oltu bayisidir…
O, sahada da uysal değil, muhalif bir karakterdi; haksızlığa hiç gelmezdi ama işini yaparken eğlenmeyi çok iyi becerirdi.
Çünkü hâlâ hiç teklemeden işleyen, içine herkesi sığdıran tertemiz ve koskocaman bir yüreği var.
İyi de şimdi durup dururken niye Raci abimin kulaklarını çınlatıyorum?
Geçen gün karşıma çıkan muhteşem bir paylaşımından ötürü…
Raci Cengiz’in Facebook sayfasında paylaştığı, benim de bilgisayarıma ‘Bunu unutma, mutlaka kullan!’ etiketiyle not ettiğim o yazı “Bir çocuğun ayakkabısı denize düşer, kaybolur…” diye başlıyor…
Ve şöyle devam ediyor:
“Ayakkabısı denizde kaybolan çocuk sahilde kumların üzerine şunu yazar: Bu deniz hırsızdır!
Biraz ötede bir balıkçı, ağına yakalanmış çok miktarda balığı kıyıya çeker ve kumlara şöyle yazar: Bu deniz cömerttir!
Bir genç denizde boğulur: Acılı, ağıt yakan annesi kumlara şöyle yazar: Bu deniz katildir!
İhtiyar bir balıkçı koca bir inci barındıran istiridye çıkarır denizden ve kumlara şöyle yazar: Bu denizin gönlü çok zengindir.
Bir dalga gelir, sahilde yazılı tüm yazıları siler. Deniz sükûnet ve huşu içinde seslenir:
Eğer deniz olmak istiyorsan başkalarının söylediklerine çok da kulak asmayacaksın...”
***
Orijinal kaynağı araştırdım:
Yenigün Gazetesi’nden Yunus Karakaya bir yazısında kullanmış bu epigramı. İsrail’deki Türkiyeliler Birliği, network dergisinde bu metne bir başka metnin içerisinde ve Riva Essemini imzasıyla yer vermiş. Alanya Postası’nda Kaan Sağlam, Ekşisözlük’te Küçük İmsonmik rumuzlu yazar, Yeni Sakarya Gazetesi’nde İsmail Özdemir, Vezirköprü Yaşam Gazetesi’nden Seyr-i Alem rumuzlu yazar yine bu epigramı kullanmış…
Ve onlar gibi yüzlercesi daha forumlarda, bloglarda, web sitelerinde alıntılamış. Yüzlerce farklı versiyonla kopyalanmış…
Ne yazık ki ilk kez kimin kaleme aldığını, ilk hangi kitapta geçtiğini belirleyemedim; ama Raci Cengiz vesile oldu, ben de kendi okurlarıma iletmiş oldum.
Nereden nereye?..
***
İlk bakışta bu metnin mesajının ‘işittiğimiz her söze kulak asmamakla ilgili’ olduğunu düşünebilirsiniz; ama farklı bir açıdan bakarsanız bu metnin gerçek bir izafiyet dersi verdiğini düşünmeniz de mümkün:
Görece, izafiyet, rölativite…
‘Aynı nesneye bak, aynı olayı izle, aynı eyleme tanık ol ama diğer tanıktan, diğer izleyiciden bütünüyle farklı bir şey gör’.
İzafiyet işte bu!
Bir de Einstein’ın İzafiyet Teorisi var ki onun kapsamı oldukça farklı…
***
Şimdi bir bakalım, hayatta göreceli olarak değerlendirdiğimiz, diğer tanıklardan veya diğer izleyicilerden farklı biçimde gördüğümüz; birbirimizden taban tabana zıt biçimde algıladığımız, tanımladığımız, tarif ettiğimiz denizden başka neler var:
Takımlar ve partiler mesela.
Fanatik taraftarları için her şeydir belki; ama o sporla veya politikayla ilgilenmeyenler için hiçbir şeydir partiler ve takımlar!
Bazı yemekler…
Söz gelimi ıspanak.
Temel Reis gibi benim için de üst üste 30 gün hiç yakınmadan yenilebilecek bir yemektir Ispanak. Hiç bıkmam…
Bazıları içinse zulümdür…
Ve daha bin tane görece sayabilirsiniz.
Görece, izafiyet, rölativite…
‘Yeşil işe yaramaz, maviyi sevmek saçma, sadece kırmızı şeyler güzeldir’ diyebilir misiniz Allahaşkına?
Belki de kendinizi zorlayıp bunu dersiniz.
Ama azıcık bunak durumuna düşersiniz.
Kırmızıdan nefret eden bir boğa çıkar karşınıza, o zaman ne olacak?
***
Kışı seven ile yazı seven, vişneyi seven ile kirazı seven, gitarı seven ile sazı seven, vuslatı seven ile nazı seven ilk bakışta tezat gözüküyor… Halbuki bunlar, hayat içinde birbiriyle hem çatışıyor hem de farkına varmadan birbirine karışıyor.
Liste uzayıp gidiyor, kumsal yazılarla doluyor.
Sonra bir dalga geliyor, kumun üstüne yazılmış bütün bu göreceli şeyleri, bütün bu tercihleri silip geçiyor.
Biz ona işte sadece ‘Vay be!’ diyebiliyoruz.
Başka da hiçbir şey yapamıyoruz.