Hz. İbrahim’in babası Azer’le olan mücadelesinden çıkaracağımız dersler!
“Bir zaman o babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?” (Meryem 42)
Meryem suresinin devam eden 43-49. ayetlerinde konuyla ilgili gelişmeler şu şekilde açıklanıştır:
“Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım.
Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah’a âsi oldu. Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum.
(Babası:) Ey İbrahim! dedi, sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!
İbrahim: Selâm sana dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır. Sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki Rabbime dua etmemle bedbaht olmam.
Nihayet İbrahim onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman biz ona İshak ve Yakup’u bağışladık ve her birini peygamber yaptık.”
Bu hadiseden çıkaracağımız önemli sonuçlardan bazısı şunlar olabilir:
Tanrı ya da değerli kişi anlamı taşısın, önünde merasim yapılan, saygı ve tazim gösterilen bütün biçimli nesnelerin ortak özelliği duymamaları, görmemeleri ve kendilerine itibar eden insanlara bir fayda sağlamamalarıdır. Nesneye karşı, -nesne bunun farkında olmadığı halde (taş ya da metal yığınıyken)-, gösterilen tazimi Kuran bir şirk görüp şiddetle kınamaktadır.
Nesneye hangi gerekçeyle olursa olsun bir anlam yüklemek ve nesneyi o anlamın öznesi kılarak nesneye ibadet hissiyle yönelmek, nesnenin manevi huzuru olduğunu kabul etmek, Yüce Allah’ın dışında, bir ubudiyet kaynağı olduğuna inanmak, aldanmak ve şeytana kanmak olarak değerlendirilmiştir.
Bu itikadın canlı cansız versiyonları tarih boyunca daima olagelmiştir. Koruyucu, kurtarıcı, yardım edici gibi sıfatlarla anılan cansız nesneler, manevi olanı işaretleyen kutsal birer sembol görüldüğü gibi, birer canlı varlık olarak ermiş insan, kurtarıcı lider gibi, dini yahut politik kişiler de, bir tapınma nesnesi olarak görülmüş ve yerilmiştir.
Önemli bir diğer çıkarım ise şu olabilir: Din bağı en önemli bağdır; Hazreti İbrahim’le babası Azer’in arasını açan ve birbirlerinden uzaklaştıran aralarında bu bağın yoksunluğu olmuştur. Nuh (as) ile oğlunun arasını açan, Hazreti Muhammed (sav) ile Amcası Ebu Talib’in arasına manevi uzaklık koyan din bağı eksikliğidir. Ne var ki peygamberler daima merhameti öncelemişlerdir. Nitekim Nuh (as), gemiye binmeyip suda boğulan oğlu için üzülmüş ve ölmeden önce onun hidayeti için dua etmişti. Ayrıca Efendimiz Hazreti Muhammed (sav) amcası Ebu Talib Müslüman olmadığı halde, vefatına kadar ona karşı daima şefkat ve merhamet hissiyle dolu olmuş, imana ermesini dilemişti.
Allah tek yaratıcıdır; kulluk, sevgi ve saygı O’nun hakkıdır. İnsanlara iyilik eden, yardımda bulunan o Yüce Zat’tır. Hazreti Musa, İsrailoğullarına, ‘Denizi yarıp sizi Firavun ordusundan ben kurtardım!’ dememiştir. Bu türden iddialar gerçekten aptalca bir şaşkınlıktır; şeytani bir sapmadır. Her şeyi yaratan, yöneten Allah’ı bırakıp ‘şey’lerden tanrı yapıp onlara yönelmek ve böylece Allah’tan uzaklaşmak, akıl ve vicdan sahibi bir varlık olmasına rağmen, insanın akılsız ve vicdansız biri gibi davrandığı anlamı taşır ki, gerçek bir alçaklık örneğidir.
Sonuç: Azer’in, oğlu İbrahim’e yönelttiği “Uzun bir süre benden uzak dur!” öfkeli çıkışına karşı, Hazreti İbrahim babasına, “Sana selâm olsun! diye cevap verdi, Rabbimden seni bağışlamasını isteyeceğim: Çünkü O bana karşı hep lütufkar olmuştur.” Hz. İbrahim’in babasına karşı barışçı bir dil kullanması, babasının hakkı görmesi için Allah’a dua etmesi, beddua etmemesi, mücadelesinde sevgi ve merhamet dilini kullanması, barışçıl bir mücadele yöntemi olarak, ayrıca dikkat çekicidir ve bizlere de yol göstericidir. Devam eden kırk sekizinci ayette ise Hz. İbrahim’in, “Sizi ve Allah’tan başka kulluk ettiğiniz şeyleri bırakıyor ve Rabbime dua ediyorum, umarım ki duamı kabul eden, beni mahrum etmez!” ifadesi, mümkünse putperest toplumu terk etmenin doğru olacağını, değilse putperest ayinlerinden, fiziken ve kalben uzak durulmasının zorunluluğunu da bize öğretir.