“Ey Allah’a eş koşanlar! Siz de O’ndan başka dilediğinize tapın! De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır.” (Zümer 15)
Âlemlerin yegâne Rabbi olan Hak Teâla Hazreti Muhammed (sav)’e Kuran’ı indirdi; tek olan Ulûhiyetini tanıttı, emirlerini, yasaklarını bildirdi; vaatlerini açıkladı ve insanı sorumlu tutarak, seçimlerinde serbest bıraktı.
Bir önceki ayette Hak Din olan İslam’a bir şey ilave etmeden dinin Kuran’da öğretildiği şekliyle yaşanması gerektiği emirleri üzerinde durmuştuk. Bu ayetlerin bir devamı olarak, Zümer suresinin 14’ncü ayetinde Resûl (as)’a, Rabbimiz şu emri vermişti:
“De ki: Evet, ben dini Allah’a özgü (muhlis) kılarak yalnızca O’na kulluk ederim.”
Hazreti Muhammed (sav) ve sahabeleri Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde, dini, Kuran’a karşı en küçük bir muhalefet üretmeden yaşamışlardı.
Müslümanlar, aradan geçen on beş asır boyunca dini hayatlarını yaşarken, din adına çeşitli yorumlar ve kurumlar ürettiler ve bunlara bağlandılar.
Diğer ‘ehl-i kitap’ ise çeşitli şirkler ürettiler. Mesela Hıristiyanlar Hz. İsa (as)’a ‘Rab İsa’ diyerek ona kulluk da bulunuyorlar. Tanrı’ya özelleştiren ve Yahudi soyuna has kılan Musevilik inancı ise baştan sona Allah Teâlâ’ya karşı yapılmış iftiralarla doludur. Afrika’da, Amerika kıtasında, dünyanın her yanında gözüken ‘putçuluk’ ise azalmıyor, maalesef artıyor:
‘Örneğin pek çok Doğu Asya ülkesinde başlangıçta Buda’nın şahsı haksız yere ilahlaştırılmıştır. Daha sonra kendisini temsilen heykelleri yapılarak hatırası ve düşünce sistemi korunmaya çalışılmıştır. Bugün ise bizzat bu heykeller sahte ilahlar haline getirilmiş ve insanların tapındıkları, hürmet ettikleri, dua ettikleri, yardım istedikleri putlar olmuşlardır. Dünyanın pek çok yerinde benzer mantıkta çeşitli puta tapınma şekilleri mevcuttur. Özellikle Uzak Doğu ülkelerinden Çin, Tayland, Myanmar, Nepal, Butan, Kore, Vietnam, Kamboçya, Laos ve tabi Japonya… Hepsinde de puta/heykele tapma yaygın şekilde devam etmektedir.’
Malumdur ki, tüm dünya çocukları, erişkin (akıl baliğ) insanlar oluncaya kadar fıtraten Müslümandırlar. Hz. Peygamber (sav) bir hadisinde bu gerçeği bize şöyle açıkladı:
“Her doğan, İslâm fıtratıyla doğar; sonra, anne-baba onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”
Evet, dünyanın neresinde dünyaya gelirmiş olurlarsa olsunlar, her çocuk dünyaya İslâm fıtratı üzere gelir. Fakat gerek anne-baba, gerek eğitim ve sosyal çevre, hatta artık sosyal medya, salim fıtrata sahip dünya çocuklarının, yanlış dini ve kültürel değerler edinmelerini sağlar. Allah Teâlâ ‘hüsran’ ifadesiyle, büyük yıkım, büyük kayıp olarak andığı bu durumdan anne-babaya olduğu gibi diğer etki alanlarını da sorumlu tutar.
Sonuç: Allah’a ve Kuran’a ulaşmayı engelleyen ve böylece şirkte ve putta kalan yetişkinler, her türlü zulmün de özneleri haline gelerek, bizzat kendileri hüsran bataklığına gömülüp helak oldukları gibi, çoluk çocuklarını ve etki alanları içindeki kişileri de peşlerinden sürükleyerek, veballerini çoğaltmış, kayalaşan günahları, daha da derinlere batmalarına yol açmıştır. Kuran’da ‘hüsran’ sıfatının geçtiği ayetler hep bu çevreleri vurgular:
“Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.”
“…her inatçı zorba da hüsrana uğradı.”
“…batılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır.”
“Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.”
“Allah’ın ayetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.”
“Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolundu: Allah’a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun.”
“Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah’ın kulları hakkında süregelen âdeti budur. İşte o zaman kâfirler hüsrana uğrayacaklardır.”
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.”
“Böylece onlar da yaptıklarının karşılığını tatmışlar ve işlerinin sonu hüsran olmuştur.”
Âlemlerin yegâne Rabbi olan Hak Teâla Hazreti Muhammed (sav)’e Kuran’ı indirdi; tek olan Ulûhiyetini tanıttı, emirlerini, yasaklarını bildirdi; vaatlerini açıkladı ve insanı sorumlu tutarak, seçimlerinde serbest bıraktı.
Bir önceki ayette Hak Din olan İslam’a bir şey ilave etmeden dinin Kuran’da öğretildiği şekliyle yaşanması gerektiği emirleri üzerinde durmuştuk. Bu ayetlerin bir devamı olarak, Zümer suresinin 14’ncü ayetinde Resûl (as)’a, Rabbimiz şu emri vermişti:
“De ki: Evet, ben dini Allah’a özgü (muhlis) kılarak yalnızca O’na kulluk ederim.”
Hazreti Muhammed (sav) ve sahabeleri Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde, dini, Kuran’a karşı en küçük bir muhalefet üretmeden yaşamışlardı.
Müslümanlar, aradan geçen on beş asır boyunca dini hayatlarını yaşarken, din adına çeşitli yorumlar ve kurumlar ürettiler ve bunlara bağlandılar.
Diğer ‘ehl-i kitap’ ise çeşitli şirkler ürettiler. Mesela Hıristiyanlar Hz. İsa (as)’a ‘Rab İsa’ diyerek ona kulluk da bulunuyorlar. Tanrı’ya özelleştiren ve Yahudi soyuna has kılan Musevilik inancı ise baştan sona Allah Teâlâ’ya karşı yapılmış iftiralarla doludur. Afrika’da, Amerika kıtasında, dünyanın her yanında gözüken ‘putçuluk’ ise azalmıyor, maalesef artıyor:
‘Örneğin pek çok Doğu Asya ülkesinde başlangıçta Buda’nın şahsı haksız yere ilahlaştırılmıştır. Daha sonra kendisini temsilen heykelleri yapılarak hatırası ve düşünce sistemi korunmaya çalışılmıştır. Bugün ise bizzat bu heykeller sahte ilahlar haline getirilmiş ve insanların tapındıkları, hürmet ettikleri, dua ettikleri, yardım istedikleri putlar olmuşlardır. Dünyanın pek çok yerinde benzer mantıkta çeşitli puta tapınma şekilleri mevcuttur. Özellikle Uzak Doğu ülkelerinden Çin, Tayland, Myanmar, Nepal, Butan, Kore, Vietnam, Kamboçya, Laos ve tabi Japonya… Hepsinde de puta/heykele tapma yaygın şekilde devam etmektedir.’
Malumdur ki, tüm dünya çocukları, erişkin (akıl baliğ) insanlar oluncaya kadar fıtraten Müslümandırlar. Hz. Peygamber (sav) bir hadisinde bu gerçeği bize şöyle açıkladı:
“Her doğan, İslâm fıtratıyla doğar; sonra, anne-baba onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”
Evet, dünyanın neresinde dünyaya gelirmiş olurlarsa olsunlar, her çocuk dünyaya İslâm fıtratı üzere gelir. Fakat gerek anne-baba, gerek eğitim ve sosyal çevre, hatta artık sosyal medya, salim fıtrata sahip dünya çocuklarının, yanlış dini ve kültürel değerler edinmelerini sağlar. Allah Teâlâ ‘hüsran’ ifadesiyle, büyük yıkım, büyük kayıp olarak andığı bu durumdan anne-babaya olduğu gibi diğer etki alanlarını da sorumlu tutar.
Sonuç: Allah’a ve Kuran’a ulaşmayı engelleyen ve böylece şirkte ve putta kalan yetişkinler, her türlü zulmün de özneleri haline gelerek, bizzat kendileri hüsran bataklığına gömülüp helak oldukları gibi, çoluk çocuklarını ve etki alanları içindeki kişileri de peşlerinden sürükleyerek, veballerini çoğaltmış, kayalaşan günahları, daha da derinlere batmalarına yol açmıştır. Kuran’da ‘hüsran’ sıfatının geçtiği ayetler hep bu çevreleri vurgular:
“Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.”
“…her inatçı zorba da hüsrana uğradı.”
“…batılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır.”
“Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.”
“Allah’ın ayetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.”
“Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolundu: Allah’a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun.”
“Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah’ın kulları hakkında süregelen âdeti budur. İşte o zaman kâfirler hüsrana uğrayacaklardır.”
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.”
“Böylece onlar da yaptıklarının karşılığını tatmışlar ve işlerinin sonu hüsran olmuştur.”