Güzel günlerdi, babam askerlik anılarını anlatır bizde onu can kulağı ile dinlerdik. Babam, aynı anıları her anlattığında farklı bir heyecan duyar, o günleri bir daha yaşardı. O anları sanki yeniden yaşıyormuş gibi olurdu. İyi anılar biriktirmişti. Babamın askere gitmesi ise hayli ilginç olmuş. Sevda ateşi düşmüş babamın yüreğine ve ondan uzun süre kurtulamamış. Durumdan haberdar olan dedem ise henüz babama evlilik için yaşının küçük olduğunu söylermiş. Babam ise sevdasında ısrarcıymış. Dedem bakmış ki bu sevda durumu devam edecek aklına babamın yaşını büyütmek gelmiş. Böylelikle babama kışla yolu gözükecek, evlilik işi de rafa kalkacakmış. Dedem dediğini yapmış, babamın yaşını büyüterek onu kısa yoldan peygamber ocağına yollamış. 03 Kasım 1970 yılında babam, Isparta’da birliğine dâhil olduğunda dedem de köyde keyif çayını yudumluyormuş. Bu yaş büyütme olayını babam hep gülerek anlatırdı. Dedem emeline ulaşınca, babamın evlilik işi de başka bahara kalmış. İki yıl süren askerlik, köprünün altından akan sular her şeyi değiştirmiş ve babam nihayetinde gerçek sevgisini annemde bulmuştu.
Isparta’da başlayan askerlik Kırıkkale’de sona ermiş. 1972 yılında terhis olduğunda geride anılarla dolu bir kışla kalmış. Babam hep askerlik anılarını anlatırken iki arkadaşından söz ederdi. Biri Bursalı, diğeri ise Kırşehirli idi. Askerlik sonrası onlarla görüştüğünü, fakat daha sonra izlerini kaybettiğini üzülerek anlatırdı. Özellikle de Kırşehirli askerlik arkadaşını unutamazdı. Gözleri dolar, sesi titreyerek ondan söz ederdi. Hiç aramadın mı diye sorardık, aramaz mıyım der, ona ulaşamadığı için konuyu kapatmak isterdi. Ya onlar baba, seni hiç aramadılar mı sorusuna ise aynı cevabı verirdi. Hayat meşgalesi hepimizi bir tarafa savurdu, kim bilir onlar hangi zorluğun pençesinde var olma savaşındadırlar derdi. Hep Kırşehirli asker arkadaşını ayrı tutar ve ondan kardeşim diye söz ederdi. Ve bir gün mutlaka onunla bulaşacağına inancı tamdı. Yıllarca hep böyle geçti babamın askerlik anıları o anlattı biz mutlu olduk. Ve bir gün hiç beklenmedik bir telefon gelinceye kadar her şey aynı idi. O gelen çalan telefonun sesi farklı idi telefon ahizenin öte yüzünde ki ses sanki tanıdık bir sesti. Peki, telefon açan kimdi? Ve neden bizi aramıştı?
O günlerde bizde ev telefonu yeni almıştı. Evde farklı bir heyecan vardı. Telefon çaldığında hep birden ayaklanır, hızlı koşan telefonu açardı. O anlarda itiş kakışlarda olurdu. En çokta ablam bu yarışları kazanır ve telefona o bakardı. Ahizeyi alan ablam şaşkındı ve sanki sorguya çekilen bir suçlu gibi davranıyordu. Kısa cevaplar veriyor, duraksıyor, anneme ve bana baktıktan sonra karşı tarafa bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Beş on dakika süren konuşmadan sonra ablam telefonu kapatmıştı. Soru sorması bize geçmişti. Abla arayan kimdi? Sana ne dedi? Niye babamın adını tekrarladın? Ev adresimizi neden söyledin? Birbiri ardına gelen sorular ablamı yormuştu. Kanepeye oturdu ve sorularımıza cevaplar vermeye çalıştı. Arayan kişinin kim olduğunu bilmediğini çünkü arayanın adını gizli tuttuğunu sadece babamın askerlik arkadaşı olduğunu söylediğini dile getirdi. Babamın askerlik yaptığı yerleri, askerliğinin hangi yıllarda olduğunu, babamın nereli olduğunu sordu, bende bildiğim kadarıyla cevapladım dedi ablam. Birde haftaya Cuma günü saat 15.00’da Erzurum’da olacağını babamın da onu terminalden almasını sıkıca tembihledi. Evde herkes şaşkındı. Telefonda ki meçhul ses kimdi ve neden bize gelmek istiyordu. O günlerde cep telefonu olmadığı için durumu hemen babama iletemedik. Babamın eve gelmesini sabırsızlıkla bekledik. Akşam ezanından sonra babam göründüğünde ilk işimiz koşarak ona sabahki durumu anlatmak olmuştu. Babam dinledikten sonra tek bir şey dedi. Vay benim can kardeşim, tertibim, özlemim Nazmi, demek beni buldun ha, demek bir daha birbirimizi görmek nasip olacak ha. Biz yine hiçbir şey anlamamıştık. Babam, bir Nazmi diyor bir Kırşehir diyor başka bir şey demiyordu. Nasılda bu kadar emindi kendisini arayan kişinin Nazmi Amca olduğuna. Ne zaman geleceğini öğrendiğinde ise çocuklar gibi sevinmiş, o günün Cuma olduğunu duyunca da gözlerinden yaşlar akmıştı. Babamı hiç böyle görmemiştim. Neden ağlıyordu ki bir telefon gelmiş, arayan kişinin asker arkadaşı olduğu ona söylemişti. Bu kadar sevinmesine, ağlayıp gözyaşı dökmesine gerek var mıydı? İşte biz bunu Nazmi Amca’mızı tanıdığımızda görecek ve babamın o gün ki ruh halini de anlayacaktık. Dostluk nedir? Vefa nedir? Kan kardeşliği ve kader birliği nasıl olur işte tüm bu duyguları iki asker arkadaşının buluşmasıyla anlayacaktık. Peki; Nazmi Amca babamı nasıl bulmuştu?
Isparta’da başlayan askerlik Kırıkkale’de sona ermiş. 1972 yılında terhis olduğunda geride anılarla dolu bir kışla kalmış. Babam hep askerlik anılarını anlatırken iki arkadaşından söz ederdi. Biri Bursalı, diğeri ise Kırşehirli idi. Askerlik sonrası onlarla görüştüğünü, fakat daha sonra izlerini kaybettiğini üzülerek anlatırdı. Özellikle de Kırşehirli askerlik arkadaşını unutamazdı. Gözleri dolar, sesi titreyerek ondan söz ederdi. Hiç aramadın mı diye sorardık, aramaz mıyım der, ona ulaşamadığı için konuyu kapatmak isterdi. Ya onlar baba, seni hiç aramadılar mı sorusuna ise aynı cevabı verirdi. Hayat meşgalesi hepimizi bir tarafa savurdu, kim bilir onlar hangi zorluğun pençesinde var olma savaşındadırlar derdi. Hep Kırşehirli asker arkadaşını ayrı tutar ve ondan kardeşim diye söz ederdi. Ve bir gün mutlaka onunla bulaşacağına inancı tamdı. Yıllarca hep böyle geçti babamın askerlik anıları o anlattı biz mutlu olduk. Ve bir gün hiç beklenmedik bir telefon gelinceye kadar her şey aynı idi. O gelen çalan telefonun sesi farklı idi telefon ahizenin öte yüzünde ki ses sanki tanıdık bir sesti. Peki, telefon açan kimdi? Ve neden bizi aramıştı?
O günlerde bizde ev telefonu yeni almıştı. Evde farklı bir heyecan vardı. Telefon çaldığında hep birden ayaklanır, hızlı koşan telefonu açardı. O anlarda itiş kakışlarda olurdu. En çokta ablam bu yarışları kazanır ve telefona o bakardı. Ahizeyi alan ablam şaşkındı ve sanki sorguya çekilen bir suçlu gibi davranıyordu. Kısa cevaplar veriyor, duraksıyor, anneme ve bana baktıktan sonra karşı tarafa bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Beş on dakika süren konuşmadan sonra ablam telefonu kapatmıştı. Soru sorması bize geçmişti. Abla arayan kimdi? Sana ne dedi? Niye babamın adını tekrarladın? Ev adresimizi neden söyledin? Birbiri ardına gelen sorular ablamı yormuştu. Kanepeye oturdu ve sorularımıza cevaplar vermeye çalıştı. Arayan kişinin kim olduğunu bilmediğini çünkü arayanın adını gizli tuttuğunu sadece babamın askerlik arkadaşı olduğunu söylediğini dile getirdi. Babamın askerlik yaptığı yerleri, askerliğinin hangi yıllarda olduğunu, babamın nereli olduğunu sordu, bende bildiğim kadarıyla cevapladım dedi ablam. Birde haftaya Cuma günü saat 15.00’da Erzurum’da olacağını babamın da onu terminalden almasını sıkıca tembihledi. Evde herkes şaşkındı. Telefonda ki meçhul ses kimdi ve neden bize gelmek istiyordu. O günlerde cep telefonu olmadığı için durumu hemen babama iletemedik. Babamın eve gelmesini sabırsızlıkla bekledik. Akşam ezanından sonra babam göründüğünde ilk işimiz koşarak ona sabahki durumu anlatmak olmuştu. Babam dinledikten sonra tek bir şey dedi. Vay benim can kardeşim, tertibim, özlemim Nazmi, demek beni buldun ha, demek bir daha birbirimizi görmek nasip olacak ha. Biz yine hiçbir şey anlamamıştık. Babam, bir Nazmi diyor bir Kırşehir diyor başka bir şey demiyordu. Nasılda bu kadar emindi kendisini arayan kişinin Nazmi Amca olduğuna. Ne zaman geleceğini öğrendiğinde ise çocuklar gibi sevinmiş, o günün Cuma olduğunu duyunca da gözlerinden yaşlar akmıştı. Babamı hiç böyle görmemiştim. Neden ağlıyordu ki bir telefon gelmiş, arayan kişinin asker arkadaşı olduğu ona söylemişti. Bu kadar sevinmesine, ağlayıp gözyaşı dökmesine gerek var mıydı? İşte biz bunu Nazmi Amca’mızı tanıdığımızda görecek ve babamın o gün ki ruh halini de anlayacaktık. Dostluk nedir? Vefa nedir? Kan kardeşliği ve kader birliği nasıl olur işte tüm bu duyguları iki asker arkadaşının buluşmasıyla anlayacaktık. Peki; Nazmi Amca babamı nasıl bulmuştu?