Uyum problemi yaşamasın diye çocuklarımızı ilk sınıflara bir hafta önceden göndermeye başladık.
İlkokul 1…
Ortaokul 1…
Lise 1’ler bu haftadan okullu oldu.
Devamı hemen hafta başı geliyor.
Türkiye’nin nüfusu genç, dinamik ve herşey çok hareketli.
Bunlar işin olumlu tarafları bir de bu genç nüfusu güzel yetiştirmek, doğru yönlendirmek gibi işin zor ve meşakkatli tarafı var.
Şimdi hemen gülü seven dikenine katlanır diyenleriniz olacaktır.
Haklısınız ancak diken gülü al kanları boyamış… hakikatten habersiz bir iyimserlik cümlesiyse kurduğunuz laf-ı güzaftan öteye gitmez!
Genç nüfus dediğimiz bu devasa kitle iyi okumak, iyi yaşamak ve iyi meslek sahibi olmak istiyor.
Hakları değil mi? Elbette öyle.
Peki biz aileler olarak bunu sağlamak için ne yapıyoruz?
Dişimizi tırnağımıza takıp, kendi hayatımızdan fedakarlık yapıp herşeyi onlara feda ediyoruz diyormuşsunuz gibi geldi bana.
Nereden mi çıkardım bunu?
Sabahtan akşama kadar çarşıda, pazarda, kahvede dinlediklerimden elbette.
Ekonomik sıkıntıların zirve yaptığı bu günlerde annelerin, babaların, dedelerin, ninelerin fedakarlıklarına diyecek birşeyim yok!
Belki de dünyanın imece usulü çocuk yetiştirmede en başarılı ülkesidir Türkiye.
Dede toruna kendi boğazına harcadığından çok verir.
Anne baba zaten kendilerini oradan oraya atıp dururlar ki, çocuklarının eksiği gediği olmasın.
Netice itibarıyla bizim memlekette inanılmaz bir mucize her gün gerçekleşir ve dört çocuk bir asgari ücret giren evde okur, giyer, yer, içer. Hem de şartlarla kıyas götürmeyecek bir sonuç doğurur bu çaba.
İşte imece usulu dediğimiz budur.
Bulgur, patates, peynir, yağ memleketten.
Kılık kıyafet, okul gereçleri amcadan, teyzeden.
Utanılacak değil gurur duyulacak bir ortak çalışmanın örneğidir yaşadıklarımız.
Gelenekler, inanç, bizi biz yapan değerler bir araya gelir ve bu inanılmaz mucizeyi oluşturur. Siz bakmayın sabahtan akşama kadar goygoy yapanlara.
Daha iyi imkanlar olmaz mı?
O da söz mü olmalı elbette. Ancak olanı böylesine görmezden gelmekle olmaz daha iyisi.
Söze okula uyumdan başladık ve zor dönemlerin nasıl üstesinden geldiğimize dair birkaç kelama dayandı cümleler.
Ben asıl meseleyi şuna getirmek istiyordum ama bu sütuna ayrılan yer kısıtlı, yine de bir cümle bahsedip uzunlamasına konuşmayı sonraya bırakalım.
Peki bakımına, beslenmesine bu kadar emek verdiğimiz çocukların akıllarının, vicdanların, duygularının gelişmesini kime bırakıyoruz?
Ne yazık ki, sokaktaki ne olduğu belirsiz insanlara ve onlardan koruyabildiklerimizi de evimizin baş köşesinde ağırladığımız televizyona!
Sonra da soruyoruz; “bu çocuklar neden bizim değerlerimize uyum gösteremiyorlar?”
Gösteremezler tabii sen onlara okula başlarken verilen fırsat kadar bile uyum imkanı tanımıyorsun ki!
Sabah işte, akşam televizyondasın.
Eve uyum göstermesini beklediğin can parelerin önce senden tebessümle yüzlerine bakıp, dikkatini dağıtmadan sadece ona vereceğin iki dakika bekliyorlar.
Okuldan önce eve uyum şart!
Çocuktan önce ebeveynlere hem de.
Hadi ama yetmedi mi bu gurbet. Artık eve dönmelisin!