Aralık 2019’ün sonlarıydı. Hava soğuk ve ayaz vardı. O gün göğüs hastanesi koridorlarında ise sessiz bir bekleyiş vardı. Babamdan önce sıvı alınmış ve ardından ise kan verilmişti. Bazı sonuçların çıkması ise ertesi güne kalmıştı. Babamın hastanede olduğunu duyan dayım, Agâh Amca ve Nazmi Abiler hemen yanımıza gelmişlerdi. Babamın akciğerinden sıvı ve damalarından kan alınırken yaşadığı ilk tedirginliği onları görünce sona ermişti. Yüzünde tebessüm belirmiş ve her zaman ki haline geri dönmüştü. Eliyle gelenleri yanına çağırıyor, kendince kendisinde bir şeyin olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Onların o mimiklerle yapılan muhabbeti sürerken ben küçük kardeşim Mesut’a baktım, yüzü bembeyaz kesilmişti. Bir şeyler biliyor fakat bunu önce kendine sonra bizlere söylemeye çekiniyordu. Ben o kötü senaryoların birinin bile olması tahmin bile etmek istemiyordum. Hâlbuki babam aylar öncesinden hastalığın pençesine düşmüşte bizim ve kendisinin haberi olmamıştı. Babam aslında göğsünde bir ağrısının olduğunu ve yemek yerken bazen tıkandığını anneme daha önceleri birkaç kez söylemiş. Annemin ihmal etme bir doktora görün tembihlerini ise çoğu zaman kulak ardı etmişti babam. Son zamanlarda ise ağrılar artmaya başlayınca çözüm bulma arayışına yönelmişti. Bir keresinde ise Mareşal Fevzi Çakmak Hastanesine birlikte kan vermeye gitmiştik. Benim orada babamdan alınan kanlar dikkatimi çekmişti. Babamdan alınan kan örnekleri siyah ve katı gözüküyordu. Kanları öyle görünce şaşırmıştım. Babama o an bir şey demedim. Sonuçları bekleyelim ona göre hareket ederiz diye düşünmüştüm. Sonuçlarda bir şey çıkmamıştı. Bir başka doktor ise babama endoskopi yapalım ve o bölgeden parça alalım demesine rağmen babam bundan kaçmıştı. Keşke o gün o parçayı verseymiş desek te mukadderatın önüne hiç kimse geçemez, ömür o kadar yazılmış, ne bir fazla dakika ne bir eksik saniye…
Dayım ve diğer akrabalar babama moral vermeye çalışıyor, biz ise çıkan tahlillerle ilgili doktorlardan bir şeyler öğrenmeye çalışıyorduk. Doktor Hanım’ın her türlü sonuca hazırlıklı olmanız gerekli sözü başımızdan kaynar suların dökülmesi gibiydi. Nasıl yani dedik? Akciğerde toplanan sıvının genelde iyi sonuçlar vermediği ve kötü bir hastalığın belirtisi olabileceğini söylemişti doktor hanım. Bazen gerçekleri öğrenmek acı verir ya insana işte bizde o gün gerçekleri öğrendiğimizde acımız da başlamıştı. Bir içerde sedye üzerinde bekleyen babama, birde dışarıda koridorda elinde çantasıyla bir o başa bir diğer başa gidip gelen anneme baktım ve bir anda babamla geçirdiğimiz yıllarımın gözlerim önünden geçtiğine şahit oldum. Evet, hayat bu sevinci ve hüznüyle yaşanmaya değerdi. Sonuç ne olursa olsun şükrü elden bırakmamak lazımdı. Böyle durumlarda hasta, hasta yakınları ve hastane çalışanları da dâhil olmak üzere herkes bir imtihana tabi tutulur. Bu yüzden imtihanında sırrına varmak gerekir. Hasta, hastalığının bir musibet değil, günahlarından arınma için yüce yaratıcı tarafından verilen bir mükâfat olduğuna kanaat getirmişse ne mutlu o insanadır. Aylarca ağır tedavi gören babamı düşündüm de acaba isyan etti mi? Neden bu dert bana verildi dedi mi? Çok şükür ki bir gün dahi ağzından sitem dolu bir söz duymadık, duymadım. Bu yaşıma kadar rabbim bana sağlık verdi, mutlu ve mesut yaşadım. Bundan sonra ne gelirse yine onun bana lütfudur bu dedi, ona göre yaşadı ve hayata gözlerini kapadı. Bizler ise ona hastalığını belli etmemeye çalıştık. Biz bilmedi diye düşündük ama işin gerçeği onunla gitti. Belki de bildi oda bize bizim bilmediğimizi göstermeye çalıştı. Nihayetinde babam yıllarca hastanede çalışmış ve ambülans şoförlüğü yapmıştı. Bu tarz sonuçlarla binlerce kez karşılamıştı. Bilmemesi mümkün değildi. Belki de o kadar ağır bir hastalığının olduğunu bilemedi veyahut tahmin edemedi.
Göğüs Hastanesinden çıktığımızda babam, dayım, Agâh Amca ve Nazmi Abileri çay içmeye eve davet etmişti. Babam siyah paltosu üzerinde şaşkınlığı gitmiş bir halde etrafında ki toparlayıp bir an önce eve götürmeye çalışıyordu. Babam akraba canlısı biriydi. İkramda bulunmayı ve yedirmeyi seven bir insandı. Kendisi dışında herkes için pervane olurdu. Bu canlının çocuk veya yaşlı olması ise onun için fark etmezdi. Sonunda muradına nail olmuştu. Daveti kabul edilmişti. Babam hemen gözü gibi sevdiği, ömrünün büyük bir bölümünü tükettiği taksisine binmiş ve arkadan gelmeleri için misafirlerine iyice tembihlerde bulunmuştu. Onlar gitmiş biz ise hastanede kalmıştık. Babamın durumun kötü olduğunu artık anlamıştım. Doktor Hanım hemen bir endoskopi yapılmasını istiyordu. Durum beklediğimizden de kötüydü ve biz onu henüz o gece orada idrak edememiştik belki de etmek istememiştik.
Dayım ve diğer akrabalar babama moral vermeye çalışıyor, biz ise çıkan tahlillerle ilgili doktorlardan bir şeyler öğrenmeye çalışıyorduk. Doktor Hanım’ın her türlü sonuca hazırlıklı olmanız gerekli sözü başımızdan kaynar suların dökülmesi gibiydi. Nasıl yani dedik? Akciğerde toplanan sıvının genelde iyi sonuçlar vermediği ve kötü bir hastalığın belirtisi olabileceğini söylemişti doktor hanım. Bazen gerçekleri öğrenmek acı verir ya insana işte bizde o gün gerçekleri öğrendiğimizde acımız da başlamıştı. Bir içerde sedye üzerinde bekleyen babama, birde dışarıda koridorda elinde çantasıyla bir o başa bir diğer başa gidip gelen anneme baktım ve bir anda babamla geçirdiğimiz yıllarımın gözlerim önünden geçtiğine şahit oldum. Evet, hayat bu sevinci ve hüznüyle yaşanmaya değerdi. Sonuç ne olursa olsun şükrü elden bırakmamak lazımdı. Böyle durumlarda hasta, hasta yakınları ve hastane çalışanları da dâhil olmak üzere herkes bir imtihana tabi tutulur. Bu yüzden imtihanında sırrına varmak gerekir. Hasta, hastalığının bir musibet değil, günahlarından arınma için yüce yaratıcı tarafından verilen bir mükâfat olduğuna kanaat getirmişse ne mutlu o insanadır. Aylarca ağır tedavi gören babamı düşündüm de acaba isyan etti mi? Neden bu dert bana verildi dedi mi? Çok şükür ki bir gün dahi ağzından sitem dolu bir söz duymadık, duymadım. Bu yaşıma kadar rabbim bana sağlık verdi, mutlu ve mesut yaşadım. Bundan sonra ne gelirse yine onun bana lütfudur bu dedi, ona göre yaşadı ve hayata gözlerini kapadı. Bizler ise ona hastalığını belli etmemeye çalıştık. Biz bilmedi diye düşündük ama işin gerçeği onunla gitti. Belki de bildi oda bize bizim bilmediğimizi göstermeye çalıştı. Nihayetinde babam yıllarca hastanede çalışmış ve ambülans şoförlüğü yapmıştı. Bu tarz sonuçlarla binlerce kez karşılamıştı. Bilmemesi mümkün değildi. Belki de o kadar ağır bir hastalığının olduğunu bilemedi veyahut tahmin edemedi.
Göğüs Hastanesinden çıktığımızda babam, dayım, Agâh Amca ve Nazmi Abileri çay içmeye eve davet etmişti. Babam siyah paltosu üzerinde şaşkınlığı gitmiş bir halde etrafında ki toparlayıp bir an önce eve götürmeye çalışıyordu. Babam akraba canlısı biriydi. İkramda bulunmayı ve yedirmeyi seven bir insandı. Kendisi dışında herkes için pervane olurdu. Bu canlının çocuk veya yaşlı olması ise onun için fark etmezdi. Sonunda muradına nail olmuştu. Daveti kabul edilmişti. Babam hemen gözü gibi sevdiği, ömrünün büyük bir bölümünü tükettiği taksisine binmiş ve arkadan gelmeleri için misafirlerine iyice tembihlerde bulunmuştu. Onlar gitmiş biz ise hastanede kalmıştık. Babamın durumun kötü olduğunu artık anlamıştım. Doktor Hanım hemen bir endoskopi yapılmasını istiyordu. Durum beklediğimizden de kötüydü ve biz onu henüz o gece orada idrak edememiştik belki de etmek istememiştik.