“Çok geçmeden Hüdhüd geldi: Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana doğru haber getirdim.” (Neml 22)
Neml suresinin 21-28. ayetleri şu şekildedir: “Süleyman kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana açık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım! Çok geçmeden Hüdhüd geldi: Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana doğru haber getirdim. Gerçekten, Sebe’lilere hükümdarlık eden kendisine saltanat verilmiş büyük tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuş. Doğru yolu bulamıyorlar. Şeytan istiyor ki, göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler. Hâlbuki Arş’ın sahibi Allah’tan başka Tanrı yoktur. Süleyman Hüdhüd’e dedi ki: Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak.”
Hayvanların her hali fıtridir; her bir varlık, kendi varlığını gerçekleştirecek ve çevreye adapte olacak içgüdüye, zekaya ve iradeye sahiptir. Haberleşmede kullanılan posta güvercinleri ve kanarya gibi bazı ötücü kuş türleri eskiden beri bilinmektedir. Kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte, özellikle belgesel yayıncılığın öne çıkması sonucu, gözlem ve araştırmaya dayalı, yüzlerce kuş türünü, bunların sahip olduğu güç ve yeteneği bize tanıtmıştır. Ancak hayvanların neyi nasıl bildiği, gördüğü, duyduğu, hissettiği, düşünce ürettiği ve ilettiği, her bir kuşun zihninin nasıl çalıştığı gibi onlarca soru tam olarak cevaplandırılmış değildir.
Kuşların ötme ve çeşitli sesler çıkarma eylemleri kendi aralarındaki bir iletişim dilidir. Bizim bugünkü bilgimiz ‘kuşdili’ni anlamaya kâfi gelmiyor, fakat Allah’ın kendilerini eğittiği peygamberler, örneğin Hz. Süleyman ve daha önce babası Hz. Davut, bu tür bilgiye sahipti.
Sonuç: Kuran’da anlatılan Hüdhüd örneğinin iki cephesi üzerinde durulabilir. Birinci cephesinde şu gözüküyor: İnsanlar, ‘kuşdili’ni çözerse, kuşlardan farklı amaçlarla istifade edebilir, bu bilgiler bilim ve teknikte yeni gelişmelere yol açabilir. İkinci yönü ise şudur: Mucize kabilinden hadiseler her ne kadar peygamberlere izafe edilerek anlatılsa da aksine Allah’ın izni ve dilemesiyle gerçekleşir. Hüdhüd’ü anlamaya çalışırken asıl Yaratan Rabbi anlamaya çalışmalıdır. Çünkü Hüdhüd kuşu yahut Hz. Süleyman örneğindeki, gözlerimizi kamaştıran fevkaladelikler, öznelerde kalırsa insan bakmış, fakat hakikati görememiş olacaktır! Tabiattaki varlık eylemlerini gerçek failleri olan âlemlerin Rabbine vermemek varoluştaki hikmetleri anlamamak demektir. Hüdhüd’ün yaptığı gözlem ve diploması bir kraliçenin ve onun kavminin Hz. Süleyman vasıtasıyla Hak Dine kavuşmasını sağladı. Bu türden yüce bir gayeye matuf olmadıkça ‘kuşdili’ni bilmek, tabiat üzerinde yürütülen hikmetsiz çabalar, insanın müspet yönde ilerlemesine hizmet etmemekte ve etmeyecektir!
Neml suresinin 21-28. ayetleri şu şekildedir: “Süleyman kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana açık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım! Çok geçmeden Hüdhüd geldi: Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana doğru haber getirdim. Gerçekten, Sebe’lilere hükümdarlık eden kendisine saltanat verilmiş büyük tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuş. Doğru yolu bulamıyorlar. Şeytan istiyor ki, göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler. Hâlbuki Arş’ın sahibi Allah’tan başka Tanrı yoktur. Süleyman Hüdhüd’e dedi ki: Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak.”
Hayvanların her hali fıtridir; her bir varlık, kendi varlığını gerçekleştirecek ve çevreye adapte olacak içgüdüye, zekaya ve iradeye sahiptir. Haberleşmede kullanılan posta güvercinleri ve kanarya gibi bazı ötücü kuş türleri eskiden beri bilinmektedir. Kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte, özellikle belgesel yayıncılığın öne çıkması sonucu, gözlem ve araştırmaya dayalı, yüzlerce kuş türünü, bunların sahip olduğu güç ve yeteneği bize tanıtmıştır. Ancak hayvanların neyi nasıl bildiği, gördüğü, duyduğu, hissettiği, düşünce ürettiği ve ilettiği, her bir kuşun zihninin nasıl çalıştığı gibi onlarca soru tam olarak cevaplandırılmış değildir.
Kuşların ötme ve çeşitli sesler çıkarma eylemleri kendi aralarındaki bir iletişim dilidir. Bizim bugünkü bilgimiz ‘kuşdili’ni anlamaya kâfi gelmiyor, fakat Allah’ın kendilerini eğittiği peygamberler, örneğin Hz. Süleyman ve daha önce babası Hz. Davut, bu tür bilgiye sahipti.
Sonuç: Kuran’da anlatılan Hüdhüd örneğinin iki cephesi üzerinde durulabilir. Birinci cephesinde şu gözüküyor: İnsanlar, ‘kuşdili’ni çözerse, kuşlardan farklı amaçlarla istifade edebilir, bu bilgiler bilim ve teknikte yeni gelişmelere yol açabilir. İkinci yönü ise şudur: Mucize kabilinden hadiseler her ne kadar peygamberlere izafe edilerek anlatılsa da aksine Allah’ın izni ve dilemesiyle gerçekleşir. Hüdhüd’ü anlamaya çalışırken asıl Yaratan Rabbi anlamaya çalışmalıdır. Çünkü Hüdhüd kuşu yahut Hz. Süleyman örneğindeki, gözlerimizi kamaştıran fevkaladelikler, öznelerde kalırsa insan bakmış, fakat hakikati görememiş olacaktır! Tabiattaki varlık eylemlerini gerçek failleri olan âlemlerin Rabbine vermemek varoluştaki hikmetleri anlamamak demektir. Hüdhüd’ün yaptığı gözlem ve diploması bir kraliçenin ve onun kavminin Hz. Süleyman vasıtasıyla Hak Dine kavuşmasını sağladı. Bu türden yüce bir gayeye matuf olmadıkça ‘kuşdili’ni bilmek, tabiat üzerinde yürütülen hikmetsiz çabalar, insanın müspet yönde ilerlemesine hizmet etmemekte ve etmeyecektir!