“İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” (Ra’d 11)
Modern sosyolojiye tabi insanlar, yalnızlıktan pek çok şikâyet etmektedirler. Kendisini kimsesiz sanan kişi manevî varlıkları göre bilseydi kendisiyle ilgili ne çok meleğin görev yaptığını hayretle müşahede edecekti. Batı toplumlarında evliliklerin azaldığı ve yaşlı nüfusun arttığı malûmdur; evlerinde tek başlarına yaşayan insanların, kedi-köpek beslemelerinin bir nedeni de, hayvanların arkadaşlığıyla yalnızlıklarını gidermeye çalışmalarıdır, denilebilir. Yalnızlık kimse için bir yaşam tarzı olamaz; hissi yahut felsefi kimi yorumlarla yalnızlık meşru gösterilemez. (Yalnızlığın zararlarıyla ilgili pek çok bilimsel yayın bulunmaktadır.)
Her ne kadar gelişmiş toplumlarda insanlar kendilerini yalnız hissetseler de Kuran penceresinden bakıldığında insanı Yaratan’ın insanı yalnız bırakmadığını görmekteyiz. Zât-ı İlâhî, her insana onun şahdamarından daha yakındır. Öte yandan Allah, insanı melekleriyle de kontrol altına almıştır. İnsanın zahiri ve batını, evveli ve ahiri sahiplidir ve kayıt altındadır.
Ayetin devam eden bölümünde yer alan “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” ifadesi de Kuran sosyolojisinin mühim bir kanunudur: Toplumlar ister hidayet ister dalalet üzere bir hayatı tercih etsinler; imtihan sırrı gereği, insanlar irade ve eylemleriyle neyi yapmak isterlerse, ne olmak isterlerse, Allahü Teâlâ kişinin iradesini ve fiilini mümkün kılmaktadır. Enfâl suresinin elli üçüncü âyetinde bu durum şu manayla da vurgulanmıştır: “Bu durum, Allah’ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, her şeyi bilendir.”
Beşerî yahut dinî, iyilik ve kötülük olarak kabul edilen tutum ve davranışlar söz konusudur. Mümin kimse için önemli olan dinin ortaya koyduğu iyilik tanımına uygun bir hayatı yaşamaktır. Bireysel yahut toplumsal, bir kavim iyi olan bir fiili kötü bir fiille değiştirirse, Allah da değişimi yaratmaktadır. Demek ki, insan, nefsini ve imkânını Allah’ın razı olmadığı bir şekilde kullandığında, bu en hafifinden Mevlâ’ya karşı bir şımarıklık ve kibir olacaktır.
Mesela Allah kişiye sıhhat ve mal vermiştir; fakat kişi Allah’ın yasakladığı içkiyi içmektedir. Tövbe etmese, haram bir maddeyi içmeye devam etse, sonunda alkolik olacak, bedenen, ruhen ve madden çökecektir. Bu, kişinin kendi eliyle kendi başına geçirdiği bir bela çuvalı olacaktır. Kişi sıhhatini ve imkânını Allah’ın rızası için kullansaydı, belki de son nefesine kadar sürecek, güzellikler içinde yaşanan bir hayata sahip olacaktı. O halde, olumlu olumsuz, değişmeyi talep edeni Allah da değiştirmekte ve sonucundan kişiyi yahut toplumu sorumlu tutmaktadır.
Sonuç: İslam dünyası neden bu halde? Sorusunun cevabı da bu âyette verilmiştir. Kısaca ifade edersek; Müslümanların yaşadığı zulüm ve perişanlık, Allah’ın bir takdiri değil, kendi seçimlerinin bir sonucudur. Allah’ın yardımını ve rahmetini umanlar, önce hayatlarını Allah’ın emir ve yasaklarına göre yeniden ve süratli bir şekilde tanzim etmelidirler. O takdirde ilâhî yardımı yanlarında hazır bulacaklardır; küfrün imana galebesi derhal sona erecektir.
Modern sosyolojiye tabi insanlar, yalnızlıktan pek çok şikâyet etmektedirler. Kendisini kimsesiz sanan kişi manevî varlıkları göre bilseydi kendisiyle ilgili ne çok meleğin görev yaptığını hayretle müşahede edecekti. Batı toplumlarında evliliklerin azaldığı ve yaşlı nüfusun arttığı malûmdur; evlerinde tek başlarına yaşayan insanların, kedi-köpek beslemelerinin bir nedeni de, hayvanların arkadaşlığıyla yalnızlıklarını gidermeye çalışmalarıdır, denilebilir. Yalnızlık kimse için bir yaşam tarzı olamaz; hissi yahut felsefi kimi yorumlarla yalnızlık meşru gösterilemez. (Yalnızlığın zararlarıyla ilgili pek çok bilimsel yayın bulunmaktadır.)
Her ne kadar gelişmiş toplumlarda insanlar kendilerini yalnız hissetseler de Kuran penceresinden bakıldığında insanı Yaratan’ın insanı yalnız bırakmadığını görmekteyiz. Zât-ı İlâhî, her insana onun şahdamarından daha yakındır. Öte yandan Allah, insanı melekleriyle de kontrol altına almıştır. İnsanın zahiri ve batını, evveli ve ahiri sahiplidir ve kayıt altındadır.
Ayetin devam eden bölümünde yer alan “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” ifadesi de Kuran sosyolojisinin mühim bir kanunudur: Toplumlar ister hidayet ister dalalet üzere bir hayatı tercih etsinler; imtihan sırrı gereği, insanlar irade ve eylemleriyle neyi yapmak isterlerse, ne olmak isterlerse, Allahü Teâlâ kişinin iradesini ve fiilini mümkün kılmaktadır. Enfâl suresinin elli üçüncü âyetinde bu durum şu manayla da vurgulanmıştır: “Bu durum, Allah’ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, her şeyi bilendir.”
Beşerî yahut dinî, iyilik ve kötülük olarak kabul edilen tutum ve davranışlar söz konusudur. Mümin kimse için önemli olan dinin ortaya koyduğu iyilik tanımına uygun bir hayatı yaşamaktır. Bireysel yahut toplumsal, bir kavim iyi olan bir fiili kötü bir fiille değiştirirse, Allah da değişimi yaratmaktadır. Demek ki, insan, nefsini ve imkânını Allah’ın razı olmadığı bir şekilde kullandığında, bu en hafifinden Mevlâ’ya karşı bir şımarıklık ve kibir olacaktır.
Mesela Allah kişiye sıhhat ve mal vermiştir; fakat kişi Allah’ın yasakladığı içkiyi içmektedir. Tövbe etmese, haram bir maddeyi içmeye devam etse, sonunda alkolik olacak, bedenen, ruhen ve madden çökecektir. Bu, kişinin kendi eliyle kendi başına geçirdiği bir bela çuvalı olacaktır. Kişi sıhhatini ve imkânını Allah’ın rızası için kullansaydı, belki de son nefesine kadar sürecek, güzellikler içinde yaşanan bir hayata sahip olacaktı. O halde, olumlu olumsuz, değişmeyi talep edeni Allah da değiştirmekte ve sonucundan kişiyi yahut toplumu sorumlu tutmaktadır.
Sonuç: İslam dünyası neden bu halde? Sorusunun cevabı da bu âyette verilmiştir. Kısaca ifade edersek; Müslümanların yaşadığı zulüm ve perişanlık, Allah’ın bir takdiri değil, kendi seçimlerinin bir sonucudur. Allah’ın yardımını ve rahmetini umanlar, önce hayatlarını Allah’ın emir ve yasaklarına göre yeniden ve süratli bir şekilde tanzim etmelidirler. O takdirde ilâhî yardımı yanlarında hazır bulacaklardır; küfrün imana galebesi derhal sona erecektir.