“Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah güçlüdür, Hakimdir.” (Mâide 38)
Ceza hukuku her millette vardır; tarihin her devrinde icra edilmiştir. Suç ve ceza kavramları sübjektif değil, objektiftir. Her millette suç sayılan fiiller söz konusudur. Suç, bir hakkın gasbı olduğundan karşılığında bir ceza öngörülmüştür. Yaygın bir kabule göre insanlar bizzat kendileri adaleti icra etmeye kalkamazlar. Fenalığa fenalıkla mukabelede bulunmak ceza değil, intikamdır. İslam dininde cezalandırma hakkı Adil-i mutlak Hakk teâlaya aittir. Örfen yapılan cezalandırmaların ruhu da yine dine dayanır. İslam devleti (hükumet, otorite) ceza verme hakkını şeraitten (kanun) alır ve icara eder.
Allah, kainatı dengeli ve ölçülü olarak yaratmıştır. Her varlığın fiziki yapısında ve fiilinde bir denge ve ölçü vardır. Bitki, hayvan ve insan hepsi de denge ve ölçü içinde hareket eder. Hayvanların avlanmasında bile bir denge ve ölçü vardır. İşte bu Rabbimizin kainattaki Adil sıfatının bir tecellisidir. Kur’ân’da ifade edilen suçlar ve suçlar için öngörülen cezaların ruhu da ferdi ve sosyal hayatı korumak gayesine matuf, dengenin ve ölçünün sağlanması ve korunmasından ibarettir.
Uzay, dünya, bitki ve hayvanlar Halik-ı alemin mülküdür; varlık Onun koyduğu kanunlar (fıtrat) üzere hareket eder. Canlılar sevk-i tabii (içgüdü) ile hareket ederken insan irade ve istediğini yapma kudretine de sahip yegane canlıdır. Demek sevk-i tabii bir kanun olduğu gibi irade ve ihtiyar da bir kanundur. İnsan iradesini ve ihtiyarını kullanarak kendisine bir yol belirler ve yer yüzünde bir amaca uygun olarak hareket eder. Bir noktadan başlayıp diğerine varırken hayvanlar gibi sadece sevk-i tabii ile hareket etmez; insan varoluşunu gerçekleştirirken içgüdülerinin yanı sıra daha çok şeriata (kanun) tabi olur.
İrade ve hürriyet sahibi insanın önüne neyin suç neyin ceza olduğu konulmuştur. İnsanın sorumlulukları ve görevleri vardır. Hürdür; haliyle hayatından ve yaptıklarından sorumludur. Eylemlerinin kanun (şeriat) kapsamında değerlendirileceği kendisine bildirilmiştir. Canlılar iradi fiillerden yoksun olduklarından yaptıkları şeriat (kanun) kapsamında değerlendirilmez. Bir sinek insanın eline, yüzüne konsa sineğe şahsa verdiği eza nedeniyle ceza verilemez; fakat insan iradesiyle o sineği öldürürse Allah indinde sorumlu olur.
İnsan soyu sosyal bir varlıktır, yeryüzünde cemiyetler halinde yaşar. İnsanlar birbirleriyle daima ilişki içindedirler. İnsan davranışının büyük bölümü bir menfaat davranışıdır. Hatta insana kendi istekleri peşinde hareket eden varlık bile denilebilir. Haliyle sosyal hayatta menfaat çatışması sürekli bir durum olarak gözlenir. Menfaat çatışması suçun da kaynağını teşkil etmektedir. Adaleti tesis etmekle mükellef devletler diğer sebeplerin yanı sıra en çok da güçlünün, kurnazın, hilekârın, zalimin fiilinden mazlumu korumak için ortaya çıkmışlardır. Devlet, ruhu itibariyle şeriata (kanuna) tekabül eder. Devletin esas görevlerinden biri vatandaşlarının şahsi faaliyetlerini diğer insanlara zarar vermemek üzere tahdit ve himaye etmektir. Devlet bunu hukukla, kanunla yapar. Kanun, insanın şahsını ve menfaatlerini korur ve himaye eder. Devletlerin, insanların haklarını korumak için cebir ve kuvvet kullanmaya hakları vardır; fakat cebir ve kuvvet, hukuktan ayrılamaz. Ayrılırsa bu kez devlet en büyük cinayeti işliyor demek olur ki, bu çağ bu cinayetlerin örnekleriyle doludur.
Suçlar, sadece kanunların varlığıyla engellenemez. İslamdaki yasaklar suçu engellemeyi de amaçlar. İslam, ‘alkol ve uyuşturucu tüketilmesine, kumar oynanmasına, zina yapılmasına vb. suça kaynaklık teşkil eden fiillere serbestlik tanımaz. Bu türden alışkanlıkların kişiyi suça ittiğini bilir. Bu nedenle de tek tek sivrisineklerle uğraşmak yerine, bataklığı kurutmayı tercih eder. İslam, cezadan önce daima suçu azaltacak tedbirleri emreder. Suça sebep olan maddelerin üretim ve tüketiminin engellenmesi, suç üreten ortamların takibi ve meni, işsize iş bulmak, açı doyurmak, suçu azaltır, topluma huzur ve rahatlık sağlar. Kişinin beden ve ruh sağlığı ancak bu şekilde tesis edilip korunabilir.
İslam’da; dayanışma, yardımlaşma, zekat ve sadaka düsturları, komşu hakları, insan hakları vb. iyilik ve adalet kavramlarıyla ötekinin varlığı sahiplenilir. İslam dini, kimseyi açlıkla, işsizlikle baş başa bırakmaz. ‘Komşusu aç yatan bizden değildir’ diyen bir dinin emirleri gerçek anlamda yaşansa, o toplumda suçlar nadir olarak gözükür. Allah’ın koyduğu kanunlar evrenseldir ve zamanlar üstüdür; değişmez. Beşeri kanunlar ise daima tekâmüle/gelişmeye bağlı olarak değişir.
Avrupa ülkelerindeki ceza yasalarında önceleri i’dam hükmü yer almasına karşın şimdi yer almamaktadır. Hırsızlık, alkole bağlı suçlar, çok hafif cezalarla karşılanmakta yahut ceza verilmemektedir. Halkının büyük kısmı Müslüman olan ülkemizde de Batı yasaları uygulandığından durum benzerdir. Yasalardaki bu değişimler toplumlardaki siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel değişimlerin tesirinde sübut bulmaktadır. Ancak neticelerine bakıldığında, bireysel ve toplumsal güvenliğin, istikrar ve asayişin korunmasında acziyete düşüldüğü, bugün Avrupa’da idam kararının geri getirilmesi için çaba sarf edildiği görülmektedir.
Kur’ân hukuku, anne karnından başlayıp mezara kadar Müslüman kişiyi korur. Kur’ân’da yer alan kısas ve hadd cezaları sadece bir şahsın cezalandırması olarak ele alınmaz. Kısas ve hadd cezalarının aleni olarak uygulanması, toplumun suçtan caydırılması ve terbiyesini de gaye edinir. Eli kesilen bir hırsız binlerce yeni hırsızın türemesine mani olur; işlediği cinayetin cezası olarak insanların gözü önünde idam edilen bir mücrim de binlerce insana ibretlik eder, cinayetleri önler.
Daha önceki yazılarımızda ülkemiz Müslümanlarının hükumetlerden lâik hukuk sisteminin yanında İslam hukukunun uygulanmasını da talep etmeleri gerektiğini ifade etmiştik. Herkes düşünmek zorundadır: Allah teâla, Kur’ân’daki hukuku, uygulanmayacaksa niçin vazetmiştir?
Sonuç: “Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu, onun günahlarına kefaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir.” (Mâide 45); “Ve şu emri indirdik: aralarında sırf Allah’ın indirdiği ile hükmet, keyiflerine tabi olma ve onlardan sakın Allah’ın indirdiği ahkâmın birinden seni şaşırtmasınlar, yine yüz çevirirlerse bil ki Allah onların bazı günahları sebebiyle başlarına mutlaka bir musibet getirmek istiyor ve herhalde insanlardan bir çoğu fasıktır.” (Mâide 49)
Ceza hukuku her millette vardır; tarihin her devrinde icra edilmiştir. Suç ve ceza kavramları sübjektif değil, objektiftir. Her millette suç sayılan fiiller söz konusudur. Suç, bir hakkın gasbı olduğundan karşılığında bir ceza öngörülmüştür. Yaygın bir kabule göre insanlar bizzat kendileri adaleti icra etmeye kalkamazlar. Fenalığa fenalıkla mukabelede bulunmak ceza değil, intikamdır. İslam dininde cezalandırma hakkı Adil-i mutlak Hakk teâlaya aittir. Örfen yapılan cezalandırmaların ruhu da yine dine dayanır. İslam devleti (hükumet, otorite) ceza verme hakkını şeraitten (kanun) alır ve icara eder.
Allah, kainatı dengeli ve ölçülü olarak yaratmıştır. Her varlığın fiziki yapısında ve fiilinde bir denge ve ölçü vardır. Bitki, hayvan ve insan hepsi de denge ve ölçü içinde hareket eder. Hayvanların avlanmasında bile bir denge ve ölçü vardır. İşte bu Rabbimizin kainattaki Adil sıfatının bir tecellisidir. Kur’ân’da ifade edilen suçlar ve suçlar için öngörülen cezaların ruhu da ferdi ve sosyal hayatı korumak gayesine matuf, dengenin ve ölçünün sağlanması ve korunmasından ibarettir.
Uzay, dünya, bitki ve hayvanlar Halik-ı alemin mülküdür; varlık Onun koyduğu kanunlar (fıtrat) üzere hareket eder. Canlılar sevk-i tabii (içgüdü) ile hareket ederken insan irade ve istediğini yapma kudretine de sahip yegane canlıdır. Demek sevk-i tabii bir kanun olduğu gibi irade ve ihtiyar da bir kanundur. İnsan iradesini ve ihtiyarını kullanarak kendisine bir yol belirler ve yer yüzünde bir amaca uygun olarak hareket eder. Bir noktadan başlayıp diğerine varırken hayvanlar gibi sadece sevk-i tabii ile hareket etmez; insan varoluşunu gerçekleştirirken içgüdülerinin yanı sıra daha çok şeriata (kanun) tabi olur.
İrade ve hürriyet sahibi insanın önüne neyin suç neyin ceza olduğu konulmuştur. İnsanın sorumlulukları ve görevleri vardır. Hürdür; haliyle hayatından ve yaptıklarından sorumludur. Eylemlerinin kanun (şeriat) kapsamında değerlendirileceği kendisine bildirilmiştir. Canlılar iradi fiillerden yoksun olduklarından yaptıkları şeriat (kanun) kapsamında değerlendirilmez. Bir sinek insanın eline, yüzüne konsa sineğe şahsa verdiği eza nedeniyle ceza verilemez; fakat insan iradesiyle o sineği öldürürse Allah indinde sorumlu olur.
İnsan soyu sosyal bir varlıktır, yeryüzünde cemiyetler halinde yaşar. İnsanlar birbirleriyle daima ilişki içindedirler. İnsan davranışının büyük bölümü bir menfaat davranışıdır. Hatta insana kendi istekleri peşinde hareket eden varlık bile denilebilir. Haliyle sosyal hayatta menfaat çatışması sürekli bir durum olarak gözlenir. Menfaat çatışması suçun da kaynağını teşkil etmektedir. Adaleti tesis etmekle mükellef devletler diğer sebeplerin yanı sıra en çok da güçlünün, kurnazın, hilekârın, zalimin fiilinden mazlumu korumak için ortaya çıkmışlardır. Devlet, ruhu itibariyle şeriata (kanuna) tekabül eder. Devletin esas görevlerinden biri vatandaşlarının şahsi faaliyetlerini diğer insanlara zarar vermemek üzere tahdit ve himaye etmektir. Devlet bunu hukukla, kanunla yapar. Kanun, insanın şahsını ve menfaatlerini korur ve himaye eder. Devletlerin, insanların haklarını korumak için cebir ve kuvvet kullanmaya hakları vardır; fakat cebir ve kuvvet, hukuktan ayrılamaz. Ayrılırsa bu kez devlet en büyük cinayeti işliyor demek olur ki, bu çağ bu cinayetlerin örnekleriyle doludur.
Suçlar, sadece kanunların varlığıyla engellenemez. İslamdaki yasaklar suçu engellemeyi de amaçlar. İslam, ‘alkol ve uyuşturucu tüketilmesine, kumar oynanmasına, zina yapılmasına vb. suça kaynaklık teşkil eden fiillere serbestlik tanımaz. Bu türden alışkanlıkların kişiyi suça ittiğini bilir. Bu nedenle de tek tek sivrisineklerle uğraşmak yerine, bataklığı kurutmayı tercih eder. İslam, cezadan önce daima suçu azaltacak tedbirleri emreder. Suça sebep olan maddelerin üretim ve tüketiminin engellenmesi, suç üreten ortamların takibi ve meni, işsize iş bulmak, açı doyurmak, suçu azaltır, topluma huzur ve rahatlık sağlar. Kişinin beden ve ruh sağlığı ancak bu şekilde tesis edilip korunabilir.
İslam’da; dayanışma, yardımlaşma, zekat ve sadaka düsturları, komşu hakları, insan hakları vb. iyilik ve adalet kavramlarıyla ötekinin varlığı sahiplenilir. İslam dini, kimseyi açlıkla, işsizlikle baş başa bırakmaz. ‘Komşusu aç yatan bizden değildir’ diyen bir dinin emirleri gerçek anlamda yaşansa, o toplumda suçlar nadir olarak gözükür. Allah’ın koyduğu kanunlar evrenseldir ve zamanlar üstüdür; değişmez. Beşeri kanunlar ise daima tekâmüle/gelişmeye bağlı olarak değişir.
Avrupa ülkelerindeki ceza yasalarında önceleri i’dam hükmü yer almasına karşın şimdi yer almamaktadır. Hırsızlık, alkole bağlı suçlar, çok hafif cezalarla karşılanmakta yahut ceza verilmemektedir. Halkının büyük kısmı Müslüman olan ülkemizde de Batı yasaları uygulandığından durum benzerdir. Yasalardaki bu değişimler toplumlardaki siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel değişimlerin tesirinde sübut bulmaktadır. Ancak neticelerine bakıldığında, bireysel ve toplumsal güvenliğin, istikrar ve asayişin korunmasında acziyete düşüldüğü, bugün Avrupa’da idam kararının geri getirilmesi için çaba sarf edildiği görülmektedir.
Kur’ân hukuku, anne karnından başlayıp mezara kadar Müslüman kişiyi korur. Kur’ân’da yer alan kısas ve hadd cezaları sadece bir şahsın cezalandırması olarak ele alınmaz. Kısas ve hadd cezalarının aleni olarak uygulanması, toplumun suçtan caydırılması ve terbiyesini de gaye edinir. Eli kesilen bir hırsız binlerce yeni hırsızın türemesine mani olur; işlediği cinayetin cezası olarak insanların gözü önünde idam edilen bir mücrim de binlerce insana ibretlik eder, cinayetleri önler.
Daha önceki yazılarımızda ülkemiz Müslümanlarının hükumetlerden lâik hukuk sisteminin yanında İslam hukukunun uygulanmasını da talep etmeleri gerektiğini ifade etmiştik. Herkes düşünmek zorundadır: Allah teâla, Kur’ân’daki hukuku, uygulanmayacaksa niçin vazetmiştir?
Sonuç: “Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu, onun günahlarına kefaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir.” (Mâide 45); “Ve şu emri indirdik: aralarında sırf Allah’ın indirdiği ile hükmet, keyiflerine tabi olma ve onlardan sakın Allah’ın indirdiği ahkâmın birinden seni şaşırtmasınlar, yine yüz çevirirlerse bil ki Allah onların bazı günahları sebebiyle başlarına mutlaka bir musibet getirmek istiyor ve herhalde insanlardan bir çoğu fasıktır.” (Mâide 49)