JAPONYA'da tanıştığı Türk subayı Aydın Yazıcıoğlu ile evlenen Tatar kızı Süreyya Yazıcıoğlu (92), anılarını yaşamak için eşinin 65 yıl önce görev yaptığı Erzurum'a geldi. Kore Savaşı ile başlayan aşklarını anlatan Yazıcıoğlu, "Türk subaylar savaşın merhametli, duygusal, yakışıklı ve yiğit adamlarıydı" dedi.
Japonya'da vatansız yaşayan Türk Tatar cemaatinin lideri Hoca Ahmet Vahap'ın kızı Süreyya Yazıcıoğlu, Tokyo'da başlayan, Kore Savaşıyla birlikte 1950'li yıllarda İstanbul'da farklı hal alarak filmlere konu olacak hayat hikayesini anlattı. Cumhuriyetin kurulmasından sonra bilinen Japonya'dan gelen ilk gelin Süreyya Yazıcıoğlu, ilerleyen yaşına rağmen yaşadıklarını tek tek anlatırken kendisini dinleyenleri zamanda bir yolcuğa çıkarıyor. 1917 Kızıl devriminden kaçan babası Ahmet Vahap'ın da aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kadar Kazan Tatar ailesinin önce Çin'in Mançurya sonra Japonya'nın başta Tokyo, Kobe, Nagoya ve Yokohama olmak üzere farklı kentlerine yerleştiğini söyleyen Süreyya Yazıcıoğlu, "1923 yılında Tokyo'da büyük bir deprem meydana geliyor. Bu depremde babam iş yerinde, hanımı ise evde. Hanımı enkazda kalarak yaşamını kaybediyor 5 yaşındaki kızı rahmetli Halide ise bahçede oynadığı için kurtuluyor. Babam 1924 yılında annem Sara ile evleniyor. Sonra 1926'da ağabeyim merhum Rasim Vahap, 1928 yılında ben ve 1933 yılında kardeşim Kasım Vahap dünyaya geldi. Üç kardeş Japonya'daki Amerikan Saint Joseph'te liseyi okuduk" diye konuştu.
Türk Subaylar Savaşın Merhametli, Duygusal, Yakışıklı Ve Yiğit Adamlarıydı
1950'lerin başında Kore Harbi'nde tanıştığı Türk Subayı Aydın Yazıcıoğlu ile hayatının değiştiğini belirten Yazıcıoğlu şunları söyledi:
"Kayınpederim General Küşat Yazıcıoğlu, Atatürk'ün silah arkadaşı ve Osmanlı 1'inci Meclis-i Mebusan kumandanıydı. Eşim de gönüllü olarak Kore'ye Tabip Yüzbaşı olarak gelmişti. Japonya'da yaşayan Türk Tatar cemaatindeki özellikle kadınlar, yaralı askerlere daha iyi bakmak için ilk yardım dersi görüyordu. Kızılhaç hastanesinde gönüllü hemşirelik yapıyordu. Türkiye'den gelen subay ve diğer askerler için de tercümanlık yapıyorduk. Kesişme noktamız orada. 'Ayla' filmini izlediyseniz. Türk askerleri ayda bir hava değişimine Japonya'ya geliyorlar. Onların da büyük bir bölümü mutlaka babamla görüşmüşlerdir. Türk subaylar savaşın merhametli, duygusal, yakışıklı ve yiğit adamlarıydı. Babam Hoca Ahmet Vahap oradaki Türk Tatar cemaatinin aynı zamanda din görevlisi. O zamanlar diyanetin gönderdiği imam olmadığı için Cuma, iftar, teravih, cenaze gibi dini etkinlik görevlerin de yapıyordu. Aynı zamanda Türk - Tatar Okulunun da mütevelli heyeti görevini yürütüyordu. Ben de gazeteleri her gün yaralılara getiriyordum. Eşim beni orada görmüş. Babamdan istediler o da 'tamam' dedi. Türk Tugayı Kumandanı General Tahsin Yazıcı vardı. O yıllarda Japonya da Türk Elçiliği yoktu. Amerikan Elçiliği nikahı 'biz kıyarız" dedi. Amerikan sefaretine gittik. Nikahı kıydılar. Ondan sonra eşim Tokyo'da 2 gün kaldı ve sonrasında Kore'ye gitti. Ondan sonra onlar vapura bindiler. Kore'den gemi ile geldiler. Benim de eşyalarımı gemiye aldılar ve Türkiye'ye doğru yola çıktık. 2 ay sonra İstanbul'da kayınpederin Cihangir'deki evine yerleştik. Soyadı kanunu ile soyadımız Yazıcıoğlu oldu."
Erzurum'un Mumcular Mahallesi'nde Taştan Bir Evde Oturduk
Eşi Aydın Yazıcıoğlu'nun askeri doktor olması nedeniyle 1953 yılında Erzurum Mareşal Fevzi Çakmak Hastanesi'ne tayinlerinin çıktığını anlatan Süreyya Yazıcıoğlu, "Bu tayin benim için bir balayı oldu. Erzurum'un soğuk ve zor şartlarına rağmen kendime ait bir evimin olması nedeniyle kendimi Erzurum'a gelin gelmiş gibi hissettim. Subay ailelerinden oluşan bir grubumuz vardı. Hafta sonları Dumlu, Oltu, Hasankale, Aşkale ilçelerine piknik veya ev gezmelerine giderdik. Ilıca Şeker Fabrikası'nda vizyondaki filmleri izlerdik. 1954 yılında Trabzon Havaalanının açılışına davet edildik. Ancak hava şartları ve o zaman karayolu standardının iyi olmaması nedeniyle gidemedik. Erzurum'un Mumcular Mahallesi'nde taştan bir evde oturduk. O yıllarda lojman yoktu, elektrik akşamları veriliyordu. Eskilerin tabiriyle 3 numara şakir zümre sobayla ısınmaya çalışırdık. O yıllarda Erzurum evlerinde banyo yoktu. Halk mahalle hamamlarına giderdi. Biz de pazar günleri Mareşal Fevzi Çakmak Hastanesi'ne giderdik. Subay aileleri için 1 saat banyo zamanı ayırırlardı. Evden hastaneye faytonla gidilirdi. Bu evlilikten Ahmet Küşat ile Levent isminde iki çocuğum dünyaya eldi. 1955 yılı sonunda Ankara Gülhane Askeri Hastanesi'ne tayinimiz çıktı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin 1956 yılında kuruluşu sırasında yabancı dil bilmem nedeniyle Amerikalılarla çalışmaya başladım. Kuruluşta bir Amerikalı ve yardımcısı Ankara Traktör Fabrikası Genel Müdürü Halil Kaya ile mesai yapıyor, daha sonra ODTÜ Rektör Özel Kalem Müdürlüğü ve daha sonradan Makine Bölümü Öğrenci İşleri'nde 26 sene çalıştım. Eşim 1988 yılında rahmetli oldu" dedi.
Anılarını Tazeledi
67 yıl sonra Erzurum'a geldiği için çok heyecanlı olduğunu ifade eden Yazıcıoğlu, o yıllarda çok iyi hatırladığı ve günümüzde hala kullanılan Askeri Hastane binası ile Gar'ı gezerek analarını tazeledi. Zaman zaman duygusal anlar yaşayan Yazıcıoğlu, Erzurum'un hayatında önemli bir yere sahip olduğunu belirtti. dha
Japonya'da vatansız yaşayan Türk Tatar cemaatinin lideri Hoca Ahmet Vahap'ın kızı Süreyya Yazıcıoğlu, Tokyo'da başlayan, Kore Savaşıyla birlikte 1950'li yıllarda İstanbul'da farklı hal alarak filmlere konu olacak hayat hikayesini anlattı. Cumhuriyetin kurulmasından sonra bilinen Japonya'dan gelen ilk gelin Süreyya Yazıcıoğlu, ilerleyen yaşına rağmen yaşadıklarını tek tek anlatırken kendisini dinleyenleri zamanda bir yolcuğa çıkarıyor. 1917 Kızıl devriminden kaçan babası Ahmet Vahap'ın da aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kadar Kazan Tatar ailesinin önce Çin'in Mançurya sonra Japonya'nın başta Tokyo, Kobe, Nagoya ve Yokohama olmak üzere farklı kentlerine yerleştiğini söyleyen Süreyya Yazıcıoğlu, "1923 yılında Tokyo'da büyük bir deprem meydana geliyor. Bu depremde babam iş yerinde, hanımı ise evde. Hanımı enkazda kalarak yaşamını kaybediyor 5 yaşındaki kızı rahmetli Halide ise bahçede oynadığı için kurtuluyor. Babam 1924 yılında annem Sara ile evleniyor. Sonra 1926'da ağabeyim merhum Rasim Vahap, 1928 yılında ben ve 1933 yılında kardeşim Kasım Vahap dünyaya geldi. Üç kardeş Japonya'daki Amerikan Saint Joseph'te liseyi okuduk" diye konuştu.
Türk Subaylar Savaşın Merhametli, Duygusal, Yakışıklı Ve Yiğit Adamlarıydı
1950'lerin başında Kore Harbi'nde tanıştığı Türk Subayı Aydın Yazıcıoğlu ile hayatının değiştiğini belirten Yazıcıoğlu şunları söyledi:
"Kayınpederim General Küşat Yazıcıoğlu, Atatürk'ün silah arkadaşı ve Osmanlı 1'inci Meclis-i Mebusan kumandanıydı. Eşim de gönüllü olarak Kore'ye Tabip Yüzbaşı olarak gelmişti. Japonya'da yaşayan Türk Tatar cemaatindeki özellikle kadınlar, yaralı askerlere daha iyi bakmak için ilk yardım dersi görüyordu. Kızılhaç hastanesinde gönüllü hemşirelik yapıyordu. Türkiye'den gelen subay ve diğer askerler için de tercümanlık yapıyorduk. Kesişme noktamız orada. 'Ayla' filmini izlediyseniz. Türk askerleri ayda bir hava değişimine Japonya'ya geliyorlar. Onların da büyük bir bölümü mutlaka babamla görüşmüşlerdir. Türk subaylar savaşın merhametli, duygusal, yakışıklı ve yiğit adamlarıydı. Babam Hoca Ahmet Vahap oradaki Türk Tatar cemaatinin aynı zamanda din görevlisi. O zamanlar diyanetin gönderdiği imam olmadığı için Cuma, iftar, teravih, cenaze gibi dini etkinlik görevlerin de yapıyordu. Aynı zamanda Türk - Tatar Okulunun da mütevelli heyeti görevini yürütüyordu. Ben de gazeteleri her gün yaralılara getiriyordum. Eşim beni orada görmüş. Babamdan istediler o da 'tamam' dedi. Türk Tugayı Kumandanı General Tahsin Yazıcı vardı. O yıllarda Japonya da Türk Elçiliği yoktu. Amerikan Elçiliği nikahı 'biz kıyarız" dedi. Amerikan sefaretine gittik. Nikahı kıydılar. Ondan sonra eşim Tokyo'da 2 gün kaldı ve sonrasında Kore'ye gitti. Ondan sonra onlar vapura bindiler. Kore'den gemi ile geldiler. Benim de eşyalarımı gemiye aldılar ve Türkiye'ye doğru yola çıktık. 2 ay sonra İstanbul'da kayınpederin Cihangir'deki evine yerleştik. Soyadı kanunu ile soyadımız Yazıcıoğlu oldu."
Erzurum'un Mumcular Mahallesi'nde Taştan Bir Evde Oturduk
Eşi Aydın Yazıcıoğlu'nun askeri doktor olması nedeniyle 1953 yılında Erzurum Mareşal Fevzi Çakmak Hastanesi'ne tayinlerinin çıktığını anlatan Süreyya Yazıcıoğlu, "Bu tayin benim için bir balayı oldu. Erzurum'un soğuk ve zor şartlarına rağmen kendime ait bir evimin olması nedeniyle kendimi Erzurum'a gelin gelmiş gibi hissettim. Subay ailelerinden oluşan bir grubumuz vardı. Hafta sonları Dumlu, Oltu, Hasankale, Aşkale ilçelerine piknik veya ev gezmelerine giderdik. Ilıca Şeker Fabrikası'nda vizyondaki filmleri izlerdik. 1954 yılında Trabzon Havaalanının açılışına davet edildik. Ancak hava şartları ve o zaman karayolu standardının iyi olmaması nedeniyle gidemedik. Erzurum'un Mumcular Mahallesi'nde taştan bir evde oturduk. O yıllarda lojman yoktu, elektrik akşamları veriliyordu. Eskilerin tabiriyle 3 numara şakir zümre sobayla ısınmaya çalışırdık. O yıllarda Erzurum evlerinde banyo yoktu. Halk mahalle hamamlarına giderdi. Biz de pazar günleri Mareşal Fevzi Çakmak Hastanesi'ne giderdik. Subay aileleri için 1 saat banyo zamanı ayırırlardı. Evden hastaneye faytonla gidilirdi. Bu evlilikten Ahmet Küşat ile Levent isminde iki çocuğum dünyaya eldi. 1955 yılı sonunda Ankara Gülhane Askeri Hastanesi'ne tayinimiz çıktı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin 1956 yılında kuruluşu sırasında yabancı dil bilmem nedeniyle Amerikalılarla çalışmaya başladım. Kuruluşta bir Amerikalı ve yardımcısı Ankara Traktör Fabrikası Genel Müdürü Halil Kaya ile mesai yapıyor, daha sonra ODTÜ Rektör Özel Kalem Müdürlüğü ve daha sonradan Makine Bölümü Öğrenci İşleri'nde 26 sene çalıştım. Eşim 1988 yılında rahmetli oldu" dedi.
Anılarını Tazeledi
67 yıl sonra Erzurum'a geldiği için çok heyecanlı olduğunu ifade eden Yazıcıoğlu, o yıllarda çok iyi hatırladığı ve günümüzde hala kullanılan Askeri Hastane binası ile Gar'ı gezerek analarını tazeledi. Zaman zaman duygusal anlar yaşayan Yazıcıoğlu, Erzurum'un hayatında önemli bir yere sahip olduğunu belirtti. dha