Oktay Tiryakioğlu’nun 2017’de ilk basımı yapılan ‘Selahaddin Eyyubi’ adlı romanının 380’inci sayfasında geçen bir paragraf var:
(…) Yılankavi dilimlerle sivrilen demir miğferi çok yerinden eğrilmişti Selahaddin’in. Üstelik zırhlarının hepsi hasarlı olduğu için diğerlerinin işe yarar kısımlarından toplama bir zırh çıkarmıştı ortaya. İlk bakışta anlaşılır bir detay değildi bu fakat yine de yüreğini sızlattı Şeddad’ın.
‘Bu adamların sevdiğim bir sözleri vardır’ dedi yüreğindeki sızıyı giderebilmek için.
‘Neymiş o?’
‘Ducunt volentem fata, nolenterm trahunt… Kader, onu kabul edene yol verir, reddedeni ezer geçer’ dedi Selahaddin. Sonra sessizce gökyüzüne çevirdi bakışlarını… (…)
***
Aylar önce Alanyalı fotoğraf sanatçısı dostum İlhami Yetkin de felsefi açıdan derin tartışmalar doğurabilecek bu sözü sosyal medyada paylaşmıştı. Yanına ‘Bunu Araştır!’ diyerek not almışım.
Araştırdım:
Tiryakioğlu’nun romanından ve sevgili dostumun paylaşımından çok çok uzun zaman önce, ilk defa Lucius Annaeus Seneca’nın ‘Epistulea Morales ad Lucilium’ başlıklı derlemesinde geçmiş bu söz. Hatırlatmakta yarar var; Seneca, Hazreti İsa’yla neredeyse aynı çağda yaşamış Romalı düşünür ve devlet adamı…
Seneca’dan yüzyıllar sonra ise aynı söz, 17’nci yüzyıl İngiliz Edebiyatı şairlerinden Richard Lovelace’in ‘In Seneca ex cleanthe’ şiirinin bir dizesi olmuş. Tabii büyük düşünüre atıfla…
İzini sürmek zor olmuş gibi gözükse de sözün içine girmek, bu yaklaşımın karanlık dehlizlerinde kaybolmadan bir çıkış bulmak, aslında sözü kimlerin, nerede kullandığını belirlemekten çok daha zor.
Bu ifadeyi elbette sadece ‘kadere inanmak veya inanmamak’ açısından irdelemiyorum.
Zira ben, kadere inanırım. Amenna. Öte yandan tefsir tarihinin, kaderin ne demek olduğuna ve iradenin bu kompozisyon içinde nasıl bir yoğunluk veya derinlik içerdiğine ilişkin birbirinden farklı yaklaşımlarla biçimlendiğini de bilmekteyim.
Şimdi, bu noktada kendime sorduğum soru şu:
Kadere boyun eğmek ne demektir?
Ve nereden sonra kadere -ve Rabbine- isyan etmiş olur insan?
Kendi kendime sorduğum bu sorunun yanıtını çok şükür ki yaşadığım hayat bana öğretti.
Doğru kılavuzlardan öğrendim bunu.
Biliyorum ki kadere boyun eğeceğim kritik sınır, elimden gelen her şeyi ama her şeyi yaptıktan sonra vardığım o son noktadır.
Orada Yaratan’ın hükmü kesinleşir, ben de boyun eğerim.
Ve işte tam o sınır çizgisine kadar insan her şeyi deneyebilir, her şeyi başarabilir. İsteği, tutkusu, kararlılığı ve direnci, sabrı, dayanıklılığı ne kadarsa işte o kadar başarma şansına sahiptir.
O çizgiden sonra ama…
Seneca’nın belirsiz bir Latin kaynağından derlediği, Lovelace’in şiirinde dile getirdiği, Selahaddin’in yıldızlara fısıldadığı, İlhami Yetkin’in biz dostlarına tekrar anımsattığı şey olur:
Kader, onu reddedeni ezer geçer!
(…) Yılankavi dilimlerle sivrilen demir miğferi çok yerinden eğrilmişti Selahaddin’in. Üstelik zırhlarının hepsi hasarlı olduğu için diğerlerinin işe yarar kısımlarından toplama bir zırh çıkarmıştı ortaya. İlk bakışta anlaşılır bir detay değildi bu fakat yine de yüreğini sızlattı Şeddad’ın.
‘Bu adamların sevdiğim bir sözleri vardır’ dedi yüreğindeki sızıyı giderebilmek için.
‘Neymiş o?’
‘Ducunt volentem fata, nolenterm trahunt… Kader, onu kabul edene yol verir, reddedeni ezer geçer’ dedi Selahaddin. Sonra sessizce gökyüzüne çevirdi bakışlarını… (…)
***
Aylar önce Alanyalı fotoğraf sanatçısı dostum İlhami Yetkin de felsefi açıdan derin tartışmalar doğurabilecek bu sözü sosyal medyada paylaşmıştı. Yanına ‘Bunu Araştır!’ diyerek not almışım.
Araştırdım:
Tiryakioğlu’nun romanından ve sevgili dostumun paylaşımından çok çok uzun zaman önce, ilk defa Lucius Annaeus Seneca’nın ‘Epistulea Morales ad Lucilium’ başlıklı derlemesinde geçmiş bu söz. Hatırlatmakta yarar var; Seneca, Hazreti İsa’yla neredeyse aynı çağda yaşamış Romalı düşünür ve devlet adamı…
Seneca’dan yüzyıllar sonra ise aynı söz, 17’nci yüzyıl İngiliz Edebiyatı şairlerinden Richard Lovelace’in ‘In Seneca ex cleanthe’ şiirinin bir dizesi olmuş. Tabii büyük düşünüre atıfla…
İzini sürmek zor olmuş gibi gözükse de sözün içine girmek, bu yaklaşımın karanlık dehlizlerinde kaybolmadan bir çıkış bulmak, aslında sözü kimlerin, nerede kullandığını belirlemekten çok daha zor.
Bu ifadeyi elbette sadece ‘kadere inanmak veya inanmamak’ açısından irdelemiyorum.
Zira ben, kadere inanırım. Amenna. Öte yandan tefsir tarihinin, kaderin ne demek olduğuna ve iradenin bu kompozisyon içinde nasıl bir yoğunluk veya derinlik içerdiğine ilişkin birbirinden farklı yaklaşımlarla biçimlendiğini de bilmekteyim.
Şimdi, bu noktada kendime sorduğum soru şu:
Kadere boyun eğmek ne demektir?
Ve nereden sonra kadere -ve Rabbine- isyan etmiş olur insan?
Kendi kendime sorduğum bu sorunun yanıtını çok şükür ki yaşadığım hayat bana öğretti.
Doğru kılavuzlardan öğrendim bunu.
Biliyorum ki kadere boyun eğeceğim kritik sınır, elimden gelen her şeyi ama her şeyi yaptıktan sonra vardığım o son noktadır.
Orada Yaratan’ın hükmü kesinleşir, ben de boyun eğerim.
Ve işte tam o sınır çizgisine kadar insan her şeyi deneyebilir, her şeyi başarabilir. İsteği, tutkusu, kararlılığı ve direnci, sabrı, dayanıklılığı ne kadarsa işte o kadar başarma şansına sahiptir.
O çizgiden sonra ama…
Seneca’nın belirsiz bir Latin kaynağından derlediği, Lovelace’in şiirinde dile getirdiği, Selahaddin’in yıldızlara fısıldadığı, İlhami Yetkin’in biz dostlarına tekrar anımsattığı şey olur:
Kader, onu reddedeni ezer geçer!