“Tipik memnuniyetsizlik ile bunun insanlarda sürekli hale gelmesinin doğurduğu keskin ve bulaşıcı karamsarlık, birimizden diğerimize geçiyor. Bu apaçık bir salgın ve de önlenemez biçimde yayılıyor. Ne ülkeleri yönetenleri alarm durumuna geçirecek ölçüde kabul görmüş bir klinik tanısı var bu salgının ne de maalesef aşısı...“
Geçtiğimiz günlerde bir köşe yazısında rastladım bu ilginç saptamaya. Metinde yer alan tırnak içi ve yani yazarın da aslında bir başkasından -isimsiz bir tweet’ten- alıntıladığı iki cümle...
İçimizden geçeni afişe eden bu tanımlama doğru; karamsarlık, tüm algıları ve hayata dair olumlu görüşleri işgal etme, bitirme eğiliminde.
Geçmişte, düşman işgali altında geçen yıllar gibi, toplumu mutsuzluğa iten böyle berbat başka süreçler de olmuştur fakat ben, bugünkü salgın ne denli ürkütücü olursa olsun, geçmişte ve bugün kuru kuruya durum tespiti yapanların, geriye çekilerek ‘Hadi ama ya, bunu biri çözsün!’ deyicilerin değil, dünyayı ‘mevcut durumdan memnun olmayan cesur aktivistlerin’ kurtarabileceğini düşünüyorum.
Devrimciler, inkılâpçılar, sorumluluk alabilenler ve gözünü budaktan esirgemeyenler onlar!
Açık ve net!
Bkz: Peygamberler…
Bkz: Avangart bilim insanları…
Bkz: Büyük ve evrensel liderler…
Bkz: İnsanlık, çevre, dünya için mücadele eden sivil toplum kuruluşları…
Bkz: O, en yakınınızdaki farklı birkaç insan!
Ve yani ‘mevcut durumdan memnun olmayanlar’ ve de çok gelişkin öne atılma içgüdüsü, cesareti, sabrı, değişimle ilgili büyük ya da küçük bir fikri, açık bir önerisi olanlar...
İşte tam da bu noktada, memnuniyet ve memnuniyetsizlik çekişmesi civarında, belki azıcık ‘düz mantık’ yürütebiliriz.
‘Mesela’ diyelim:
Mesela Edison, karanlığa karşı memnuniyetsizlik ve dolayısıyla bir çeşit karşı çıkış, bir isyan içinde olmasaydı ampül diye bir şey olmazdı!
Değil mi?
Hadi siz de en az bir örnek verin!
Dedim ya sadece azıcık düz mantık. Bu genellikle işe yarar!
★★
Şimdi gelelim en başta atıfta bulunduğum o köşe yazısında geçen ve ‘benim de katıldığım’ fikre:
Tamam, değiştirme ve geliştirme tutkusu iyidir...
Devrim, inkılâp, bunlar da kulağa iyi geliyor; güzel, hoş...
Diğer yandan karamsarlığın, bedbinliğin, kötümserliğin, moral bozukluğunun, her neyse işte o zehirli duygunun süper-virüs gibi hızla çoğalma ve yayılma eğilimde olduğu da tatışmasız bir gerçek!
O halde beğenmemekle umutlu olmak, inkılâpçı olmakla da geçmişi yaşatmak arasında güçlü bir balans ayarı lazım.
Ben bu gerçeğe inananlardanım.
Evet, sözünü ettiğimiz salgın dehşet verici; ama her kriz gibi bu da çözümünü kendi içinde saklıyor. O çözümü dipsiz kuyulardan bulup gün yüzüne çıkaracak, insanlığı küresel boyutta büyük buluşmaya inandıracak uzlaştırmacı bir dahiyi, bir uluslararası toplum liderini, büyük ve evrensel barışın güçlü sözcüsünü arıyor!
O etiğe sahip...
O retoriğe sahip...
O hayat ve diplomasi bilgisine sahip birini...
Var olan iyi, güçlü, cesur liderlere haksızlık etmeyelim; ama şimdi ihtiyacımız olan lider, bugüne kadarki liderlerin hepsinden daha kararlı, daha zeki, daha kültürlü, daha atak, daha uzlaştırmacı, daha kucaklayıcı, daha evrensel bakışlı, ikna gücü o kadar yüksek bir gerçek öğretmen lider...
Çünkü kriz marjinal derecede derin...
Ve çünkü uluslararası toplum, bugüne dek görülmedik derecede yozlaşma ve kamplaşma içinde!
★★
Evet, gazete tefrikası değil buraya kadar anlattığım; karamsarlar, iyimserleri hem de gördükleri her yerde linç etmeye çalışıyorlar. Bunu ben de kendi hayatımın enstanteneleri içinde hemen her gün bizzat deneyimliyorum.
Abartısız her gün ve hatta aynı gün içinde defalarca:
Halbuki elindeki akıl almaz olanakların ve kendi potansiyelinin hacmini, çapını, ağırlığını ölçmekten çekinenler…
Durup bir kerecik olsun aynaya bakmamış olanlar…
Halbuki kendileri bir kerecik olsun elini taşın altına koymamış olanlar…
İşte onlar:
Onca yorgunluk yakınmasına rağmen ne yazık ki işe yarar hiçbir şey üretemeyenler. Sadece onu, bunu, şunu, kendinden başka herkesi suçlayanlar; hep yılgınlar, gayrimemnunlar; hep yorgun ruhlar…
Arada bir değil, daima ‘eyvah’çılar… ‘Ama’cılar… ‘Fakat’çılar…
Onlar özetle ‘negatif yüklü insanlar’...
Maskenin birini çıkarıp diğerini taksalar da bu itici niteliklerini uzun süre saklayamayanlar...
Karamsarlık bulaşıcı, doğru; o halde tüm bu tiplerden uzak durmalı!
★★
Neyse ki onların tam tersi örneklerden de çokça var etrafımızda. ‘Pozitif yüklü’ birilerini de her gün illaki gözlemliyoruz: Sayıca çok az olsalar da dengeyi kuran, her şeye karşın hayata ve umuda tutunup o yakanın ağır basmasını sağlayan, şaşâdan uzak ama harikulade güçlü ve karizmatik insanlar onlar…
Hep yeni, keşfedilmemiş bir güzelliğin peşinde olanlar…
Hep gerekçesiz bir iyiliğin faili ve bânisi olmayı hayal edenler…
İşinde ve özel hayatında yüceltilmeyi en çok hak edenler...
Sınır tanımayanlar…
Olanaklara veya olanaksızlıklara takılmayanlar...
Kalıplara oturtulamayanlar…
İnovasyona (yenileşime) adanmış dimağlar…
‘Bu, nasıl daha iyi yapılır?’ diye kendi mükemmel ürününü kıyasıya sorgulayanlar…
Sorgulamayı, eleştiriyi ve özeleştiriyi iyi becerebilenler…
‘Rağmen’ciler… ‘Neden’ciler… ‘Nasıl’cılar…
‘Ben varım’cılar en çok da...
Dünyayı, dünyamızı, hayatlarımızı iyi yönde değiştirenler onlardır, bir düşünün isterseniz:
Onlar için memnuniyet de şikâyet de gerçeklerle ilişkilidir, gerekçeleri tutarlıdır. Onlar, anlık duygu patlamalarına, rüzgâra göre yön değiştiren duygulara kapılıp zırt pırt karar ve kişilik değiştirmezler.
Ben işte onlara büyük saygı duyuyorum.
Onlara hayranım!
Kendi küçük dünyamı o ‘pozitif insanların’ birkaçıyla paylaştığım için çok mutluyum ve onların benimsediği tutumun zannedildiği gibi sadece safça kanaatkârlık olmadığını; aksine öylelerinin gerçek aydınlar, gerçek sanatçılar, gerçek kâşifler, gerçek iyiler, gerçek dindarlar, gerçek ve nazik devrimciler olduklarını çok iyi biliyorum.
Onları çok seviyorum, çok!
★★
Bitirmeden...
Hem bu konuya hem başka konulara dair, Ziya Paşa’nın (1825-1880) muhteşem bir beyiti var, onunla noktayı koyalım:
İnsana sadakat yakışır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah...
Geçtiğimiz günlerde bir köşe yazısında rastladım bu ilginç saptamaya. Metinde yer alan tırnak içi ve yani yazarın da aslında bir başkasından -isimsiz bir tweet’ten- alıntıladığı iki cümle...
İçimizden geçeni afişe eden bu tanımlama doğru; karamsarlık, tüm algıları ve hayata dair olumlu görüşleri işgal etme, bitirme eğiliminde.
Geçmişte, düşman işgali altında geçen yıllar gibi, toplumu mutsuzluğa iten böyle berbat başka süreçler de olmuştur fakat ben, bugünkü salgın ne denli ürkütücü olursa olsun, geçmişte ve bugün kuru kuruya durum tespiti yapanların, geriye çekilerek ‘Hadi ama ya, bunu biri çözsün!’ deyicilerin değil, dünyayı ‘mevcut durumdan memnun olmayan cesur aktivistlerin’ kurtarabileceğini düşünüyorum.
Devrimciler, inkılâpçılar, sorumluluk alabilenler ve gözünü budaktan esirgemeyenler onlar!
Açık ve net!
Bkz: Peygamberler…
Bkz: Avangart bilim insanları…
Bkz: Büyük ve evrensel liderler…
Bkz: İnsanlık, çevre, dünya için mücadele eden sivil toplum kuruluşları…
Bkz: O, en yakınınızdaki farklı birkaç insan!
Ve yani ‘mevcut durumdan memnun olmayanlar’ ve de çok gelişkin öne atılma içgüdüsü, cesareti, sabrı, değişimle ilgili büyük ya da küçük bir fikri, açık bir önerisi olanlar...
İşte tam da bu noktada, memnuniyet ve memnuniyetsizlik çekişmesi civarında, belki azıcık ‘düz mantık’ yürütebiliriz.
‘Mesela’ diyelim:
Mesela Edison, karanlığa karşı memnuniyetsizlik ve dolayısıyla bir çeşit karşı çıkış, bir isyan içinde olmasaydı ampül diye bir şey olmazdı!
Değil mi?
Hadi siz de en az bir örnek verin!
Dedim ya sadece azıcık düz mantık. Bu genellikle işe yarar!
★★
Şimdi gelelim en başta atıfta bulunduğum o köşe yazısında geçen ve ‘benim de katıldığım’ fikre:
Tamam, değiştirme ve geliştirme tutkusu iyidir...
Devrim, inkılâp, bunlar da kulağa iyi geliyor; güzel, hoş...
Diğer yandan karamsarlığın, bedbinliğin, kötümserliğin, moral bozukluğunun, her neyse işte o zehirli duygunun süper-virüs gibi hızla çoğalma ve yayılma eğilimde olduğu da tatışmasız bir gerçek!
O halde beğenmemekle umutlu olmak, inkılâpçı olmakla da geçmişi yaşatmak arasında güçlü bir balans ayarı lazım.
Ben bu gerçeğe inananlardanım.
Evet, sözünü ettiğimiz salgın dehşet verici; ama her kriz gibi bu da çözümünü kendi içinde saklıyor. O çözümü dipsiz kuyulardan bulup gün yüzüne çıkaracak, insanlığı küresel boyutta büyük buluşmaya inandıracak uzlaştırmacı bir dahiyi, bir uluslararası toplum liderini, büyük ve evrensel barışın güçlü sözcüsünü arıyor!
O etiğe sahip...
O retoriğe sahip...
O hayat ve diplomasi bilgisine sahip birini...
Var olan iyi, güçlü, cesur liderlere haksızlık etmeyelim; ama şimdi ihtiyacımız olan lider, bugüne kadarki liderlerin hepsinden daha kararlı, daha zeki, daha kültürlü, daha atak, daha uzlaştırmacı, daha kucaklayıcı, daha evrensel bakışlı, ikna gücü o kadar yüksek bir gerçek öğretmen lider...
Çünkü kriz marjinal derecede derin...
Ve çünkü uluslararası toplum, bugüne dek görülmedik derecede yozlaşma ve kamplaşma içinde!
★★
Evet, gazete tefrikası değil buraya kadar anlattığım; karamsarlar, iyimserleri hem de gördükleri her yerde linç etmeye çalışıyorlar. Bunu ben de kendi hayatımın enstanteneleri içinde hemen her gün bizzat deneyimliyorum.
Abartısız her gün ve hatta aynı gün içinde defalarca:
- Sürekli olanak(sızlık)lardan yakınanlar…
Halbuki elindeki akıl almaz olanakların ve kendi potansiyelinin hacmini, çapını, ağırlığını ölçmekten çekinenler…
- Etrafına eleştiri kusarken özeleştiriden özenle kaçınanlar…
Durup bir kerecik olsun aynaya bakmamış olanlar…
- Savaş veren cesur ama mütevazı insanların hikâyelerini hafife alanlar...
Halbuki kendileri bir kerecik olsun elini taşın altına koymamış olanlar…
İşte onlar:
Onca yorgunluk yakınmasına rağmen ne yazık ki işe yarar hiçbir şey üretemeyenler. Sadece onu, bunu, şunu, kendinden başka herkesi suçlayanlar; hep yılgınlar, gayrimemnunlar; hep yorgun ruhlar…
Arada bir değil, daima ‘eyvah’çılar… ‘Ama’cılar… ‘Fakat’çılar…
Onlar özetle ‘negatif yüklü insanlar’...
Maskenin birini çıkarıp diğerini taksalar da bu itici niteliklerini uzun süre saklayamayanlar...
Karamsarlık bulaşıcı, doğru; o halde tüm bu tiplerden uzak durmalı!
★★
Neyse ki onların tam tersi örneklerden de çokça var etrafımızda. ‘Pozitif yüklü’ birilerini de her gün illaki gözlemliyoruz: Sayıca çok az olsalar da dengeyi kuran, her şeye karşın hayata ve umuda tutunup o yakanın ağır basmasını sağlayan, şaşâdan uzak ama harikulade güçlü ve karizmatik insanlar onlar…
Hep yeni, keşfedilmemiş bir güzelliğin peşinde olanlar…
Hep gerekçesiz bir iyiliğin faili ve bânisi olmayı hayal edenler…
İşinde ve özel hayatında yüceltilmeyi en çok hak edenler...
Sınır tanımayanlar…
Olanaklara veya olanaksızlıklara takılmayanlar...
Kalıplara oturtulamayanlar…
İnovasyona (yenileşime) adanmış dimağlar…
‘Bu, nasıl daha iyi yapılır?’ diye kendi mükemmel ürününü kıyasıya sorgulayanlar…
Sorgulamayı, eleştiriyi ve özeleştiriyi iyi becerebilenler…
‘Rağmen’ciler… ‘Neden’ciler… ‘Nasıl’cılar…
‘Ben varım’cılar en çok da...
Dünyayı, dünyamızı, hayatlarımızı iyi yönde değiştirenler onlardır, bir düşünün isterseniz:
Onlar için memnuniyet de şikâyet de gerçeklerle ilişkilidir, gerekçeleri tutarlıdır. Onlar, anlık duygu patlamalarına, rüzgâra göre yön değiştiren duygulara kapılıp zırt pırt karar ve kişilik değiştirmezler.
Ben işte onlara büyük saygı duyuyorum.
Onlara hayranım!
Kendi küçük dünyamı o ‘pozitif insanların’ birkaçıyla paylaştığım için çok mutluyum ve onların benimsediği tutumun zannedildiği gibi sadece safça kanaatkârlık olmadığını; aksine öylelerinin gerçek aydınlar, gerçek sanatçılar, gerçek kâşifler, gerçek iyiler, gerçek dindarlar, gerçek ve nazik devrimciler olduklarını çok iyi biliyorum.
Onları çok seviyorum, çok!
★★
Bitirmeden...
Hem bu konuya hem başka konulara dair, Ziya Paşa’nın (1825-1880) muhteşem bir beyiti var, onunla noktayı koyalım:
İnsana sadakat yakışır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah...