‘Karar Yorgunluğu’ (Decision Fatigue) diye bir sorun var. Bu, ölçümlenebilir bir rahatsızlık ya da başka bir deyişle psiko-sosyal temelli bir ‘hastalık’. Tedavi edilmesi gereken, daha da önemlisi ‘önleyici hekimlik’ gerektiren bir durum. Küresel salgın sürecinin doğurduğu sayısız sıradışı olumsuzluk durumlarının ve bir de onların üzerini acı sos gibi örten ekonomik kökenli profesyonel baskıların etkisiyle literatürde değinilme sıklığı artan bu rahatsızlığı siz de büyük olasılıkla işitmişsinizdir.
★★
‘Karar Yorgunluğu’ terimini veya tanımını ister daha önce duymuş, öğrenmiş olun ister şimdi ilk defa duyuyor olun; eğer işiniz insanlarla ilgiliyse; eğer yönetici veya yönetici temsilcisi olarak bir takım kararlar alıyor ya da alınmış kararların uygulanmasına ilişkin denetimsel sorumluluğu omzunuzda taşıyorsanız; eğer küresel salgın başta olmak üzere kritik süreçlerde birlikte çalıştığınız insanların sağlıklarını, mutluluklarını ve daha geniş anlamda hayatlarını az ya da çok etkiliyorsanız hiç kuşkunuz olmasın, bu güçlü psiko-sosyal etkinin kendi yaşantınızdaki yankılarıyla mutlaka yüzleşmişsinizdir, yüzleşiyorsunuzdur ya da hazır olun, yakında yüzleşeceksinizdir.
★★
Peki, nasıl bir somut etkiden bahsediyoruz?
Ve bu nasıl önlenir?..
Benim çok önem verdiğim sanal kütüphanelerimden biri, Workland, Karar Yorgunluğunu kısaca şöyle tanımlıyor:
“Karar yorgunluğu terimi ilk olarak psikolog Roy F. Baumeister tarafından seçim yapma yükünden kaynaklanan zihinsel ve duygusal gerilimi tanımlamak için kullanıldı. Kişi, aynı anda birden çok görevi yürütüp kararlar aldıktan sonra kedini zihinsel açıdan aşırı yorgun hissedebilir. Bu durumun sürekli yinelenmesi sonucu tükenmişlik hissiyle beraber kişide doğru karar verme yeteneğinin kısa sürede yok olduğu söylenebilir. Tamamen psikolojik olan bu sürece ‘karar yorgunluğu’ denir. (…)
Bilişsel olarak zorlandığınız anlarda süreç artık olumsuz ilerler ve bu da kararlarınıza yansır. Bu durum ego tükenmesi olarak da adlandırılır. Karar verme sürecinin ve iradenin zihinsel aktivitede değeri düşük olduğunda kontrol zayıflar ve benlik kaynakları tükenir. Dolayısıyla artan aşırı stresi de beraberinde getirecek bir karar yorgunluğu başlar.”
Evet, böyle bir şeyden söz ediyoruz işte.
Ama benim amacım sizi psikoloji temelli akademik bir araştırmanın labirentine sürükleyerek üstünüzdeki ‘karar’ yükünü daha da artırmak değil. Aksine, -eğer siz böyle bir durumla yüzleşiyorsanız- yalnız olmadığınızı vurgulamak istiyorum.
Yalnız değilsiniz ve çözümsüz de değilsiniz.
İşte tam bu noktada ben yine Workland’a dönüyorum:
“Asıl tehlike şu ki karar yorgunluğu zamanla ‘erteleme hastalığına’ da dönüşebilir. Basit ya da karmaşık herhangi bir projeye odaklanmayı zorlaştırır, belirlenen bir zaman diliminde yetişmesi gereken işlerde detaylar artık görmezden gelinmeye başlanır. Beyin, kapasitesinin üzerinde yük aldığını hisseder, düşünceleri dile getirme şekli gittikçe karmaşıklaşır, takım oyunu gittikçe zayıflar, kararlar demokratik olmaktan çıkar ve kişinin hata yapma olasılığı artar.
Ancak bu durumu önlemek için alınabilecek bazı pratik önlemler var:
Bu önerileri iş akışınıza uyarlarsanız hissettiğiniz zihinsel yorgunluğun zamanla azaldığını görebilirsiniz. Yüzde yüz değil, büyük olasılıkla tabii. Böylece hem kariyerinizde başarılı atılımlar yapmaya devam eder hem de zihninizi verimli bir hale getirebilirsiniz.
Ve yani daha mutlu olabilirsiniz!
Peki, geçmişin o yalın ve nahif düzeninde ‘yaşamak için çalışıyorken’ günümüzün kalabalık ve kaotik dünyasında ‘çalışmak için yaşadığımız’ gerçeğine ne demeli?
Evet, ne yazık ki bu apaçık gerçek.
Ve gerçek olduğu için de acı ve katı!
Durum değiştirilebilir mi, eski düzene dönülebilir mi?
‘Evet!’ ya da ‘Hayır!’ demeden önce düşünelim bir…
Geçmişi yeniden kazanmak için bugüne dair hangi lükslerimizden vaz geçmemiz gerekiyor?
Mutluluğumuz için onları -statüsel şeyleri- feda eder miyiz peki?
★★
‘Karar Yorgunluğu’ terimini veya tanımını ister daha önce duymuş, öğrenmiş olun ister şimdi ilk defa duyuyor olun; eğer işiniz insanlarla ilgiliyse; eğer yönetici veya yönetici temsilcisi olarak bir takım kararlar alıyor ya da alınmış kararların uygulanmasına ilişkin denetimsel sorumluluğu omzunuzda taşıyorsanız; eğer küresel salgın başta olmak üzere kritik süreçlerde birlikte çalıştığınız insanların sağlıklarını, mutluluklarını ve daha geniş anlamda hayatlarını az ya da çok etkiliyorsanız hiç kuşkunuz olmasın, bu güçlü psiko-sosyal etkinin kendi yaşantınızdaki yankılarıyla mutlaka yüzleşmişsinizdir, yüzleşiyorsunuzdur ya da hazır olun, yakında yüzleşeceksinizdir.
★★
Peki, nasıl bir somut etkiden bahsediyoruz?
Ve bu nasıl önlenir?..
Benim çok önem verdiğim sanal kütüphanelerimden biri, Workland, Karar Yorgunluğunu kısaca şöyle tanımlıyor:
“Karar yorgunluğu terimi ilk olarak psikolog Roy F. Baumeister tarafından seçim yapma yükünden kaynaklanan zihinsel ve duygusal gerilimi tanımlamak için kullanıldı. Kişi, aynı anda birden çok görevi yürütüp kararlar aldıktan sonra kedini zihinsel açıdan aşırı yorgun hissedebilir. Bu durumun sürekli yinelenmesi sonucu tükenmişlik hissiyle beraber kişide doğru karar verme yeteneğinin kısa sürede yok olduğu söylenebilir. Tamamen psikolojik olan bu sürece ‘karar yorgunluğu’ denir. (…)
Bilişsel olarak zorlandığınız anlarda süreç artık olumsuz ilerler ve bu da kararlarınıza yansır. Bu durum ego tükenmesi olarak da adlandırılır. Karar verme sürecinin ve iradenin zihinsel aktivitede değeri düşük olduğunda kontrol zayıflar ve benlik kaynakları tükenir. Dolayısıyla artan aşırı stresi de beraberinde getirecek bir karar yorgunluğu başlar.”
Evet, böyle bir şeyden söz ediyoruz işte.
Ama benim amacım sizi psikoloji temelli akademik bir araştırmanın labirentine sürükleyerek üstünüzdeki ‘karar’ yükünü daha da artırmak değil. Aksine, -eğer siz böyle bir durumla yüzleşiyorsanız- yalnız olmadığınızı vurgulamak istiyorum.
Yalnız değilsiniz ve çözümsüz de değilsiniz.
İşte tam bu noktada ben yine Workland’a dönüyorum:
“Asıl tehlike şu ki karar yorgunluğu zamanla ‘erteleme hastalığına’ da dönüşebilir. Basit ya da karmaşık herhangi bir projeye odaklanmayı zorlaştırır, belirlenen bir zaman diliminde yetişmesi gereken işlerde detaylar artık görmezden gelinmeye başlanır. Beyin, kapasitesinin üzerinde yük aldığını hisseder, düşünceleri dile getirme şekli gittikçe karmaşıklaşır, takım oyunu gittikçe zayıflar, kararlar demokratik olmaktan çıkar ve kişinin hata yapma olasılığı artar.
Ancak bu durumu önlemek için alınabilecek bazı pratik önlemler var:
- Önemli kararları sabahları almak
- Yine her sabah o günü planlamak
- Seçenekleri azaltmak
- Zihin için gerekli olan enerjiyi sağlamak yani tok olmak
- Basit olanla işe başlamak
- Mükemmele değil, önce yeterli olana odaklanmak; mükemmeli ondan sonraki aşamada araştırmak
- Odaklanmayı etkileyen şeyleri (insan davranışlarıyla ilgili, fiziksel, psikolojik, mekanik, sistemsel bütün engelleri) ortadan kaldırmak…”
Bu önerileri iş akışınıza uyarlarsanız hissettiğiniz zihinsel yorgunluğun zamanla azaldığını görebilirsiniz. Yüzde yüz değil, büyük olasılıkla tabii. Böylece hem kariyerinizde başarılı atılımlar yapmaya devam eder hem de zihninizi verimli bir hale getirebilirsiniz.
Ve yani daha mutlu olabilirsiniz!
Peki, geçmişin o yalın ve nahif düzeninde ‘yaşamak için çalışıyorken’ günümüzün kalabalık ve kaotik dünyasında ‘çalışmak için yaşadığımız’ gerçeğine ne demeli?
Evet, ne yazık ki bu apaçık gerçek.
Ve gerçek olduğu için de acı ve katı!
Durum değiştirilebilir mi, eski düzene dönülebilir mi?
‘Evet!’ ya da ‘Hayır!’ demeden önce düşünelim bir…
Geçmişi yeniden kazanmak için bugüne dair hangi lükslerimizden vaz geçmemiz gerekiyor?
Mutluluğumuz için onları -statüsel şeyleri- feda eder miyiz peki?